28 Temmuz 2014 günü, dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç,
AKP Bursa İl Başkanlığı tarafından düzenlenen bayramlaşma
töreninde konuşuyor. 10 Ağustos’taki ilk Cumhurbaşkanlığı seçimine
12 gün kalmış. Gündem seçim. Arınç, yardımcılığını yaptığı Başbakan
Erdoğan’ın adaylığını destekliyor elbette. Her zamanki gibi uzun
bir konuşma yapıyor. Oy istiyor falan. Sonra o “oy isteme”
olayının, özellikle 2007’den beri sıklıkla çalıştırılan bir çarkını
döndürmeye başlıyor. Ve konuşmasının bir bölümünde şöyle diyor:
“Haya güzeldir. Kadında olsa daha da güzeldir. İffet çok
önemli. […] Kadınsa o da iffetli olacak. Mahrem namahrem bilecek.
Herkesin içerisinde kahkaha atmayacak, bütün hareketlerinde
cazibedar olmayacak. Şimdi bunu birileri söylediği zaman 'ya bu
adam hangi dilden konuşuyor' diyebilirler. Bu kadar değerlerimize
yabancılaştık bugün.”
Elbette, bütün o rutin ‘Hamdolsun memleketi çok iyi yönetiyoruz’
nutkunun içinden bu bölüm öne çıkıyor. Konuşma pek çok mecrada bu
sözler üzerinden haber oluyor. Ve elbette, başta kadınlar olmak
üzere toplumun önemli bir bölümü bu sözlere tepki gösteriyor.
İktidarın kontrolündeki Anadolu Ajansı (AA) ise bu nutku
abonelerine “İstikrarı bozmak için tuzaklar
kuruldu” başlığıyla geçiyor. Mezkûr sözlerin üstüne de “İffet
çok önemli” diye bir ara başlık atılmış olarak… Tepkiler üzerine
Arınç, bir hafta sonra katıldığı bir TV programında o konu hakkında
yine konuşuyor. Aradan geçen bir haftada bizzat Arınç’ın
demeçlerinden beş haber yapan (neredeyse her güne bir haber), ama
“iffetli kadın herkesin içinde kahkaha atmayacak” sözlerine yönelik
tepkilere ilişkin tek haber geçmeyen AA, tabii ki bu sözleri de
haber yapıyor ve şu başlığı atıyor: Kadınlarımızı hedef alan bir konuşma
yapmadım…
2014 zaten, artık hiç kimsenin AA’dan habercilik
konusunda bir şey beklemediği zamanlar. Ama bu ‘yayın
politikası’ bize bugünkü bir durum için yardımcı olacak.
Nitekim dönemin AA Genel Müdürü Kemal Öztürk, şimdilerde, “tıkandık
ve çoraklaştık” deyip, ‘yerleşik medya düzenine itiraz ederek’ bir
Youtube kanalı açtı ve Arınç’la yaptığı video röportajın burada dün
yayınlanan ilk bölümü çok dikkat çekti. Arınç’ın bu röportajda
söylediklerine geleceğiz. Zaten asıl konumuz da bu. Fakat yine bazı
hatırlatmaları yapmak gerekli önce... Bülent Arınç, 2014’te
sürdürdüğü Başbakan Yardımcılığı görevine gelmeden önce TBMM
Başkanı’ydı; Kemal Öztürk de bu dönemde –yani AA Genel Müdürü
olmadan önce– Arınç’ın başdanışmanı…
Şimdi gelelim düne… Eski meclis başkanı ve başdanışmanı, şimdi
Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu’na atanmış bir yüksek
bürokrat ve ‘serbest gazeteci’ olarak röportaj yapıyorlar. 2002’den
beri süren iktidarın en yüksek siyasal makamlarında ya da en yüksek
bürokrasisinde görev yapmış, bunu, her ikisi de neredeyse
kesintisiz olarak uzun yıllar sürdürmüş, birinin kesintisi sona
ermiş ve yine sistemin çekirdeğinde mevki sahibi olmuş iki tanıdık
sima memleketin sorunlarını konuşuyorlar. Bülent
Arınç şöyle söylüyor orada:
“KHK bir faciadır. […] Çevremde o kadar çok bu felaketi
yaşayan insan var ki. Ben onlara acıyorum, merhamet ediyorum.
Aslında onlardan da özür diliyorum. Evime temizlik yapmaya gelen,
daire başkanlığından ihraç edilmiş bir kadını gördükçe, eşi polis,
ihraç edilmiş bir başka kadını gördükçe ben yerin dibine geçiyorum.
Ve onlara birkaç kuruş daha fazla vereyim de bir katkım olsun
diyorum. Kırıkkale’den yumurta getirip de kapı kapı satmaya çalışan
bir genel müdür yardımcısı görünce felaket görüyorum. Bir
benzinliğe gittiğim zaman bir Danıştay üyesinin pompa tuttuğunu
gördüğüm zaman acı duyuyorum.”
