Neden Arapça öğrenemiyoruz?

Bana göre bizim senelerce baba Esad’a Esad dememizin sebebi Türkî dilliler olarak Arapçadaki kaba veya eğik a/e seslerine alışık olmamamız ve onları net/düz a ve e seslerine dönüştürmemiz. Bu şekilde yerel fonetiğe uydurulan Arapça sözcüklerden kapsamlı bir sözlük bile basılabilir. Sonuç olarak bana göre yabancı/ithal sözcüklerde ‘doğru kullanım ve telaffuz’ orijinal olan biçim değil, halkın benimsediği biçimdir.

U. Töre Sivrioğlu ulastoresivrioglu@gmail.com

Esad mı Əsəd mi? başlıklı yazıya Arapça konusunda bilgili ve ilgili okurlardan bir dizi eleştiri ve katkı geldi. Özetle şu söyleniyor: Suriye Devlet Başkanının adı aslan (أسد) anlamına gelmektedir ve Batılı transliterasyonu Assad’tır. Türkçe yazılışı/okunuşu Esed olmalıdır. Türkçede daha yaygın kullanım olan Esad/Esat (أسعد) ise mutluluk (saadet) kökünden türer, ‘mutlu kişi’ anlamına gelir, Batıda yazılışı As’ad’tır. Yani iki isim birbiriyle ilgisiz iki farklı kökten türemektedir.

Bazı okurlarımız benim de bu iki ismi birbiriyle karıştırdığımı düşünmüş. Suriye Devlet Başkanının adının aslan anlamına geldiğini ve Arapçada Esed sesine yakın olarak okunduğunu bilmekteyim. Ama madem öyle Arapçadaki tam okunuşunun Esed değil Əsəd diye yazılması gerektiği konusundaki kendi transliterasyonumda ise ısrarcıyım. Hatta Arapça uzmanlarından biri de Æssæd  yazımını önermiş ki o kadarını kimseye tavsiye etmiyorum.

Neyse bizim ilgilendiğimiz asıl konu Türkçeye Esad olarak yerleşmiş bir ismin bir anda Esed formuna bürünmesindeki esrar ile yanlış da yerleşmiş olsa Arapça sözcüklerin bizdeki ‘yanlış’ karşılıklarının ‘doğru’ kabul edilmesi gerektiği üzerineydi. Bu vesileyle yeniden baktım. Anadolu Ajansı belirli bir tarihe kadar Esad derken bir anda Esed demeye başlıyor. Bazı okurlarımıza göre geçmişteki Esad kullanımı, saygın ve Şiilerce kutsal görülen (Esedullah/Allah’ın aslanı kaynaklı) bir isim olan Esed’in bilinçli şekilde ‘iddiasız’ ‘mutlu adam” formuna sokulmasıydı. Tersinden de şimdiki Esed ısrarının da, muhatabın Şii kimliğinin altını çizmek (ötekileştirmek) için tercih edildiği eklenmekte.

Bunları bilemiyorum. Hayatım boyunca hükümet adamlarının kapalı kapılar ardında ne cin fikirler ürettikleri konusunda aklımı yormadım. Ama bütün Arap liderlerinin adının Türkçeye uygun bir şekilde telaffuz edildiği bir ülkede birdenbire Esad’ın Esed yapılmaya çalışılmasındaki gayret hakikaten gülünç bir girişimdi. Düşünsenize Hüsnü Mübarek yerine bir anda alınan kararla Husni Mubarek, Kaddafi yerine Qaddafi diyeceğiz. Bu konuda hemen aklıma gelen örnek Esad ile aynı seslerle yazılan eski Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat… Rahmetli günümüze yetişseydi demek ki onu da Enwer Sadat olarak anacaktık. Sedat adı Arapçada belirgin biçimde iki elifle (السادات ) yazılmakta... O nedenle bundan böyle Enver Sedat’a kesinlikle Enver Sadat denmeli. Ama belki de Sedet denmeli. Enver Sedet mi yoksa Sadat mı tartışmasını buradan başlatmak istiyorum.

