“Bunca şey oluyor ve ülkede yaprak kıpırdamıyor,” benim gibi
herhalde sizlerin de sık işittiği bir serzeniştir. Kıpırdayıp
kıpırdamadığını bilmiyorum, muhtemelen kıpırdıyordur ya da nasıl
kıpırdaması gerektiğini bilmiyordur o yaprak, kolay değil baskı
rejimlerinde kıpırdamak. Kendi kendime sorduğum ve yanıtından emin
olamadığım soruların, eş dost arasında da yaygın olduğunu
gözlemliyorum bir süredir. Bu 'seyretme' halinin gerekçesi ne
olabilir? Bizden bir şey olmaz mı? Hep mi böyleydi toplumun dokusu,
yeni mi fark edilir oldu? Bu kadar zorluk ve skandal üst üste
geldiğinde nasıl düşünüp davranmalı insan?
Olağan koşullarda 'akıl almaz' ifadesiyle tanımlanabilecek
rezaletlerin günlük yaşamın parçası haline gelmesi, bitip
tükenmeyen 'haberdar olma' durumu, adı geçen herkesin kaldığı
yerden devam ediyor görünmesi, bir kural haline gelen 'cezasızlık'
ve daha da vahimi, bu durumun sona ermeyeceği yönünde giderek
güçlenen ve yaygınlaşan kanaat, ister istemez sessizliğe neden
oluyor sanırım. Sessizliğin çok gerekçesi olabilir, muhtemelen
sayısız insanın olup bitenle pek ilgilenmiyor oluşu da bunlardan
biri; ancak gözlemleyebildiğim çevremin halinin nedeni, daha çok
skandal bombardımanı karşısında 'ne diyeceğini bilememekten'
kaynaklanıyor. Bunun benim üzerimdeki etkisi genellikle 'ne
yazacağımı bilememek' ve okuduğunuz türde gevezeliklerin bir nedeni
de bu aslına bakılırsa. Ne yazacağımı bilmediğimde, ne yazacağımı
bilmediğimi yazıyorum! Yazacak ve söyleyecek çok şey olan
durumlarda, yazmak ve söylemek daha güç olabiliyor.
Belli başlı, aslında yaygın ve yaygınlığı ölçüde vasat
insanî/toplumsal değerlerle yetiştirilmiş ben ve o 'çevrem,' hemen
her durumda aynı tepkileri veriyoruz. En yakın arkadaşlarım
diyebileceğim insanlar memur, işçi ve esnaf ailelerin farklı
tabakalardan çocukları ve huyumuz suyumuz farklı da olsa demek ki
benzer değer ve alışkanlıklar kazandırılmış. Anlayabildiğim
kadarıyla o tepkilerden biri de, bazen tepki gösteremeyecek hale
gelmek! Toprağı, kültürü tanımamaktan, tarihi bilmemekten ya da
fazlaca nazenin olmaktan kaynaklanmıyor bu durum. Bir 'ölçümüz'
olduğunu fark ediyorum. Olabilecekler, yapılabilecekler, tanıklık
edilebilecekler bakımından bir 'had' duygusu var sanırım o
vasatlıkta.
Bunun bir nedeni, belki de hiç birimizin Türkiye tarihinde çok
acı çektirilen yurttaş kesiminden olmayışımızdır. Yine de yalnızca
tek bir gerekçe olurdu bu. Zira o ortalama değerlerden az çok
haberdar olan her kimse, benzer bir teraziye sahip olur. Herkesin,
“Bu da olmamıştır herhalde,” dediği bir yer, sınır bulunur. “Ar
damarı çatlamış” sözünü işitir ve kullanırız ama öyle birileriyle
çok sık karşılaşmayız aslında. Kimilerinin devasa servetlerini
tahmin etsek de, rakamlarla karşılaşmak yine de şaşırtır.
İnternetteki sinir bozucu haber ve yorum furyasının yoğunluğu da
söz konusu ruh hali ve sözsüzlüğün güçlenmesine yol açıyor olabilir
kuşkusuz. Her an, her dakika, her şeyden haberdar olmak, bu
iletişim çağında iletişim kuramaz hale getiriyor insanı. İnsan her
an, her dakika, her şeyden haberdar olmamalı bana kalırsa. Biraz
sakin bir yaşamı ve düşünmeyi neredeyse imkansız hale getiriyor bu
durum. Diğer yandan da arsızın uğursuzun işini de zorlaştırıyor
tabii, bu da iyi yanı olmalı.
Ömür boyu maruz kaldığımız, sahip olduğumuz, bir arada yaşamayı
kolaylaştıran o vasatî değerler bütünü, bize 'sıradan' olanı
öğretirken, kaçınılmaz biçimde 'sıradan olmayanı', yani 'şaşkınlık'
uyandırması gerekeni de öğretiyor. Örneğin birinin işini yapması
sıradan ise, o iş için rüşvet talep etmesi yadırgatıcıdır. Ancak
aynı kişinin, diyelim bir de uyuşturucu işine bulaşmış olma
ihtimali, artık yalnızca 'yadırgatıcı' ya da 'şaşırtıcı'
terimleriyle karşılanamaz. Ya da bir insanın yaşamına son veren
fiilin 'failinin' meçhul olmadığını bilirsiniz bilmesine de, bir
gün o fail ortaya çıkarıldığında ve yaşamına hiçbir şey olmamış
gibi devam ettiğinde hissettiğiniz, artık 'şaşkınlıktan' öte bir
duygu. Siz biliyorsunuz, o biliyor, herkes biliyor ve sizin ve
herkesin bilmesi, somut hiçbir değişikliğe neden olmuyor gerçek
yaşamda. İnsanı kaskatı yapan bir durum bu.
