Narkopolitik: Bir ‘baron’ girer, bir ‘baron’ çıkar

30 Haziran 2020 günü İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, ‘Bataklık’ adıyla düzenlenen “Cumhuriyet tarihinin en büyüğü” dediği operasyonla 28 yıldır aranan uyuşturucu taciri Nejat Daş’ın yakalandığını açıkladı. 1990’ları hatırlayanlar için bu isim önemlidir. Zira Daş isminin merkezinde olduğu uyuşturucu operasyonuyla doğan karanlık bir şafağın altında Türkiye, siyasi ve iktisadi olarak sarsıntılı bir dönüşüme uğradı. Ve o dönemin acı tecrübesi, bir büyük taşın oynamasının, pek çok başka taşın yeniden dizilmesiyle anlam kazandığını öğretti bize.

Bahadır Özgür bozgur@gazeteduvar.com.tr

“Komiserim şimdi sınırı geçtik... Çaprazındaki mavi ekip, sen çekil! Arkadaki siyah ekip biraz uzaklaş... O sırada bir anons: Komiserim burası hareketlendi. TIR’a siyah bir Mercedes yanaştı. İçinden iki kişi çıktı. Ama Mercedes’ten çıkan bu kişi… Bu kişi… Sanki o… Yanılmıyorsam bu… Bu aradığımız Daş!..”

5 Temmuz günü Hürriyet’te Fatih Çekirge, en büyük uyuşturucu tacirlerinden Nejat Daş’ın yakalanışını, bu heyecanlı cümlelerle anlattı. Çekirge, Hollywood’un klişe sekansı olan araba takip sahnesiyle süslediği yazısındaki diyalogları polislerden bire bir dinlediğini söylüyordu. Bundan 27 yıl önce, yine bir başka operasyon için de benzer heyecanlı cümleleri manşetine taşımıştı Hürriyet. Ne tesadüftür ki, o operasyonun kilit ismi de Daş’tı.

30 Haziran 2020 günü İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, ‘Bataklık’ adıyla düzenlenen operasyonda 67 kişinin yakalandığını duyurdu. Soylu’nun “Cumhuriyet tarihinin en büyüğü” dediği operasyonun gözbebeği, 28 yıldır aranan Daş’tı. Polisiye açıdan her yönüyle başarılı bir işti doğrusu.

Lakin ne vakit, “Cumhuriyet tarihinin en büyük operasyonu” lafını duysak, olayın sağına soluna bakmak gerektiğini, 1990’lardan biliyoruz. Bir büyük taşın oynamasının, pek çok başka taşın yeniden dizilmesiyle anlam kazandığını, o yılların acı tecrübelerinden öğrendik çünkü.

Gelin Nejat Daş’ın adını ilk duyduğumuz günlere gidelim önce…

***

Yıl 1990… Beyaz Saray’ın, tonlarca uyuşturucunun Türkiye üzerinden Batı’ya akmasından dolayı Ankara’ya baskıyı artırdığı dış basına yansıyordu. Sonunda ABD Uyuşturucu ile Mücadele Dairesi (DEA) 1986’da, Türk emniyeti içinde ofis kurup, doğrudan istihbarata başlıyor, eğitimden dinleme teknolojisine kadar her desteği veriyordu. O günlerde Pakistan’ın Karaçi limanından 3 ton uyuşturucu yüklü bir geminin yola çıktığı, emniyete iletildi. Ve 15 Aralık 1992’de narkotik ekipleri, Akdeniz açıklarında operasyona başladı. Ancak gemi ele geçirilmeden batırıldı. Operasyonu yönetenler, dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Necdet Menzir, Narkotik Büro Müdürü Mestan Şener’di. Menzir daha sonra Meclis Susurluk Komisyonu’nda uyuşturucu tacirlerine yeşil pasaport vermekle suçlanacak, yanındaki Şener ise yine uyuşturucu kaçakçısı Yaşar Öz’ü gözaltından Mehmet Ağar’ın talimatı ile serbest bırakmak suçundan 3 ay hapis cezası alacaktı.

Kısmetim 1 gemisi, bir yıl önce yılbaşında gazinoda Bülent Ersoy’u dinlerken öldürülen armatör Osman Ayanoğlu’nun kızı Derya Ayanoğlu üzerine kayıtlıydı. Peki mal kimindi? İstihbarata göre halen Hollanda’da cezaevinde bulunan Hüseyin Baybaşin ile bir konsorsiyum kuran Şeyhmus Daş’ın, yani Nejat Daş’ın babasının.

