“Komiserim şimdi sınırı geçtik... Çaprazındaki mavi ekip,
sen çekil! Arkadaki siyah ekip biraz uzaklaş... O sırada bir anons:
Komiserim burası hareketlendi. TIR’a siyah bir Mercedes yanaştı.
İçinden iki kişi çıktı. Ama Mercedes’ten çıkan bu kişi… Bu kişi…
Sanki o… Yanılmıyorsam bu… Bu aradığımız Daş!..”
5 Temmuz günü Hürriyet’te Fatih Çekirge, en büyük uyuşturucu
tacirlerinden Nejat Daş’ın yakalanışını, bu heyecanlı cümlelerle
anlattı. Çekirge, Hollywood’un klişe sekansı olan araba takip
sahnesiyle süslediği yazısındaki diyalogları polislerden bire bir
dinlediğini söylüyordu. Bundan 27 yıl önce, yine bir başka
operasyon için de benzer heyecanlı cümleleri manşetine taşımıştı
Hürriyet. Ne tesadüftür ki, o operasyonun kilit ismi de Daş’tı.
30 Haziran 2020 günü İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, ‘Bataklık’
adıyla düzenlenen operasyonda 67 kişinin yakalandığını duyurdu.
Soylu’nun “Cumhuriyet tarihinin en büyüğü” dediği operasyonun
gözbebeği, 28 yıldır aranan Daş’tı. Polisiye açıdan her yönüyle
başarılı bir işti doğrusu.
Lakin ne vakit, “Cumhuriyet tarihinin en büyük operasyonu”
lafını duysak, olayın sağına soluna bakmak gerektiğini, 1990’lardan
biliyoruz. Bir büyük taşın oynamasının, pek çok başka taşın yeniden
dizilmesiyle anlam kazandığını, o yılların acı tecrübelerinden
öğrendik çünkü.
Gelin Nejat Daş’ın adını ilk duyduğumuz günlere gidelim
önce…
***
Yıl 1990… Beyaz Saray’ın, tonlarca uyuşturucunun Türkiye
üzerinden Batı’ya akmasından dolayı Ankara’ya baskıyı artırdığı dış
basına yansıyordu. Sonunda ABD Uyuşturucu ile Mücadele Dairesi
(DEA) 1986’da, Türk emniyeti içinde ofis kurup, doğrudan
istihbarata başlıyor, eğitimden dinleme teknolojisine kadar her
desteği veriyordu. O günlerde Pakistan’ın Karaçi limanından 3 ton
uyuşturucu yüklü bir geminin yola çıktığı, emniyete iletildi. Ve 15
Aralık 1992’de narkotik ekipleri, Akdeniz açıklarında operasyona
başladı. Ancak gemi ele geçirilmeden batırıldı. Operasyonu
yönetenler, dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Necdet Menzir, Narkotik
Büro Müdürü Mestan Şener’di. Menzir daha sonra Meclis Susurluk
Komisyonu’nda uyuşturucu tacirlerine yeşil pasaport vermekle
suçlanacak, yanındaki Şener ise yine uyuşturucu kaçakçısı Yaşar
Öz’ü gözaltından Mehmet Ağar’ın talimatı ile serbest bırakmak
suçundan 3 ay hapis cezası alacaktı.
Kısmetim 1 gemisi, bir yıl önce yılbaşında gazinoda Bülent
Ersoy’u dinlerken öldürülen armatör Osman Ayanoğlu’nun kızı Derya
Ayanoğlu üzerine kayıtlıydı. Peki mal kimindi? İstihbarata göre
halen Hollanda’da cezaevinde bulunan Hüseyin Baybaşin ile bir
konsorsiyum kuran Şeyhmus Daş’ın, yani Nejat Daş’ın babasının.
Aylar sonra DEA bir istihbarat daha bildirdi. Bu sefer Luky S
adlı gemi 14 ton uyuşturucuyla yola çıkmıştı. Bu bilgiden birkaç
gün sonra uyuşturucunun sahibi Şeyhmus Daş, Drej Ali’nin kardeşinin
düğününe giderken öldürüldü. Burada bir parantez açıp, Abdullah
Çatlı’nın yakın arkadaşı Drej Ali’nin düğünlerinin, çetecilikten
yargılananlarla siyasetçilerin, askeri ve sivil erkanın boy
gösterdiği birer defileye dönüşmesiyle ünlendiğini ekleyelim.