Kaskatılığın bir nedeni, yeni olana nasıl tepki verilmesi
gerektiğini bilmemekse, diğer nedeni gösterilebilecek tepkinin
ölçüsünün sahip olduğumuz o vasatî değerler ve deneyim tarafından
belirlenmiş olması. Diyelim, insanın edeceği küfrün bile bir tarihi
var, herkes her küfrü edemiyor! Duyulan öfke, önceki öfke
deneyiminden ayrı değil, hepimiz aynı şekilde gösteremiyoruz
öfkemizi. Her birimizin derdi tasayı göğüsleme ya da onlardan kaçıp
kendimizi koruma yordamımız farklı. Kimi içine kapanıp artık
duymamaya çalışıyor, kimi yaka bağır açık koşuyor muhatabın üzerine
ve kimi de ne diyeceğini bilemez halde. Başka bir bağlamda
yazmıştım daha önce; son yirmi yıldır hiçbir taksiye gideceğim yeri
onaylatmadan binmedim ve kuyrukta beklerken önüme geçen birini
uyarmadım. Son derece vahim ve kesinlikle tavsiye edilebilir
yurttaş davranışları değil bunlar. Kuyrukta göz göre göre önüme
geçen birinin benim uyarıma vereceği muhtemel yanıtın niteliği ile
konforumu karşılaştırıp 'susmayı' tercih ediyorum. Çünkü onun
vereceği yanıta aynı şekilde karşılık vermem mümkün olmadığı gibi,
şart da değil.
Daha iki gün önce emniyet mensuplarının yurttaşa nasıl
davrandığını, neler söylediğini gördük canlı yayınlarda. Her
zamanki durum tabii, yeni bir şey yok. Nasıl yanıt verilebilir ki
yurttaşına böyle davranana. Size 'yavşak' diyen bir memura, hak
ettiğini söyleyebilir misiniz? “Bana hakaret edemezsiniz,”
ifadesinin bir yararı olur mu, yoksa yeni hakaret ve kötü muameleye
yol mu verir? Asistan olduğumda, yaşını başını almış deneyimli
hocalar öğrenci ile iletişim konusunda nasihat ederdi. Özü şuydu:
Öğrenci, yani genç insan her şeyi söyleyebilir, ağzından her an hiç
umulmadık sözler çıkabilir, ancak hoca aynı şekilde karşılık
veremez; bu yüzden genç bir insanın onurunu kıracak, onu tahrik
edecek bir şey söyleme sakın. Çok sık hatırlıyorum bu doğru
nasihatı şu sıralar!
Neden tıp fakültelerinde ve daha pek çok eğitim kurumunda, genç
insanlar harıl harıl Almanca ve İngilizce çalışıp yurt dışındaki iş
imkanlarını takip ediyor? Şu ana dek binlerce yeni mezun genç hekim
Almanya'ya gitmiş çalışmak için. Neden? Örneğin okullarda 'Andımız'
okutulmadığı için mi? Yoksa 'kahraman' yerine, 'hukuka uygun
davranan' polis ve idare görmek istemeleri, bunun nedenlerinden
biri olabilir mi? Muhtelif meslek gruplarının 'kahraman' oluşu,
buna mukabil pek azının hukuku ciddiye alışı, örneğin? Tedirgin
olmadan, asgari insanî koşullara sahip bir yaşamı düşlemek çok şey
istemek mi hakikaten? İyi çocuklar, düzgün çocuklar, hak ve
ödevlerini bilen dürüst çocuklar yetiştirelim, ne güzel, peki
nerede yaşasınlar ve nasıl tahammül etsinler tanık olduklarına?
Suskunluğa mı gömülsünler, bir ömrü ne diyeceğini bilmeden mi
geçirsinler, nedir önerimiz?
Ne diyeceğini bilemediği için suskunlaşan, apolitiklikten değil
aksine politik eğilimi nedeniyle sessizliğe zorlanan insanın,
gelecek öngörüsü ne olabilir? Hiçbir ölçü duygusunun kalmayışı,
yalnızca bugüne değil, yarına yönelik endişe yaratır; söyleyecek
söz bulamamak, geleceğe dair umutsuzluktan kaynaklanır ve o
umutsuzluk bugünkü 'sözün' tonunu ve niteliğini belirler. Hal
böyleyken, örneğin iyi ve inandırıcı muhalefet, salt iktidar
eleştirisi yapan değil, geleceğe dönük somut ve özgürleştirici
öneriler sunan, sunduklarıyla güven inşa eden muhalefettir.
İnsan, tanık olduklarının mide bulandırıcılığı ve yoğunluğu
karşısında ne diyeceğini bilemez hale gelebilir, gelebiliyor.
Sözümüz ve tepkilerimiz de öğrendiğimiz, bildiğimiz kadar
nihayetinde. Sükût her zaman ikrardan değil, bazen de
ikrahtandır.
Umut 1: Köşe komşum Önder Algedik, Meral Akşener'in (İYİP'in)
'iklim hedefine' yönelik açıklamaları üzerine yazdı. Bir partinin
bu konuya eğilmesi ve plan sunması önemli. Türkiye ve Dünya'nın
önündeki 'en acil' sorun. Okumayanlar için buraya bırakıyorum:
Umut 2: CHP, TBMM'de Kadına Yönelik Şiddetin Nedenlerinin
Araştırılması Komisyonu'ndan çekilip bir 'gölge komisyon' kurmaya
karar vermiş. Şükürler olsun, hakikaten şükürler olsun; sonunda bir
muhalefet partisi, bir yerden çekilebildi! Sonunda, burada
olmamızın bir anlamı yok, diyebildi. Umuyorum bir gün parlamentoda
hemen hiçbir işlevlerinin olmadığını/kalmadığını da fark
ederler.