Aylar sonra DEA bir istihbarat daha bildirdi. Bu sefer Luky S adlı gemi 14 ton uyuşturucuyla yola çıkmıştı. Bu bilgiden birkaç gün sonra uyuşturucunun sahibi Şeyhmus Daş, Drej Ali’nin kardeşinin düğününe giderken öldürüldü. Burada bir parantez açıp, Abdullah Çatlı’nın yakın arkadaşı Drej Ali’nin düğünlerinin, çetecilikten yargılananlarla siyasetçilerin, askeri ve sivil erkanın boy gösterdiği birer defileye dönüşmesiyle ünlendiğini ekleyelim. Nitekim en son 8 Eylül 2019 günü, Devlet Bahçeli’nin nikah şahidi olduğu oğlunun düğününe AKP ve MHP’li vekillerin yanında jandarma komutanları, dizi oyuncuları, bürokratlar, belediye başkanları katılmıştı.

Luky S operasyonunun detayını, operasyonda görev almış ve 2009’da Balyoz Davası’ndan tutuklanmış eski SAT’çı Ali Türkşen’in, SAT Komandoları adlı kitabından aktaralım. Türkşen’den öğrendiğimiz kadarıyla, tek gram uyuşturucunun ele geçirilemediği Kısmetim 1 fiyaskosundan sonra ABD, SEAL timleri ile eğitim almış özel bir SAT birliğinin görevlendirilmesini ister. 7 Ocak 1993 günü gemi ele geçirilir. Basına poz verenler ise yine Menzir ve Şener’dir.

Baskının ardından işleri babasıyla beraber yürüttüğü bilinen Nejat Daş tutuklanıp Sinop Cezaevi’ne konuldu. 1994’te davası nedeniyle İstanbul’a getirilen Daş, akıllara durgunluk veren bir yöntemle firar ediyordu. Duruşma sonrası jandarmaları ikna etmiş ve kardeşinin Beyazıt’taki iş yerini ziyarete gitmiş, burada jandarmaya verilen uyku ilacı katılmış çaylar sayesinde de tüymüştü! 1997’de bu sefer İspanya’da yakalandı. Türkiye iade için uğraştı ve 2007’de alıp, 25 yıl hapse mahkum etti. Ama 2012 yılında 1 milyon 250 bin lira kefaletle serbest bırakıldı. Yani bugün onu yakalayan polisler “Bu kişi… Sanki o…” diye heyecanlansa da Daş, çeyrek asırdır sahnede olan, devletin nezdinde heyecan duyulacak kadar sürpriz bir isim değildi.

Daş ekseninde gelişen narkotik serüveni gözümüzün önünde cereyan ederken, olan bitenin esasında karanlık bir dönemin cerahati olduğu, 3 Kasım 1996 günü Susurluk kazasında ortaya çıkıyordu. Kamuoyu etrafa saçılan çete-siyasetçi-devlet ilişkileriyle şoke olmuşken, alakasız görünen pek çok olay, tıpkı bir pazılın parçaları gibi manzarayı tamamlıyordu.

Baybaşin ve Daş’ın ifadelerine, Meclis komisyonunun raporlarına bakanların aklına, iki geminin sahibinin sadece bu iki tacir olmadığı, işlenen cinayetlerin bir sis perdesi yaratmaya dönük olduğu şüphesi düşüyordu. ‘Çetecilerin avukatı’ olarak ünlenen Ekrem Malakoğlu’nun yazdığı Kırmızı Kadife veya dönemin Başbakan’ı Tansu Çiller’in danışmanı olan Memduh Bayraktaroğlu’nun 2006’da yazdığı Çillerli Yıllarım gibi tanıklığa dayalı kitaplar da siyasetçilerin ve devlet içinde çeteleşmiş unsurların, uyuşturucu geliri üzerinden bir paylaşım savaşına giriştiğine işaret ediyordu. Daha vahimi, PKK ile mücadele gerekçesiyle oluşturulan özel harekat ve Kamu Güvenliği Başkanlığı (KGB) mensupları da bu ticarette müstesna bir yer tutmuştu.

Çiller’in meşhur açıklaması “PKK’ya yardım eden işadamlarının listesi elimizde” sözlerinden sonra üç yıl içinde Behçet Cantürk, Recep Kuzucu, Enis Karaduman, Fevzi Aslan ve kardeşi Şahin Aslan, Savaş Buldan ile akrabaları Adnan Yıldırım ve Hacı Koray; Sakarya-Bolu-Hendek ‘ölüm üçgeni’nde infaz edilmiş halde bulundular.

