Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde ve iki gün sonra da Cebeci Kampüsü’nde faşistler yine azmış. Solcu, demokrat öğrencilere saldırmışlar ve sınavlara girmelerini engellemişler. Sosyalist ideolojiyi, devrimci eylem tarzını üniversitede benimsemiş, deneyimlemiş (benim gibi) yüzlerce belki binlerce kişi gözünü, kulağını "bu olaylara" çevirmiş olmalı! Biraz öykünerek, biraz geçmiş günleri yad ederek ve biraz da hayıflanarak.
Hayıflanarak! Neden güçlü bir üniversite gençlik mücadelesi yok bu ülkede? Gericiliğin, faşizmin yıllardır (kemiksiz) iktidar olduğu ve her geçen gün daha da güçlendiği bu ülkede? Bilime, bilimsel düşünceye her geçen gün daha güçlü saldırıların yapıldığı bu ülkede? Farklılıkların engellendiği, yaşam tarzının tektipleştirilmeye çalışıldığı bu ülkede?
Oysa üniversitenin (aşındırılmış olsa da) temel dinamikleri hala duruyor. Üniversite eğitimini evrensel değerlerin dışına hala çıkaramadılar. Üniversiteleri, meslek edindirme kurslarına da hala dönüştüremediler. Üniversite yaşamı, kendi nesnelliğinin yarattığı özgürlüğü/özgünlüğü hala sürdürebiliyor. Ve hala bu ülkede lise mezunu gençlerin çok önemli bir bölümü, üniversiteyi yeni bir hedef, farklı bir yaşam tarzı ve bir “şeyleri” değiştirmenin aracı olarak tercih ediyor.
Ve üstelik bu ülkenin tarihinde üniversite gençlik mücadelesinin çok güçlü bir yeri var; Dev-Genç’i var. Yani sahip çıkılacak, öğrenilecek ve taşınacak bir mücadele. Tıpkı 80 faşist darbesinden sonra, o dönemin devrimcilerinin Öğrenci Dernekleri ile, sonrasında Öğrenci Koordinasyon’u ile yeniden ürettikleri/sürdürdükleri bir tarih.
NEDENİ DEĞİL, NASILI ARAMAK
Başlık’ta “neden yok” sorusunu ciddiye almayın! Şu an için, “neden yapılamadı”dan daha çok, “nasıl yapılabilir” üzerine kafa yormak, çözüm üretmek daha işlevsel olur, sanırım.(1) “Düzen değişikliğini” amaç edinecek bir üniversite mücadelesi ise konu.
Açıktır ki üniversite gençliği, bir “yaş aralığının sorunları” üzerinden mücadele sürdürmez, örgütlenmez. Yani üniversite öğrencilerinin, 17-27 yaş aralığındaki gençlerin “ortak sorunları” üzerinden mücadele etmesi, örgütlenmesi beklenemez. Ya da fabrikadaki, tarladaki ya da aynı yaş aralığındaki genç işsizlerle ortak bir konu üzerinde mücadele ederken de göremezsiniz, onun ayrı mücadele gündemi ve mekanı mevcuttur çünkü. O, ideolojik tercihi ile “yol” alır.
Statükocu ve çoğunluğu, kaybedecek çok şeyi olan erkeklerden oluşan düzen yanlısı siyasetçilerin peşinden de gitmez. Yani üniversite öğrencilerini, bir siyasi partinin Merkez Komitesi’ne bağlı bir alt örgüt (hatta bütün genç üyelerini aynı torbaya koyan bir gençlik kolları), aparat ile yönetemezsiniz. “Komsomol örgüt” modeli, onu bir bütün olarak kapsamakta yetersiz kalır.(2) (bütünün tamamının bağımsız hareketi değil de ufacık bir parçasını hareket ettirerek kendinize bağlamaksa asıl derdiniz, o başka).
