Devlet içindeki yerini, dış operasyonlarda oynadığı rolü ve yakın gelecekte iktidar tarafından nasıl kullanılacağını hâlâ tam anlayamadığımız SADAT teşkilatı başarılı bir eylemle, cümlemize çeşitli mesajlar verdi. Topluca toplum psikolojisine yönelik, endişe artırıcı özelliklerinin yanısıra, bu mesajlar, bir tür aşağılama tonu barındırıyor, cesaret kırmayı hedefliyorlardı. Eylem, televizyonda Uğur Dündar’ın CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’yla söyleşisi yayınlanırken alt bantta SADAT reklamının belirmesinden ibaret değildi. Olay duyulduktan sonra SADAT Başkanı Melih Tanrıverdi’nin gösterdiği Twitter faaliyeti, hem içeriği hem üslûbu itibarıyla, hepimize neyle karşı karşıya olduğumuzu gösterdi.
Önce hepimizin haliyle, bazılarımızın haddinden fazla takıldığı bazı ayrıntıları aradan çıkaralım. Uğur Dündar’ın, ilk andan itibaren komplo izlenimi veren bu olayla alâkasının olamayacağı, hattâ bundan en çok zarar görenlerden biri olacağı açık. Hal böyleyken ilk anda Dündar’ı komplonun parçası sayıp destursuz hakarete girişenlere ne demeli? Türkiye’nin laik muhalif kesiminde linç düşkünlüğü maalesef sınır tanımıyor. Akıl-mantıktan yoksunluk bolca paranoya barındıran ruh hastalığına dönüştü.
'MASUM HATA'DAN 'BÜYÜK KOMPLO'YA
Eli ayağına dolaşıp istikrarla saçmalayan TV kanalı yöneticilerinin oyundaki konumu Dündar’ınki kadar net değil. Bakın önce kendilerini nasıl masum mağdurlar ilan edip derhal birilerini suçlamaya kalkıştılar: “…Kanalımız Tv100’de Sayın Kemal Kılıçdaroğlu yayını sırasında dikkatsizlik ve özensizlik sonucu yayına giren 8 saniyelik SADAT reklamı nedeniyle siyasi bir fırtına koparılmak istenmektedir.”
Herhalde skandaldaki sorumluluklarını idrak edebilen izan sahibi birileri devreye girdi ki, bir sonraki tweet’te ton değişti. Genel yayın yönetmeni imzasıyla yapılan açıklamada yine “masum sayılabilecek hata”dan sözediliyor, bu yüzden “kişi ve kurumları yok etmeye çalışma”nın “en azından belli değerleri savunduğunu söyleyenlere yakışmadığı” belirtiliyordu. Ancak, “Bu olaydan tabii ki ders alınmıştır. Tekrarı önlenecektir,” güvencesi verilerek, olayın küçümsenmediği gösterilmeye çalışılıyordu.
O arada sanırım “reklam servisinin siyasî cehaleti” motifi akıl edildi. TV kanalının reklam servisi, “böylesine politik göndermeleri ve entrikal incelikleri bilmiyor”, “SADAT reklamını zaman zaman programların içerisine koyarak görevini yapıyor”du. Reklamcıların gerçek hayatla ilişkisine dair sağlıklı ve doğru tesbite dayalı bu gerekçelendirmenin inandırıcı bulunacağı varsayılmıştı.
Gelin görün ki, SADAT’çılar Kılıçdaroğlu ve Dündar’ı huzursuz etmekle yetinecek cinsten sıradan insanlar değildiler. SADAT başkanının, memleketimizin âkil nüfusunun yüzde doksan dokuz virgül dokuzunca tereddütsüz “nasıl geçirdik” diye algılayacağı (aşağıda ele alacağım) tutumu kanal yöneticilerinin hesaplarını altüst etti: “Sayın Kemal Kılıçdaroğlu ve Sayın Uğur Dündar ile birlikte bu olayın mağdurları arasında” bulunan “kanalımız”ın “bir operasyona hedef olduğu” ortaya çıkmıştı. Nasıl çıkmıştı? TV100 yetkililerinin ifadesiyle, “SADAT yetkililerinin ‘Gol’ diye attıkları ahlâka sığmayan Tweet” ile.