Nitekim en son 8 Eylül 2019 günü, Devlet Bahçeli’nin nikah şahidi
olduğu oğlunun düğününe AKP ve MHP’li vekillerin yanında jandarma
komutanları, dizi oyuncuları, bürokratlar, belediye başkanları
katılmıştı.
Luky S operasyonunun detayını, operasyonda görev almış ve
2009’da Balyoz Davası’ndan tutuklanmış eski SAT’çı Ali Türkşen’in,
SAT Komandoları adlı kitabından aktaralım. Türkşen’den öğrendiğimiz
kadarıyla, tek gram uyuşturucunun ele geçirilemediği Kısmetim 1
fiyaskosundan sonra ABD, SEAL timleri ile eğitim almış özel bir SAT
birliğinin görevlendirilmesini ister. 7 Ocak 1993 günü gemi ele
geçirilir. Basına poz verenler ise yine Menzir ve Şener’dir.
Baskının ardından işleri babasıyla beraber yürüttüğü bilinen
Nejat Daş tutuklanıp Sinop Cezaevi’ne konuldu. 1994’te davası
nedeniyle İstanbul’a getirilen Daş, akıllara durgunluk veren bir
yöntemle firar ediyordu. Duruşma sonrası jandarmaları ikna etmiş ve
kardeşinin Beyazıt’taki iş yerini ziyarete gitmiş, burada
jandarmaya verilen uyku ilacı katılmış çaylar sayesinde de
tüymüştü! 1997’de bu sefer İspanya’da yakalandı. Türkiye iade için
uğraştı ve 2007’de alıp, 25 yıl hapse mahkum etti. Ama 2012 yılında
1 milyon 250 bin lira kefaletle serbest bırakıldı. Yani bugün onu
yakalayan polisler “Bu kişi… Sanki o…” diye heyecanlansa da Daş,
çeyrek asırdır sahnede olan, devletin nezdinde heyecan duyulacak
kadar sürpriz bir isim değildi.
Daş ekseninde gelişen narkotik serüveni gözümüzün önünde cereyan
ederken, olan bitenin esasında karanlık bir dönemin cerahati
olduğu, 3 Kasım 1996 günü Susurluk kazasında ortaya çıkıyordu.
Kamuoyu etrafa saçılan çete-siyasetçi-devlet ilişkileriyle şoke
olmuşken, alakasız görünen pek çok olay, tıpkı bir pazılın
parçaları gibi manzarayı tamamlıyordu.
Baybaşin ve Daş’ın ifadelerine, Meclis komisyonunun raporlarına
bakanların aklına, iki geminin sahibinin sadece bu iki tacir
olmadığı, işlenen cinayetlerin bir sis perdesi yaratmaya dönük
olduğu şüphesi düşüyordu. ‘Çetecilerin avukatı’ olarak ünlenen
Ekrem Malakoğlu’nun yazdığı Kırmızı Kadife veya dönemin Başbakan’ı
Tansu Çiller’in danışmanı olan Memduh Bayraktaroğlu’nun 2006’da
yazdığı Çillerli Yıllarım gibi tanıklığa dayalı kitaplar da
siyasetçilerin ve devlet içinde çeteleşmiş unsurların, uyuşturucu
geliri üzerinden bir paylaşım savaşına giriştiğine işaret ediyordu.
Daha vahimi, PKK ile mücadele gerekçesiyle oluşturulan özel harekat
ve Kamu Güvenliği Başkanlığı (KGB) mensupları da bu ticarette
müstesna bir yer tutmuştu.
Çiller’in meşhur açıklaması “PKK’ya yardım eden işadamlarının
listesi elimizde” sözlerinden sonra üç yıl içinde Behçet Cantürk,
Recep Kuzucu, Enis Karaduman, Fevzi Aslan ve kardeşi Şahin Aslan,
Savaş Buldan ile akrabaları Adnan Yıldırım ve Hacı Koray;
Sakarya-Bolu-Hendek ‘ölüm üçgeni’nde infaz edilmiş halde
bulundular.
Fakat cinayet çemberi bunlarla sınırlı değildi. Uyuşturucu
zincirindeki kapışmayla alakasız görünen bir dizi siyasi cinayet de
paralelinde işleniyordu: 1990 Bahriye Üçok, Turan Dursun, Çetin
Emeç, 1992 Musa Anter, 1993 Uğur Mumcu, 1994 Kazım Çillioğlu.