Üniversite gençliğinin örgüt modeli; katılım kanallarının tamamen açık olduğu (bitmiş/tamamlanmış bir modele çağrılmayan), politikanın yerinde yani üniversitede üretildiği (Parti MK’larından bağımsız), yatay ve eşit parçalar halinde yaygınlaşan, doğruluk parametresini üniversite bileşenlerinin eyleminden alan bir örgüt. Kısaca; demokratik, kitlesel ve meşruluk ilkeleri üzerinde kurulan bir örgüt. Elbette doğru bir politik çizgi ile birlikte…
Böyle bir model, bu topraklarda birkaç kez oluşturuldu. Ülke tarihinin çok önemli bir kesitinde yer tutan Devrimci Gençlik Dernekleri (DEV-GENÇ) böyleydi. Ya da 1980 faşist darbesine karşı direnişin en ön cephesini oluşturun Öğrenci Dernekleri (dönemi). Hatta neoliberal saldırı döneminin başında yaygın ve güçlü bir direniş sergileyen Üniversite Öğrencileri Koordinasyonu da.
Başlıktaki soruya dönersek güçlü bir üniversite mücadelesinin olmasının gerek şartı (yeter şartı olmasa da) demokratik, kitlesel ve meşru bir örgütünün olmasıdır. Peki bu örgüt nasıl oluşturulabilir? Yanıt çok açık, üniversite kimliğine sahip bütün solcuların, sosyalistlerin aynı çatı altında bir araya gelmesi ile. Adı hiç önemli değil, ister dernek ister koordi ister birlik, v.s. Yasallığın bu kadar fetişleştirildiği yerde “ÖĞRENCİ DERNEKLERİ” kurmak daha uygun görülebilir.
Bu kadar “basit” bir adım neden atılamaz? Yani (herhangi bir) üniversitede var olan solcular, sosyalistler bir araya gelip ortak bir “düzlem” neden oluşturmaz ve bunu kalıcı hale getirmez? AKP iktidarında mücadele konusu sıkıntısı çekilmeyeceği aşikar. Örneğin Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri böyle bir “fırsat” yakalamıştı. Ancak onların mücadelesi de genelleştirilecek bir kurumsallaşmaya, diğer üniversitelere yayılan bir ilişki ağına dönüşemedi ve gittikçe etkisi azalan bir biçimde kendi içine doğru daraldı. Ya da yıllardır kangren haline gelen Cebeci kampüsündeki faşistlere karşı ortak bir örgüt bir türlü kalıcı hale getirilemiyor.
Diğer yandan biliyoruz ki var olan sol yapıların merkez kadroları bu basit adımın önündeki en büyük engeller. Kendilerinin pozisyonlarını sorgulama potansiyeli taşıyacak, zor sorular soracak, hatta kendilerini yeni (ve riskli) işler yapmak zorunda bırakacak ve yenilenmelerini kaçınılmaz kılacak yeni bir gençlik hareketine ne gerek var ki! Bugün için sosyalist mücadele sadece söylev verilerek sürdürülebilir, içinde biraz da tarih yad ettin mi, işlem tamam. Örgüt dediğin de bir “sosyal çevre” haline dönüşmüş ilişki ağı zaten, o çevrenin ihtiyaçlarını (rakı masası, ortak tatil, iş edindirme, doktor/veteriner ihtiyacı, kan anonsu, düğün, cenaze, v.s.)(3) gidermek kafi.
Yapılması gereken çok açık; üniversite içindeki bütün solcular, sosyalistler bir araya gelmeli,(4) bir araya gelişin ortak düzlemlerini/kurumlarını oluşturmalı, üniversitenin ve ülkenin sorunlarına karşı nasıl mücadele edeceklerinin yollarını birlikte aramalıdır. Bir Demokratik Kitle Örgütü’nün (DKÖ) işleyiş prensiplerinin nasıl olması gerektiğinin “keşfi” de çok uzun sürmeyecektir zaten. “Dışardakiler” bunu teşvik etmeli, kolaylaştırmalı ve sadece yardım/yataklık etmelidir.(5)
POLİTİK ANA HALKA
Üniversite gençliğinin örgütlü mücadelesi açıktır ki muhalif olmak zorundadır ve bu muhalefet, siyasi iktidarın kendisini asıl var ettiği ve iktidarını sürdürmek için yeniden ürettiği yeri hedeflemelidir. Tarihimizdeki gençlik hareketlerinin/örgütlerinin kitleselleşmesinde ve etkili bir siyasi güç olmasında bu “ana halka”yı yakalamış olması etkendir.