Ardından, kanal yetkililerinin bize doğruyu anlatmadığı da ortaya çıktı. Hayır, yalnız Uğur Dündar’ın programı boyunca altı defa yayınlanan reklamın tek defa, sekiz saniye yayında kaldığını söyledikleri için değil. Bütün o “masum hata” edebiyatının üstüne, “Reklam Genel Müdürü ve yayın sorumlusunun çıkışı verilmiştir,” açıklaması yaptılar. “Böylesi bir olayın tekrar etmemesi için de bütün önlemler alınmıştır. Üzgünüz.” Tamam, üzgünsünüz de, “masum hata” yüzünden neden insanları işten attınız? Eğer hata değil başka iş sözkonusuysa, bunu açıklamak zorunda değil misiniz? Yarın öbür gün başkalarının da başına gelmesin diye..? Bakın, sizin başınıza neler geldi!
TV100, 15 Ocak Pazar günü öğleyin hâlâ “reklam servisinin siyasî bilgi eksikliği”nden dem vururken, birkaç saat sonra kendisine karşı “büyük komplo” kurulduğunu haykırmaya girişti. Yaşananın basit bir cehalet-düşüncesizlik bileşiminin ürünü olmayıp basbayağı eylem sayılması gerektiğini nihayet kabul etti. TV kanalı, “SADAT itiraf etti,” diye haykırıyordu.
ARGO SÖZLÜĞÜNDE 'GOL'
Oysa SADAT daha ilk andan gerine gerine -kusura bakmayın, yaşanan budur, tâbiri de budur- “fin-ca-nııı taş-taaan oo-yaar-laaar” şarkısıyla sahneye gelmişti. Çünkü belli ki günlerdir ona hazırlanmıştı. Bu ürkütücü oluşumun CEO’su konumundaki şahsın, Melih Tanrıverdi’nin tweet’lerini başka türlü tercüme etmek mümkün değil. Tanrıverdi, önce başka bir tweet’i alıntılamış, sessiz sinema oynasak bir elimizi yumruk yapıp öbürünü üzerine vurup şaklatarak özetleyebileceğimiz sözlerini bunun üzerine yazmıştı. Alıntıladığı tweet’te, günümüzün gözde sektörlerinden birinin yüz akı Serdar Arseven, “Kılıçdaroğlu’nun katıldığı TV100 yayınında SADAT’ın reklamı mı?” diye yazmıştı. “Uğur Dündar varken hem de… Hımmmm…” SADAT başkanı Tanrıverdi, “Serdar Bey,” dedi, “yıllardır agresif/çarpıcı reklamlar yapmadığımız için eleştiriliyorduk. Reklam departmanımız da buna çok içerliyordu. Gol mü olmuş!” Son cümleye futbol topu ikonu-emojisi eşlik ediyordu.
Tanrıverdi işi burada da bırakmadı. Daha sonraki tweet’inde, “Etkili reklam için @halktvcomtr veya @tele1comtr planlıyorduk,” diye yazdı. “Hafta ortası CHP’den bir hanım kardeşimiz Kılıçdaroğlu’nun Dündar’la yapacağı programın cumartesi yayınlanacağı bilgisini verince kanal planlamamızı değiştirmek zorunda kaldık.”
SADAT başkanının bunları izleyen tweet’leri ve özellikle CHP genel başkanının sert sözlerine verdiği cevabın edâsı, saygıdan yoksunluğu hem bu kimsenin hem de başında bulunduğu kuruluşun kendilerini memleketin siyaset âleminde, devlet katında nerede gördüklerini apaçık ortaya koyuyor. Kılıçdaroğlu’nun “O az kalmış aklınızı alırım sizin, paramiliter artıkları, siz kimi tehdit ediyorsunuz!” çıkışına Tanrıverdi, “Biz aklımızın zekatını versek sen ihya olursun,” karşılığını verebildi. Yanına şunu katarak: “Kim derdi Kılıçdaroğlu bin beş yüz liralık bir reklama mağlup olacak diye…”
Reklamın fiyatının düşüklüğünün vurgulanması iki bakımdan sinir bozucu. İlkin, burada “ayaklar-baş-mı-olsun” İslâmcılığının eşitsizliğe adaletsizliğe taparlığının en çiğ, en çirkin hallerinden biri var: şu “bizde para çok” şişinmesi. Öte yandan, reklamverenin reklam verdiği kuruluşu bu şekilde aşağılamasının örneğine fazla rastlanmayan bir ilişki biçimi olduğunu görmeliyiz.