1995’e geldiğimizde resmi raporlara göre sayı 908’di. 1993’teki
Sivas Katliamı bir aydın kırımıydı. Kürt illerindeki infazların,
kayıpların sayısı yüzlerceydi.
Cinayetlerin üzerine siyasal ve toplumsal kıyafeti de
giydirirsek eğer, çıkan tablonun özeti şöyleydi: ABD’nin
bastırmasıyla hızlanan uyuşturucu operasyonları ile yine ABD’nin
Soğuk Savaş konseptinin ürünü özel harp dairesi eksenli
kontrgerilla faaliyetlerindeki kabuk değişimi, 1990’ın başında
kesişti. Kürt hareketindeki yükselişe devletin sert reaksiyonu;
sürekli patlayan ekonomik krizlerin yol açtığı iktidar krizleri;
kamu bankalarının milyarlarca lirasının buharlaşması; büyük
sermayenin AB eksenli bir hatta girilmesi için yaptığı baskıya
paralel, milliyetçiliğin olanca hoyratlığıyla patlaması ve 28
Şubat’la aksı değiştirilen İslamcı partinin neoliberal
yükselişi…
Daş isminin merkezinde olduğu uyuşturucu operasyonuyla doğan
karanlık bir şafağın altında Türkiye, siyasi ve iktisadi olarak
sarsıntılı bir dönüşüme uğruyordu.
Şimdi gelelim bugünlere.
***
Yukarıda bahsi geçen Drej Ali’nin son düğününün ardından yaşanan
bazı olayları, ilgisiz alakasız biçimde ortalığa serpiştirelim:
Akademisyenlerin kanıyla yıkanacağını söyleyen Sedat Peker,
okuma azmiyle Karadağ’a gitti… Pandemi döneminde Devlet Bahçeli’nin
ısrarıyla çıkan afla Alaattin Çakıcı tahliye edildi... Burhan
Kuzu’nun uluslararası uyuşturucu taciri İranlı Zindaşti ile
ilişkilerine dair iddialar çıktı ve hakkında soruşturma başlatıldı…
Bazı basın organlarında İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile Berat
Albayrak arasındaki gerilimin unsuru olarak ön plana çıkarılan
İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan, 16 Haziran günü görevden
alınıp, yerine Adana Emniyet Müdürü Zafer Aktaş getirildi… 29
Haziran’da Nejat Daş yakalandı… Vodafone Arena’daki bombalı
saldırıda yaralandıktan sonra İstanbul Çevik Kuvvet Şube Müdür
Yardımcılığı'ndan Sultanbeyli Emniyet Müdürlüğü’ne terfi eden N.Y.
de Daş ile beraber gözaltına alındı… Ve son olarak 9 Temmuz 2020
günü İstanbul’daki 33 il emniyet müdürü yardımcısı, 39 ilçe emniyet
müdürü yardımcısı ve 55 şube müdürünün görev yerleri
değiştirildi…
Bu son gelişme üzerine Albayrak’a yakınlığı ile bilinen ve bir
dönem Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da avukatlığını yapmış
Mustafa Doğan İnal’dan sosyal medyada dikkat çekici bir paylaşım
geldi: “Birçok kişi de aynı şekilde sanki bir hükümet değişikliği
olmuş gibi doğuya gönderilmiş… Lütfen zor zamanda dimdik mücadele
eden insanları kırıp dökmeyin.”
***
Daş ismi, geçmişi hatırlayanların hafızasında böylesine önemli
bir süreçle beraber anlam kazanıyor işte. Europol ve Kaçakçılık ve
Organize Suçlar Müdürlüğü’nün raporlarında, yüzde 10 ve üzeri
yakalama oranının, uyuşturucu için muazzam bir başarı sayıldığı
yazılıdır. Türkiye’de 2019’da 115 tondan fazla uyuşturucu
yakalandığını söyleyelim. Milyarlarca doları bulan bu pazarın
sadece ‘suç ekonomisi’ ile sınırlı olmadığı, etrafına örülen
ilişkiler ağıyla beraber bir narkopolitik evren oluşturduğu, yakın
tarihimizden aşikar.
Susurluk Raporu’nu hazırlayan dönemin müfettişi Kutlu Savaş’ın
dediği, “Mühim olan kravatlılar çetesidir” sözlerini hatırlatıp, bu
evrenin kuralını tekrarlayalım: Bir ‘baron’ girer, bir ‘baron’
çıkar ve bütün taşlar yeniden dizilir…