Fakat cinayet çemberi bunlarla sınırlı değildi. Uyuşturucu zincirindeki kapışmayla alakasız görünen bir dizi siyasi cinayet de paralelinde işleniyordu: 1990 Bahriye Üçok, Turan Dursun, Çetin Emeç, 1992 Musa Anter, 1993 Uğur Mumcu, 1994 Kazım Çillioğlu. 1995’e geldiğimizde resmi raporlara göre sayı 908’di. 1993’teki Sivas Katliamı bir aydın kırımıydı. Kürt illerindeki infazların, kayıpların sayısı yüzlerceydi.

Cinayetlerin üzerine siyasal ve toplumsal kıyafeti de giydirirsek eğer, çıkan tablonun özeti şöyleydi: ABD’nin bastırmasıyla hızlanan uyuşturucu operasyonları ile yine ABD’nin Soğuk Savaş konseptinin ürünü özel harp dairesi eksenli kontrgerilla faaliyetlerindeki kabuk değişimi, 1990’ın başında kesişti. Kürt hareketindeki yükselişe devletin sert reaksiyonu; sürekli patlayan ekonomik krizlerin yol açtığı iktidar krizleri; kamu bankalarının milyarlarca lirasının buharlaşması; büyük sermayenin AB eksenli bir hatta girilmesi için yaptığı baskıya paralel, milliyetçiliğin olanca hoyratlığıyla patlaması ve 28 Şubat’la aksı değiştirilen İslamcı partinin neoliberal yükselişi…

Daş isminin merkezinde olduğu uyuşturucu operasyonuyla doğan karanlık bir şafağın altında Türkiye, siyasi ve iktisadi olarak sarsıntılı bir dönüşüme uğruyordu.

Şimdi gelelim bugünlere.

***

Yukarıda bahsi geçen Drej Ali’nin son düğününün ardından yaşanan bazı olayları, ilgisiz alakasız biçimde ortalığa serpiştirelim:

Akademisyenlerin kanıyla yıkanacağını söyleyen Sedat Peker, okuma azmiyle Karadağ’a gitti… Pandemi döneminde Devlet Bahçeli’nin ısrarıyla çıkan afla Alaattin Çakıcı tahliye edildi... Burhan Kuzu’nun uluslararası uyuşturucu taciri İranlı Zindaşti ile ilişkilerine dair iddialar çıktı ve hakkında soruşturma başlatıldı… Bazı basın organlarında İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile Berat Albayrak arasındaki gerilimin unsuru olarak ön plana çıkarılan İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan, 16 Haziran günü görevden alınıp, yerine Adana Emniyet Müdürü Zafer Aktaş getirildi… 29 Haziran’da Nejat Daş yakalandı… Vodafone Arena’daki bombalı saldırıda yaralandıktan sonra İstanbul Çevik Kuvvet Şube Müdür Yardımcılığı'ndan Sultanbeyli Emniyet Müdürlüğü’ne terfi eden N.Y. de Daş ile beraber gözaltına alındı… Ve son olarak 9 Temmuz 2020 günü İstanbul’daki 33 il emniyet müdürü yardımcısı, 39 ilçe emniyet müdürü yardımcısı ve 55 şube müdürünün görev yerleri değiştirildi…

Bu son gelişme üzerine Albayrak’a yakınlığı ile bilinen ve bir dönem Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da avukatlığını yapmış Mustafa Doğan İnal’dan sosyal medyada dikkat çekici bir paylaşım geldi: “Birçok kişi de aynı şekilde sanki bir hükümet değişikliği olmuş gibi doğuya gönderilmiş… Lütfen zor zamanda dimdik mücadele eden insanları kırıp dökmeyin.”

***

Daş ismi, geçmişi hatırlayanların hafızasında böylesine önemli bir süreçle beraber anlam kazanıyor işte. Europol ve Kaçakçılık ve Organize Suçlar Müdürlüğü’nün raporlarında, yüzde 10 ve üzeri yakalama oranının, uyuşturucu için muazzam bir başarı sayıldığı yazılıdır. Türkiye’de 2019’da 115 tondan fazla uyuşturucu yakalandığını söyleyelim. Milyarlarca doları bulan bu pazarın sadece ‘suç ekonomisi’ ile sınırlı olmadığı, etrafına örülen ilişkiler ağıyla beraber bir narkopolitik evren oluşturduğu, yakın tarihimizden aşikar.

Susurluk Raporu’nu hazırlayan dönemin müfettişi Kutlu Savaş’ın dediği, “Mühim olan kravatlılar çetesidir” sözlerini hatırlatıp, bu evrenin kuralını tekrarlayalım: Bir ‘baron’ girer, bir ‘baron’ çıkar ve bütün taşlar yeniden dizilir…

Tüm yazılarını göster