Benim bu keşmekeşten kendimce çıkardığım sonuç şudur: Türkçe konuşan ahali Esed ya da Esad arasındaki farkı bilmemekte, umursamamakta ve aslan anlamına gelen esed’i insan adı olarak kullanmamaktadır. Bir zamanlar bu ayrımı biliyorsa da zamanla unutmuş veya farkı önemsemez hale gelmiştir. Mesela Osmanlı halkı (en azından batı ile ticaret yapılan kıyılarda), üzerinde aslan resmi olduğu için Hollanda talerine Esed Altını demekteydi. Demek ki geçmişte bu sözcüğü az çok tanıyordu. Halife Ali’nin (ve de Hamza b. Abdülmuttalib’in) unvanlarından olan Esedullah tabirini elbette biliyordu. Ama Türkçe konuşan halk arasında Esed veya Esedullah adının kullanım yaygınlığı yoktu. Yani tarihte bir Esed Paşa, halk şiirinde Esedoğlu diye biri bildiğim kadarıyla yok, bilen varsa bana da söylesin. Ulema arasında mutlaka Esedullah Efendi Hazretleri diye biri vardır diye tahmin ediyordum ki hakikaten de Şeyh Hacı Esedullah Efendi diye biri varmış.

Bana göre bizim senelerce baba Esad’a Esad dememizin sebebi Türkî dilliler olarak Arapçadaki kaba veya eğik a/e seslerine alışık olmamamız ve onları net/düz a ve e seslerine dönüştürmemiz. Bu şekilde yerel fonetiğe uydurulan Arapça sözcüklerden kapsamlı bir sözlük bile basılabilir. Sonuç olarak bana göre yabancı/ithal sözcüklerde ‘doğru kullanım ve telaffuz’ orijinal olan biçim değil, halkın benimsediği biçimdir. Bu nedenle Suriye Devlet Başkanının adının gerçekte Əsəd (aslan) olduğunu bilmekle birlikte yerleşmiş, kabul görmüş kullanımı Esad’ı (mutlu kişi) tercih ediyorum. Neden yanlış kullanımı tercih ediyorum? Çünkü doğru kullanımlara milletçe geçiş yapmamız mümkün değil.

Şimdi yavaş yavaş asıl konumuza yani “Neden Arapça Öğrenemiyoruz” sorusuna geçebiliriz. Bu arada kimse çoğul kullandım diye alınmasın. Arapça öğrenemeyen aslında benim. Defalarca gitmeme rağmen Arapça kurslarından hep eli boş döndüm. Sonunda Arapça’nın ‘öğrenilemez bir dil olduğuna’ karar verdim. Yıllar boyunca “Hocam ben bir türlü İngilizce öğrenemiyorum, sizce ne yapmalıyım” diye soran öğrencilerime hep aynı ezber cevabı veriyorum “Arapça kursa yazıl”. Evet, İngilizce öğrenmenin en kestirme yolu bana göre önce bir Arapça kursa yazılmak! Arapça kursa yazılıp ilk üniteleri atlamaya başladığınızda İngilizcenin ne kolay ve öğrenilesi bir dil olduğunu hemen fark edeceksiniz. Böylece tekrardan motive olup, “İngilizce de dil miymiş” duygusuyla bu lisanı hızlı biçimde öğreneceksiniz. Tavsiyeme uyun, faydasını göreceğinizden eminim.

Şimdi bana inanmayanlar için küçük bir deney yapalım. İngilizce kursa başlıyoruz, öğretmenimiz bize çoğullaştırma kurallarını öğretiyor. “Arkadaşlar İngilizcede sözcükleri çoğul yapmak için sonuna -es takısı ekliyoruz: horse =at; horses= atlar. Birkaç tane de istisna kural var bilindiği üzere, Yunancadan geçen sözcükler veya sonu zaten s harfiyle bitenler gibi. Ama onlar da yarım saatte öğretiliyor. Sonuç olarak İngilizcede çoğullaştırma ünitesi bir derslik bir konudur.

Böylece bu meseleyi halletmiş olduk. Şimdi hafta sonu bir de Arapça kursuna başlamış olalım. Hocamız “Arkadaşlar şimdi Arapçada sözcüklerin çoğullaştırma kurallarına başlıyoruz” dedi. Bundan sonraki yıllarımız bu kuralları ve kuralsız çoğullaşanları öğrenmekle geçecek. Öncelikle sözcüklerin eril (müzekker), dişil (müennes) ve nötr (mükesser) olup olmadıklarını öğrenmeliyiz. Bu da tabii tek başına uzun zaman demek… Bazı kelimeler açıkça eril (ör. adam, horoz) ve dişildir (ör. kadın, tavuk). Ama çoğu (yani mecaz eril ve dişiller) ezberlenmek zorundadır. Örneğin deniz (bahr) eril, güneş (şems) dişildir. Neden böyle olduklarını bilmiyoruz (onu da edebiyat tarihçisine sorun). Eril bir kelime genellikle sonuna gelen -une ekiyle çoğullaştırılır: kâfir› kafirune (kâfirler), muallim› muallimune (erkek öğretmenler) gibi. Dişil bir kelime ise sonuna –at eki gelerek çoğullaştırılır: muallime› muallimat  (kadın öğretmenler) gibi… Geriye Arapça kelimelerin büyük çoğunluğunu temsil eden nötr sözcükler yani mükesserler (kırık cem) kalır. Bunları çoğullaştırabilmek için öncelikle kelimenin veznini bilmek gerekir ve bu da kulaktan dolma (semaî) yolla öğrenilir. Daha doğrusu öğrenmesi yıllar alır ya da hayat boyu öğrenilemez. Öğrenebilmek için senelerce Arapça diyalogları dinlemeniz gereklidir.