1970’lerdeki üniversite gençliğinin “sivil faşist saldırılar karşısında direnme” mücadelesini örgütlemesi, 1980’den sonraki öğrenci derneklerinin “faşizme karşı demokrasi” mücadelesini örgütlemesi, 1990’dan sonraki dönemde öğrenci koordinasyonunun “neoliberalizme karşı kamusal haklar” (öncelikle eğitim hakkı) mücadelesini örgütlemesi kitleselleşmenin ve meşruluğunun politik hat ile doğrudan ilişkili olduğunun kanıtıdır.
Açıktır ki bu “ana halka”yı yakalamayan ya da bu halka ile bağ kuramayan politik zorlamalar geçici, sınırlı ve “başarı”dan uzak kalmaya mahkum. Örneğin; üniversite gençliğini, “geleceksizlik” propagandasıyla yani mezuniyetten sonraki zorluklar üzerinden örgütlemeye çalışan çizgi. Ya da üniversite gençliğini, part-time çalıştığı koşulların zorlukları üzerinden (sözde sınıf eksenli, üniversitelilerin işçileştiğini sanan bir safsatayla) örgütlemeye çalışmak. Akademisyenlerin mücadelesinden üniversite gençlik mücadelesi çıkarılacağını ummak da hayal kırıklığı ile sonlanacaktır.
Açıktır ki bu dönemin üniversite gençlik mücadelesi, Saray iktidarının kurduğu gerici-faşist egemenliğe karşı direnme ekseninde gelişecek. Bu iktidarın; bilime, üniversiteye, üniversite yaşamına ve üniversitelilerin ideolojik tercihlerine dayattıklarına karşı bir direniş! Hiç öyle kıyısından, berisinden dolaşarak değil, doğrudan bu iktidar ile kapışmayı göze alan bir cüret ve militanlık ile.
Üniversite özgür olmadan, toplum özgür olamaz. Üniversitenin özgürlüğü; bilimsel üretimin özgürlüğü ile, üniversite yaşamının özgürlüğü ile ve üniversitelinin özgür düşünebilmesi ile sağlanabilir. Her kampüs, (hatta vakıf adı altındaki merdiven üniversiteleri de dahil) resmi ideolojinin nüfuz edemediği, gerici-faşist dayatmalara izin verilmeyen “özgürlük cepheleri”ne dönüşebilir/dönüştürülebilir.
***
Bir anekdot ile (kıssadan) noktalayalım:
“Genç bir adam ormanda kaybolmuş. Günler sonra yaşlı birine rastlamış. Yaşlı adam da uzun zamandır ormanda kayıpmış ve genç adama çıkış yolunu birlikte aramayı önermiş. Olmaz, demiş genç adam, seninle zaman yitiremem, çıkış yolunu bilseydin şimdiye kadar bulurdun. Ama demiş yaşlı adam, ben çıkmayan yolları öğrendim.”(6)
Bu alıntıda asıl kast edilen genç/yaşlı bireyler olmasa gerek, sanırım tarihten ders çıkarmanın bir “yol”unu bulmak!
1) Belki de bu ülkedeki devrimcilerin/sosyalistlerin asıl sorunu; “neden yapılamadı/yapılamaz”dan daha çok, “nasıl yapılmalı” üzerine daha az kafa yormalarıdır, ne dersiniz?
2) Dikkat edilirse geleneksel SSCB örgüt modelini şablonlamış, ve hala onda ısrar eden TİP, TKP, EMEP gibi yani TİP Gençliği, TKP Gençliği, EMEK Gençliği gibi yapılar, doğrudan bu ilişki biçiminde ısrar ettikleri sürece Üniversite Gençliğini bir bütün olarak hareket ettirmekte başarısız olmaya mahkumlar.
3) Bunlar, küçümsemek için söylenmiş değil. Sadece siyasi bir örgütte bunlar asli değil, tali olmak zorundadır.
4) Buraya ayrıca “Kürt sosyalist öğrenciler” vurgusu yapmak gerekli değil, “sosyalist olmak” vurgusu yeterli sanırım.
5) Var olan sol örgütlere ilişkin her türden eleştirinin, özellikle merkez kadrolar tarafından kulak arkası edileceği alışılageldik bir tutum. Üniversiteliler sizleri, “politik üretiminizle, pratik faaliyetlerinizle, yaşam tarzınızla test etsin” demek nafile. Treni sallamaya devam edeceklerdir, ama trenin içindekilerin de “yahu bu tren bir ray boyu ilerlemiyor” dememesi asıl şaşılası bir durum!
6) Burhan Sönmez, Labirent