Vico, İtalyanca olarak yazdığı ilk kitap olan Yeni Bilim (1725) ile beşerî çalışmaların (human-istic studies) temellerini atar. Bu kitapta Vico öncelikle tarihin insan çabasının bir ürünü olduğunu ileri sürer. İnsan sadece kendi yaptığını bilebilir. Ancak Vico kitabında bunu pat diye söylemez. Genelde her şeyin üçe ayrıldığı bu kitapta Vico insanlık tarihini de üçe ayırır: Tanrılar Çağı, Kahramanlar Çağı ve İnsanlar Çağı.
İnsanın tarihin dümeninde olduğu zamanlar bir anlamda modern zamanlardır. Toplum da işte bu zamanların bir kavramıdır. İnsanın genellikle topluluklar halinde yaşayan bir varlık olması her insan topluluğunun toplum olarak nitelenmesini gerektirmez. Toplum, belli bir topluluk biçimidir. Kavramsal anlamda modern zamanlardan, örneğin Vico’dan önce toplumdan söz etmek her zaman belli bir anakronizm riskini bünyesinde taşır.
Toplum bireyin, yurttaşın, oy ve vergi verenin, grupların, zümrelerin, sınıfların dünyasıdır. Toplum bir yandan, kendisini oluşturan öznelerin onun hakkındaki tasavvurlarının bir bileşkesidir. Diğer yandan ise toplumun kendisini oluşturan her öznede belli bir gerçekleşme düzeyi vardır. Bu ikisi birbirleriyle çelişiyor gibi gözükse de aslında İnsanlar Çağı’nda toplumu mümkün kılan işte bu ikisinin bir aradalığıdır. Sanılanın aksine birey/toplum ilişkisi sadece çatışma ekseni değildir. Çünkü her ikisi de aynı tencerede pişerler. Hatta biri olmadan diğeri de olmaz.
Bu gerilimli bütünü mümkün kılan ise kamudur. Toplum ile tekil birey arasındaki ilişki doğrudan değildir, kamuyu dolaşır. Örneğin, siyasi iktidarla tekil yurttaşın ilişkisinin doğrudanlığı bir demokratiklik değil, otoriterlik işaretidir. Çünkü toplum farklılıktır, çeşitliliktir, hatta çatışmadır. Ve bunlar sivil, sendikal, siyasal örgütlenmeler yoluyla kurumlaşır. Ancak toplum aynı zamanda kamusallık, ilişkisellik, hatta bir örnekliktir. Toplum genelde benzer mekteplere giden yurttaşlardan oluşur. Benzer işlere benzer maaşlar alan, benzer gelirler elde ederek benzer vergiler ödeyen yurttaşlar. Benzer kanonik yapıtlardan kültürel olarak beslenen. Yani bileşik kaplar teorisi sadece fiziğe dair değildir. Aynı zamanda topluma dair söyleyecek bir sözü de vardır. Yüzeyden taradığımızda ilkini, derinden taradığımızda ise ikincisini görürüz.
Bütün bu uzun teorik girişi aslında son günlerde dinlediğim ve okuduğum iki mükemmel yoruma değinmek için yaptım. Önder Özen futbolla ilgili yorumlarını dikkatle takip etmeye çalıştığım bir isim. Her zaman olgunlukla, soğukkanlılıkla ve erdemle meseleleri ele alan, gündelik hesaplara pek yüz vermeyen bir yorumcu. Geçtiğimiz günlerde yaptığı bir maç sonrası yorumunda hakem hataları hakkında konuşmak konusunda nerede durduğunu çok güzel ifade etti. Mealen şöyle dedi: “Ben ne kadar iyi yorumcuysam, futbolcular ne kadar iyi futbolcuysa, antrenörler ne kadar iyi antrenörse, kulüp yöneticilerimiz ne kadar iyi yöneticiyse, federasyon ne kadar iyi bir federasyon ise, Süper Lig gerçekten ne kadar süperse, hakemlerimiz de ancak o kadar iyi.”
Önder Özen kesinlikle haklı ve söyledikleri aslında hayatımızın her alanı için geçerli. Bir toplumun siyaseti yerlerdeyken, üniversitesi göklerde olabilir mi? Bir ülkenin sanayisi sürünürken, ihracatı mükemmel olabilir mi? Bir toplum, eğitim iflas etmişken, çok kaliteli yurttaşlara sahip olabilir mi? Bu soruları sonsuza kadar çeşitleyebiliriz. Yani bir ülkede toplam bir kalite sorunu varsa, bunun sorumlusunun sadece hakemler olması mümkün değildir!
Murat Önderman’ın da kitaplarını, hatta Twitter hesabını özenle takip ederim. Kendisini Türkiye’nin en önemli okuryazarlarından bir olarak görürüm. Geçenlerde şöyle bir tweet attı: “Vaha çölde olur, toplumsal hayatta ise bir seraptır. Kurtarılmış bölgeleri olmaz geniş anlamda toplumsal hayatın.” Gerçekten de toplumsal hayatta mucizelere pek yer yoktur. Toplumun bir kesimi, bir alanı, bir kurumu diğerinden çok daha iyi ya da çok daha kötü olamaz. Toplumu oluşturan her birimin içinden geçen bir yanı vardır toplumun. Toplum derken yüceltmiyorum, kavramı sadece hak ettiği yere oturtmaya çalışıyorum. Eninde sonunda toplumsal vasat biraz da genetiktir. Ve son kertede belirleyicidir.
Sonuç olarak köfte-ekmek yerken aldığınız lezzet köfteyle ekmeğin lezzetlerinin bir ortalamasıdır.
Yani toplum ilişkiseldir. Toplumda sınıflar, zümreler, gruplar, bireyler birbirleriyle ilişki içinde meydana gelirler. Toplum her biri başka tencerede pişmiş yemeklerin bir tabakta bir araya geldiği bir aşçı tabağı değildir. Her sınıfın, zümrenin, grubun, bireyin lezzeti bir diğerine karışmıştır.
Toplum bileşik kaplar gibidir. Yukarıdan baktığımızda her tüpün, yani sınıfın, zümrenin, grubun, bireyin bir diğerinden farklı olduğunu, aralarında hiçbir bağlantı olmadığını sanabiliriz. Ancak meseleye aşağıdan, yani daha derinden baktığımızda tüpler arasındaki bağlantıyı fark etmemek mümkün değildir. Bileşik kaplarda hangi tüpe sıvı dökerseniz dökün, sonuç olarak bütün tüplerdeki sıvı seviyesi aynı olacaktır.
Uzun lafın kısası Önder Özen de, Murat Önderman da sonuna kadar haklıdır. Bunu fark etmek için asgari düzeyde bir kamusal bilince sahip olmak yeterlidir.