Örneğin bazı nötrler e’fâl vezniyle çoğullaşırlar (Osmanlıcada en yaygın kalıplardan biridir): şahıs› eşhâs (şahıslar), Türk› Etrak (Türkler), Kürd› Ekrad (Kürtler) şekil› eşkal (şekiller), sebeb › esbab (sebepler), şeref› eşraf (şerefliler/ileri gelenler), varak› evrak gibi. Yine sıklıkla kullanılan bir fu’ûl vezni vardır. Emr ›umûr (emirler), ilm› ulûm (ilimler), deyn ›duyûn (borçlar), melik ›mulûk (hükümdarlar), fen› funûn (bilimler) gibi. Fi’âl vezni de sıkça kullanılır: recul› rical (adamlar/daha ziyade önemli devlet adamları), belde› bilâd (beldeler/ülkeler) gibi. En sık kullanılanlardan biri de fa’ale veznidir: âlim› ulema, câhil› cuhela, fakir›fukara, garib›gureba gibi. Fev’âil vezni de sıkça kullanılmıştır: sahil› sevahil (sahiller), hadise› havadis (olaylar), tarih› tevarih (tarihler) gibi. Mefâil vezni: meclis› mecalis (meclisler/toplantılar), menzil› menazil (hedefler/amaçlar) ve tefâ’îl vezni de teklif› tekâlîf (yükümlülükler) gibi sıklıkla kullanılanlar arasındadır.

Bazı kelimeler farklı biçimlerde çoğullaştırılabilir. Örneğin kâfir kelimesi iki farklı şekilde de çoğullaşabilmektedir, kafirun da doğrudur küffar (fu”âl) da. Ama kalem kelimesinin neden aklamun, ğanem (koyun) kelimesinin neden ağnam olarak çoğullaştığını veya Türk’ün neden Turûk, değil de Etrak olarak çoğullaştığını açıklayabilecek bir teori yoktur. Varsa da benim haberim yok. Veyahut da her ikisi de aynı şekilde yazılan din (دين)  ve borç anlamına gelen deyn (دين)  kelimeleri çoğullaştırınca neden ilki edyan olurken öbürü duyûn olmaktadır? Bunun nedeni bilinmemektedir. Ya da ben bilmiyorum. Bunlar Arapçada işitme yoluyla öğrenilen sözcükler. Bir bakıma bunları okumaktan çok duymak-dinlemek gereklidir. Sonuç olarak mükesserleri çoğul haline getirilmesi tamamen zamanla öğrenilen ve alışılan bir husustur. Eğer kelimenin veznini önceden ezbere bilmiyorsanız asla onu çoğul hale getiremezsiniz. Mesela yeni bir sözcük öğrendiniz at (hisan). Şimdi serbest çağrışımla çoğullaştıralım: kelime erilse hisanun, dişiyse hisanat; nötrse hûsûn, ehsan, ehasin? Bunlardan biri olması gerekir ama hiçbiri değil khil (خيل) diye bir sözcük. Bu köşeyi takip eden Arapçası çok iyi olan okurlarım var. Bana bunun sebebini açıklarlarsa çok sevinirim.

Türk Etrak, Kürt Ekrat olurken yani onlar mükesserken; Arab neden erildir ve Arabun olarak çoğullaşır? Bu arada Esad/ Esed kavgasında olduğu gibi aslında Arap sözcüğünün de Türkçeye uyarlandığını söyleyelim. Arap sözcüğü de Arapçada elifle yazılmıyor. Türkler için yabancı bir ses olan ع ile (عرب) olarak yazılıyor ve o da Earab olarak okunuyor. İngilizler de Arab sözcüğünün okunuşunu Earab olarak yazıyorlar. Arapça her sözcüğü orijinaline döndüreceksek o vakit önce Arap sözcüğünden başlamalıyız.

Tüm yazılarını göster