Ancak SADAT başkanı, hazır fırsat bulmuşken -hakkını teslim edelim: yaratmışken- aşağılama eylemini yaymaya kararlıydı. Belli ki işin bu kısmından özel bir zevk alıyor. Şunları yazdı sosyal medyaya: “2022 yılına dönük PR incelemesi yaptığımızda SADAT ile Kılıçdaroğlu birlikteliğinin en iyi reytingi yaptığını gördük. Reklam departmanımız 1.500 TL’lik bir reklam vererek bu reytingi güzel bir PR çalışmasına döndürmüş. Tebrik ederim. Aslında ben Halk TV veya Tele 1’e istemiştim fakat Kılıçdaroğlu onların reytingi düşük kaldığı için TV100’ü tercih etmiş. Ama sıkıntı yok, söz o kanallara da çıkarsa onlara da reklam veririz. Hem de 750 liralık (reyting/izlenme oranı meselesi).”
“Cebinize 750 lira koyar, hepinizi masamda oynatırım” diyor yani. Şahsın sosyal medyada, herkesin önünde değil de, meselâ arkadaş arasında dilinden neler döküldüğünü merak etmemek elde değil.
Muktedir İslâmcı kibriyle boy ölçüşebilecek herhangi bir doğal veya kimyasal zehir yok. Şöyle diyor SADAT başkanı: “Hafta ortası CHP’den bir hanım kardeşimiz Kılıçdaroğlu’nun Dündar’la yapacağı programın Cumartesi yayınlanacağı bilgisini verince kanal planlamamızı değiştirmek zorunda kaldık.”
Herkes bunu televizyon kanalı yetkililerinin “kazayla oldu” savunmasını geçersizleştirmesi yönünden ele aldı. Oysa Tanrıverdi burada açıkça ikinci bir aşağılama seansını daha açıyor, “aranızda elemanlarımız cirit atıyor” demeye getiriyordu. “Ciğerinizi biliyoruz, geçiriveririz şişe” kabilinden…
BİZ DEVLETİZ, SEN NESİN?
Geliyoruz, muktediriyle muhalifiyle ezcümle yerleşik düzen siyasetçilerinin ve doğan görünümlü şahin medya camiasının ısrarla görmezden geldiği, böylece hepimizin gözünden kaçırmaya çalıştığı ayrıntıya. Kimbilir, belki devlet katından şekillendirilmeye çalışılan siyasetin işleyişini komplekssizce, samimiyetle, birilerini kayırmadan, kendimizi devlet yerine koymadan gözlesek, bu ayrıntıyı ayrıntı değil dikkatleri meselenin özüne yöneltecek işaret sayardık.
“SADAT reklamı”, “SADAT reklamı” diye konuşup duruyoruz; peki ne söyleniyordu bu reklamda? Ne satıyormuş SADAT? Nesinin reklamını yapıyor?
Kendisinin. Reklam da yapmıyor. Bildiriyor. “Biz buradayız, ona göre,” diyor. Muhterem okurlar, merak ediyorum, acaba kaç kişi mâhut reklam alt-bantlarından birinde yeralan reklam görünümlü tehditle ilgilenmekte? Şu yazılıydı: “Türk Savunma Sanayi Hizmet Sektörünün Yüz Akı.” (“Sanayisi” veya eski usûl “sanayii” olmalı herhalde, ama iki harf için Türk savunmasını meşgûl etmeyelim şimdi.)
Ne anlama gelir böyle bir tanımlama? Önce, “biz devletin parçasıyız,” demeye getiriyorlar; şu transporter’la insan kaçıran ekiplerden sık sık duyulduğu şekliyle “biz devletiz”. Gerisini de şöyle tercüme etsek: Tam da sizin mevcut iktidarın icraatına karşı gıkınızı çıkaramayacağınız, zaten çıkaramadığınız yerde duruyoruz. Kim Türk savunma sanayisini zayıflatmayı göze alabilir ki? Bu sanayinin hasseten içeride hizmet vermek üzere yatırım yapılmış kısmıyla dalaşmak sana mı, alt tarafı politikacıya mı kaldı?
Halbuki SADAT özel bir firma. Wagner gibi.