Ne zafer ne hezimet Lozan sadece bir antlaşma

Yazık ki tarihe nesnel ya da tarafsız bakabilen pek az ülkemizde. Hamasi ya da romantik bile değil gündelik siyasi kazanımlar uğruna ideolojik yorumlanıyor en göz önündeki tarihi gerçeklikler bile.

Berrin Sönmez bsonmez@gazeteduvar.com.tr

Ama önemli bir antlaşma. Bir barış antlaşması. Bizim için Birinci Dünya Savaşı'nı bitiren, savaşa ve yenilgiye ilişkin hesapları Anadolu’nun zaferiyle kapatan (kapatılan hesabın önemini bir sonraki yazıda açıklayacağım) bir antlaşma Lozan. Çünkü Millî Mücadele, Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı’nın yenilgisine itirazdır. Anadolu, devletin yenik olarak imzaladığı Birinci Dünya Savaşı'nı bitirme antlaşmasına, Sevr’e isyan ederek kıyama durmuştu. Şunu da akıldan çıkarmamak gerek “bize Sevr’i dayatanlar” sözü pek sevilen bir retorik ancak hatırlanmalı ki Millî Mücadele sadece Sevr’i yazanlara değil, aynı zamanda o antlaşmayı imzalayan Osmanlı Devleti'ne karşı da verilmiş bir savaştı. Dünya harbi sonunda yenilgi öylesine açık ve devlet öylesine çaresiz haldeydi ki, hangi padişah hangi hükümet olursa olsun Mondros Ateşkes Antlaşması'nı ve Sevr Barış Antlaşması'nı imzalamak zorundaydı. Bu antlaşmaları imzalayanlar, Cumhuriyetin, özellikle ilk yıllarında, kendi tarih tasarımını kurarken pek iddialı biçimde sunduğunun aksine hain değillerdi. O gün için mümkün olan en akılcı politikayı seçerek savaş halini sonlandırmak istediler. İmzaladıkları antlaşmaları tüm ülkeye kabul ettirmek için zamanın hükümeti otoritesini, halkı üzerinde sonuna kadar da kullandı. İşgallerin genişlemesini önlemek ve elde kalan son toprakları da kaybetmemek için kendi içinde tutarlı bir politikayla, halkı Sevr’i kabule zorladılar. Dayatanlar cephesine İstanbul Hükümeti de dâhil yani. Çünkü çaresizdi ama halk çaresizliği reddetti. Savaşan taraflar dünya harbini bitirdiğinde biz, kendi harbimizi başlattık. O tarihte dünyayı bölüşenlerle, destekledikleri işgalcilerle biz dört yıl daha savaşmayı göze aldık ve kazandık.

Lozan Barış Antlaşması bu kazanımın, zaferin tescili. Yazık ki tarihe nesnel ya da tarafsız bakabilen pek az ülkemizde. Hamasi ya da romantik bile değil gündelik siyasi kazanımlar uğruna ideolojik yorumlanıyor en göz önündeki tarihi gerçeklikler bile. İfrat tefrit sarkacında tarih okumalarına dayanılarak üretilen politik söylemler de çelişki yüklü oluyor elbet. Başlangıçta Sevr’i ihanet olarak tanımlayan Kemalist rejime inat ederken "bize Sevr’i dayatanlar" klişesiyle Sevr’i ihanet belgesi gibi sunan Kemalizm’le özdeşleşilmiş olduğu bile idrak edilemiyor. Lozan yorumları da böyle garip çelişkiler yüklü. Her şeyden önce Lozan da, o günün şartlarında ulaşılabilecek en iyi şartlarla, zaferimizin ve bağımsızlığımızın uluslararası tescili. Gönüllerdeki kazanımlarla mümkün kazanımlar arasında akılcı politika yürütülerek imzalanmış ve onaylanmıştır. Zafer mi hezimet mi spekülasyonlarına geçerlilik kazandıracak siyasi söylemler dile getirildiğinde altından kolay kalkılamayacak çelişkilere düşülüyor. Millî Mücadele'yi yok sayar, önemsizleştirirseniz Lozan’ı da tahfif edebilirsiniz. Bu tarihi gerçekliğe aykırılık yönüyle tartışılır ama kendi içinde tutarlı bir değerlendirme sayılabilir. Ancak Millî Mücadeleyi, Kuvva-yı Millîye ruhunu -ki şükürler olsun bu ruhun ölmediğini 15 Temmuzda gördük- inkâr etmez fakat Lozan’ı yutturmaca sayarsanız, bu yorumun izahı mümkün olmaz. Zira yönetmekte olduğunuz devletin bağımsızlık belgesini ihanet belgesi gibi sunmanızın ortaya koyduğu çelişki, her türlü izahtan varestedir.

Lozan konusuna devam ederek Lozan Barış Antlaşması'nı bir de Arap Baharı, Suriye iç savaşı ve daha önemlisi 15 Temmuz'a uzanan yolda okumak gerektiğini yazacağım. Umarım o yazıda Milli Mücadele'nin getirdiği zaferle ulaşılan onurlu bir barış antlaşması olarak Lozan ile hangi hesapların kapatıldığını ve günümüze yansımalarına ilişkin düşüncelerimi açıklayabilirim.

Tüm yazılarını göster