Önce usulden bir itiraz: Pek çok yerde bu sözler “Arınç
KHK’lılardan özür diledi” başlığıyla haber oldu. Oysa Arınç özür
dilemiyor, çünkü dediğine bakılırsa acıyor ve
merhamet ediyor. Acıma ve merhametle özür dilenmez,
içtenlikli bir özür, verilen zararın telafisinin ardından ya da bu
telafi sürerken edilir. Ve insan özür dilediği kişiye acımaz.
Gerçek bir bağışlanma dileği esnasında merhamet edilecek
bir kişi varsa, özür dileyerek bir pişmanlık sızısı duyduğunu
gösteren kişidir bu. Pişmanlık acı verici bir duygudur zira… Ve bu
acıyı içermeyen bir özür dileme, gerçek bir bağışlanma
talebi değildir. Böylelikle bu ‘özür’, kendisini geçersiz hale
getiren ‘acıma ve merhamet’ şerhini de geçersizleştirir.
Acıdığı için, özrü geçersizdir ve özür dilemesi, aslında
merhamet de etmediğini göstermektedir. Arınç KHK’lılara ne merhamet
etmektedir, ne de onlardan özür dilemektedir.
İkincisi, KHK bir ‘facia’ değildir. Ondan bir doğa olayıymış,
bir afetmiş gibi, hiçbir sorumluluğu işaret etmeyen, öznesiz bir
ifadeyle ‘facia’ diye söz edilemez. KHK(lar), şimdi Yüksek İstişare
Kurulu’nda görev aldığı yönetimin inşasında çok önemli bir rol
oynamış, çok aşamalı, sistematik bir süreçtir. Zaten “Allah’ın
lütfu” düzeyinde bir fırsat olarak değerlendirilmiştir.
Yargıyı ve yüksek yargıyı, güvenlik bürokrasisini, üniversiteleri,
eğitimi, sendikaları, meslek ve toplum örgütlerini; yeni
ittifaklarla güncellenmiş bir siyasal tahakküm lehine,
biçimlendiren, kendine bağlayan ya da yok eden bir işlev görmüştür.
Bu yönüyle, yine Arınç’ın vaktiyle “Türkiye’nin bağırsakları
temizleniyor” diyerek desteklediği, bir süre sonra da “Tutuklama
haberleri geldiğinde utanıyorduk” diyerek pozisyonunu
güncellediği Ergenekon ve Balyoz süreçlerine
benzemektedir. Orada da devlet içi sert bir tasfiye ve yeni
bürokrasi inşasına girişilmişti. Gülencilerin yalnız olmadığı,
siyasal iktidarın yanı sıra, bürokrasideki başka bazı İslamcı ve
ülkücü çevrelerin, 80 sonrasının makbul bürokrat tipi
‘milliyetçi muhafazakar’ların önemli bir bölümünün, hatta ordu
içindeki kliklerin dâhil olduğu bir konsorsiyumun inşası…
Gülencilerin sistemden atılması ve konsorsiyuma yeni grupların
katılması inşaat sahasını temizlememiştir. KHK’lar bu inşanın bir
başka etabı olarak iş görmüştür. Facia değil mimaridir.
Öncesi bir yana, son 40 yıldır, Cuntadan, Özalcılıktan,
Susurluk’tan, 28 Şubat’tan, 7 Haziran’dan, 15 Temmuz’dan geçmiş;
bankaları soyulmuş, ekonomisi çökmüş, yıllarca sert bir iç çatışma
yürütmüş ve bunca yaşananlar sırasında bürokrasisi, kimileri
birbirine düşman kliklere bölünmüş bir devletin, son 25 yılına bir
şekilde tanıktır Arınç. Bunun bir facia değil
faaliyet olduğunu da bilir dolayısıyla. Ama facia olarak
söz edilmeye başlanması, bir faaliyetin artık eskisi kadar işlevli
olmadığını işaret ediyor olabilir. Sorumluluktan kaçan bir
‘uzlaşma’ arayışının; bir genişleme, hiç değilse daha fazla
daralmama çabasının ürünü olabilir. Ana gövdeden kopan
grupların temel argümanlarını zayıflatmayı gözeten bir seçim/seçmen
hazırlığı olabilir. Son noktada, ileride kendisinden de ‘facia’
diye söz edilebilecek yeni bir ‘faaliyet’tir yine.
Devlete ve siyasete hâkim olma, hâkim kalma çabasının
manevraları Türkiye’yi özgürleştirebilecek hiçbir ışık taşımıyor.
Sistemi AKP’nin içinden kopan gruplarla ikame etme ya da rejimin
çekirdeğine, bu gruplarla da uzlaşabilecek yeni bir meyil verme
gayreti, hepsinin siluetinin göründüğü, yıllanmış bir bulanık su
gibi görünüyor. Türkiye, evine temizliğe gelen eski daire
başkanına acıyarak üç beş kuruş daha fazla vermeyi erdem sanan
insanların kendisini getirdiği bir noktada duruyor bugün. Kadınıyla
erkeğiyle ‘kendi evini temizleyecek’, bunu kibirli acıma
duygularının ve yapay faciaların uzağında yapacak bir kurtuluşa,
ekmeğe, barışa ve özgürlüğe ihtiyaç duyuyor. Yol açtığı facialarda
mağdur olanlara acıdığını söyleyen siyasetçilere, bürokratlara,
gazetecilere değil…