Neden çayı Dilek İmamoğlu dolduruyor?
Kadın ve çocuk hakları yalnız bizim ülkemizde değil dünyanın her yerinde farklı boyutlarda mücadelesi verilen hassas konular. Çünkü fark etmeden yerleşik yanlışlara hizmet edebiliyorsunuz. Alt metinlere, basmakalıp bir şekilde yeniden üretilen rollere özellikle siyasetle uğraşanların çok dikkat etmesi gerektiğini düşünüyorum. Hatta bu tür sosyal içerikli reklam ve tanıtımlar hazırlanırken sosyoloji ve sosyal politika alanlarındaki literatüre hâkim kişilere de danışmayı alışkanlık etmeleri daha iyi sonuçlar doğurur.
Sevil Kılıç
31 Mart Yerel Seçimlerine sayılı günler kala adaylar değil adeta reklamlar yarışıyor. Son yıllardaki yoğun seçim takvimini düşünürsek siyasi partiler artık sokakları bayraklarla donatmak ve seçim arabalarından müzikli anonslar yapmak yerine daha akılcı ve etkili propaganda araçlarına yönelmiş görünüyor. Vatandaş olarak bütün o çevre ve gürültü kirliliğinden kurtulduğumuza seviniyorum. Bu durum medya yapım şirketleri ve reklam alan kanalları da memnun etmiş olsa gerek. Yalnız Türk dizilerindeki bakışmaların 15-20 saniye kadar uzun sürdüğünü, konuşmaların ise hep bir kavga havasında geçtiğini ve konu itibariyle de -kimse darılmasın- yaratıcılıktan yoksun olduklarını düşününce, bu sevgi yumağı, Coca-cola reklamı tadında reklamları yurt dışından ithal mi ediyorlar diye düşünmeden edemiyorum.
Göze çarpan bir diğer yenilik seçim şarkılarının müzik türlerinde. Repertuvarlara yeni giren rap ve rock tarzındaki seçim müziklerine bakılırsa oy kaynağı olarak gençlere yatırım yapılmış.
İstanbul adayı Binali Yıldırım’ın reklam filmi ve İYİ Parti’nin ‘daha yeni başlıyoruz’ etiketiyle duyurduğu video klipler bunlara örnek. Bana kalırsa bu da çok iyi haber. Malum yalnız
ülkemizde değil tüm dünyada on yıllardan beri gençlerin apolitik tutumu, yani politikaya ilgisiz oluşu tartışılıyor. Bugünlerde genç kitlelere ulaşmanın yolunun sokaktan ve dergi, gazete
benzeri yayınlardan geçmediğini söylemek için de çok dikkatli bir gözlemci olmaya gerek yok. Okumak değil izlemek var artık gençlerin hayatında. Ancak izlemek oldukça pasif bir eylem,
aktif bir katılımdan bahsedemeyiz. Birileri yapıyor, siz izliyorsunuz. Zaten gösteriydi, yürüyüştü, sivil toplumdu, gönüllülüktü bunlar artık ”güvenlik gerekçesiyle” pek yok, kalmadı.
Seçimden seçime olan mitingler var katılabilecekleri. Onlara da siyasi angajmanı olmayan bir gencin ilgili olması pek beklenemez. Nerede bu gençler derseniz cevap belli. Hepsi çevrimiçi.
Aslında yalnız gençler değil yaşlısından gencine hepimiz bir şekilde internetle ve medyayla içli dışlıyız. Gençlerin farkı sosyal medyayı daha yoğun kullanmaları. Karşılıklı iletişimden ziyade
hızlı bilgi akışı ve görüntü paylaşımı var sosyal medyada. Viral olmuş bir video birkaç gün içerisinde yüz binlerce kişiye ulaşıyor. Sonra bir bakmışsınız bazı replikler kültürel bir kod haline
bile gelebiliyor. Dolayısıyla bu tür reklam filmi, müzik klibi benzeri görsel medya kullanımının politik konulara ilgisiz gençlerin ilgisini çekmekte en iyi yollardan biri olduğu açık. Burada kim başarılı olursa gençlerin oyunu o alır desem abartmış olmam sanırım. Yalnız bu noktada içerik eskisinden çok daha önemli hale geliyor. Zira ülkemizde siyaset yapmak politika yapmanın önünde olduğu için siyasi mesaj vermek kamu yararına politikaları hep geride ve gölgede bırakıyor. Çünkü bazen algılar gerçeklerden daha gerçek sonuçlar doğuruyor eşyanın tabiatına aykırı olarak. Dolayısıyla algı önemli, bunu kimse yadsıyamaz. Diyelim bilerek ve isteyerek siyasi bir mesaj vermek istiyorsunuz. Bunu filme aktarırken kullandığınız sözler ve/veya
görüntüyle yanında istenmeyen algılar da geçebilir karşı tarafa. Farkında olmadan bazı şeyleri normalleştirebilir ve önyargıları besleyebilirsiniz. Burada bilerek veya bilmeyerek
oluşturdukları alt metinden ötürü iki reklam filmini siyasi olarak değil ama kadın ve çocuk politikaları açısından eleştireceğim.
İlk eleştirim İYİ Parti’nin reklam filmine. Önceki seçimde İYİ Parti’den milletvekili adayı olan oyuncu Mehmet Aslan’ın rol aldığı reklamda, Mehmet Bey muhtemelen Boğaz'da bir restoranda yemek masasında bir kadınla oturmakta. Karşıdan gelen çiçek satan küçük bir çocuğu görüyor ve ‘çiçekçi’ diyerek çocuğu çağırıyor. Reklamı ilk kez seyrederken çocuk işçiliğine dikkat çekmek için yapılan bir reklam zannettim ve bununla ilgili bir mesaj içeriği beklemeye durdum fakat reklam ilerliyor beklediğim mesaj gelmiyordu. İtiraf etmeliyim ki reklamın genelinde verilmek istenen mesaj da son derece vurucu, o yerini bulmuştur siyasi olarak. Fakat seyrettikten sonra benim zihnimde beliren sorular ise şunlar: Bu reklam filmi çocuk işçiliğini normalleştirmiyor mu? Sokakta çalışan o yaştaki bir çocukla derdi olmayan bir siyasi anlayış olabilir mi? Reklamda rol alan siyasetçi dâhil bu durum partili ya da partisiz kimsenin dikkatini çekmemiş mi? Kimse özen göstermemiş mi? Siyasi propaganda için çekilen reklam filmi senaryosunda sokakta çalışan ya da çalıştırılan bir çocuğa yer verip, reklamda bununla ilgili herhangi bir tepkiye de yer vermeyip, sonra çocuk haklarından bahsetmek biraz anlamsız olmayacak mıdır?
İkinci eleştirim ise İstanbul adayı Ekrem İmamoğlu’nun seçim reklamına. Film İmamoğlu’nun eşinin konuşmasıyla başlıyor. Öncelikle bir anne ve eş olduğunu söylüyor Dilek Hanım. ‘Aynı
zamanda’ kendini hayatın her alanında gelişmeye adamış bir kadın olduğunu da ekliyor. Sosyal bilimler gözlüğüyle bakınca daha ilk cümlelerden bir rahatsızlık başlıyor. Annelik aslında
kadınlığın bir alt kümesi. Bir kadının kendini öncelikle bir anne ve eş olarak tanımlaması kendini çocukları ve eşi üzerinden tanımlıyor olması anlamına geliyor. Sonra varsa artakalan zamanı ve enerjisi ile de gelişime açık bir kadın. Yalnız o gelişime adanan kısım yok filmde, hep evin içinde görüyoruz kendisini. Mesela kahvaltı masasında çocuklar ve Ekrem Bey oturuyor, Dilek Hanım çay servis ediyor. Çocukların ödevlerine yardım ediyor, okula gönderiyor. "Eee, ne var bunda, kendisi ev hanımı demek ki" diyebilirsiniz. Ama reklam filminin konusu kadınlar için üretilecek politikalar. Hedef kitle ev hanımları bile olsa onlara yerleşik cinsiyet rollerini pekiştirerek sunmak pek de ufuk açıcı gelmedi bana. Kadınlar ve çocukların hayatını kolaylaştıracak politikalar geliştireceğimi anlatan bir reklam filmi yapacak olsaydım, söylemlerine ve görseline daha çok dikkat ederdim. Çünkü bu coğrafyadaki kadınlar için annelik vurgusu yapmaya gerek yok, aile ile ilgili fazlasıyla yükleri var zaten. Onların yalnız anne oldukları için değil, kadın ve insan oldukları için değerli gördüklerini duymaya ve görmeye ihtiyacı var. Film sonunda ‘çünkü kadınlar buna değer’ klişesi ile bitiyor. Hiç ‘erkekler buna değer’ dendiğini duydunuz mu?
Ne yazık ki kadın ve çocuk hakları yalnız bizim ülkemizde değil dünyanın her yerinde farklı boyutlarda mücadelesi verilen hassas konular. Hassas konular çünkü fark etmeden yerleşik yanlışlara hizmet edebiliyorsunuz. Alt metinlere, basmakalıp bir şekilde yeniden üretilen rollere özellikle siyasetle uğraşanların çok dikkat etmesi gerektiğini düşünüyorum. Hatta bu tür sosyal içerikli reklam ve tanıtımlar hazırlanırken sosyoloji ve sosyal politika alanlarındaki literatüre hâkim kişilere de danışmayı alışkanlık etmeleri daha iyi sonuçlar doğurur. Kimilerine üst üste binmiş bekleyen daha acil sorunların yanında bunlar lükse ve fanteziye kaçıyor gibi gelebilir. Ancak bugün içinde bulunduğumuz durumu, geçmişte gereğinden daha az düşünmekle bir ilgisi olabilir mi?