Neden Hilafeti ihya etmek istiyorlar?
AKP seçimle iktidara geldi ama artık seçimle iktidardan gitmek istemiyor. Zira onlar için iktidarı bırakmanın maliyeti çok büyük... Sömürünün, yağma ve talanın tadına öylesine vardılar ki, o olanaklardan mahrum olmak istemiyorlar... Kendi varlıklarını ülkenin varlığı ve geleceğiyle özdeş saymalarının nedeni bu... İşte “Biz yoksak, Türkiye yok!” safsatası...
Fikret Başkaya
Politik İslamcı AKP başlarda dinci yüzünü gizlemeye özen gösterdi. Takiyye İslamcıların karakteridir. Durumlarını sağlamlaştırdıkça, devlete hakim oldukça, iktidarlarını pekiştirdikçe gerçek niyetlerini gizlemeye, takiyyeye artık ihtiyaç duymadılar. Fakat, Politik İslamcılık söz konusu olduğunda, din bir amaç değil, araçtır. Asıl amaç sözde bir dinî referansla iktidar olmak, bütçeyi, hazineyi, ülke zenginliğini yağmalamaktır. Geride kalan dönemde bu ülkenin varını-yoğunu nasıl yağmaladıkları, ülke zenginliğini nasıl talan ettikleri, ülkeyi nasıl yaşanamaz bir yer haline getirdikleri ilgili herkesin malûmudur...
Toplumu dar-ül harp ve dar’ül İslam olarak ikiye bölüyorlar. Kendileri gibi olmayanları dar-ül harp cephesinde, netice itibariyle katli vacip kafirler olarak görüyorlar. Aslında “kutuplaştırmadan” öte bir durum söz konusudur... Tabii kafirleri katledip mallarına el koymak, kadınları da köleleştirmek cennete giden yolu aralayan kutsal bir eylem sayılıyor... 15 Temmuz gecesi askerî öğrencilerin boynunu kesenler, boğazın sularına atanlar Hilafet geldiğinde ne yapabileceklerine dair bir fikir veriyor...
Din her zaman bir egemenlik aracı olmuştur. Sömürüyü, yağma ve talanı, baskıyı ve zulmü meşrulaştırmanın etkin bir aracı olmuştur. Bir de tabii dinin bireyi ve bireyin özel yaşamını angaje eden yanı var...
Son tahlilde din bir ideolojidir ve yoruma tabidir. O işi de burnundan kıl aldırmayan din alimleri, ulema yapıyor. Dolayısıyla, yazılı, başı-sonu belli uyulması gereken evrensel değerlere ve kurallara orada yer yoktur. Yorum daima iktidardakilerin, güç ve iktidar sahiplerinin çıkarını gözetecek şekilde yapılır... Ulema tayfasının el üstünde tutulmasının nedeni budur...Yoksullardan/ezilenlerden yana tavır koyana asla yaşama şansı tanınmaz... Mesela Serez Çarşısı'nda asılır...
Eğer Hilafeti ihya etmeyi başarırlarsa, artık hiçbir evrensel kurala, hiçbir ilkeye, hiçbir yasaya ihtiyaç duymayacaklar... Her istediklerini yapma olanağına kavuşacaklar. Kimseye hesap vermek zorunda da olmayacaklar... Neyin ne olduğuna, nasıl olması gerektiğine fetvacı “alimler” karar verecek... Şimdilerde basına yansıyan fetvalar, eğer Hilafeti dayatmayı başarırlarsa neler yapabilecekleri hakkında fikir veriyor... Lâkin, öyle bir şeyi asla başaramazlar. Bu ülkenin ilerici, aydınlık güçleri dinci yobazlara pabuç bırakmaz... Kaldı ki, toplum çoğunluğu Politik İslamcı iktidarın dayatmalarına karşı... Saldırı-direniş/karşı saldırı diyalektiği diye bir şey olduğunun farkında değiller... ‘Köpeksiz köyle değneksiz gezebileceklerini sanıyorlar... Oysa köyün manzarası farklı... Dolayısıyla yapılanlar ve yapılmak istenenler nafile zorlamalardan öte bir anlam ifade etmiyor...
Politik İslamcılık demek, her türlü insânî-evrensel değerin inkâr edilmesi demektir. Kendilerini Batı düşmanı sayarlar ama asıl Hristiyan düşmanıdırlar. Kapitalizm hakkında bir fikre sahip değillerdir. Tam tersine, kapitalizmi insanlığın “normal hali” sayarlar. Dolayısıyla anti-emperyalist olmaları mümkün değildir... Boşuna “her söz her ağza yakışmaz” denmemiştir...
AKP seçimle iktidara geldi ama artık seçimle iktidardan gitmek istemiyor. Zira onlar için iktidarı bırakmanın maliyeti çok büyük... Sömürünün, yağma ve talanın tadına öylesine vardılar ki, o olanaklardan mahrum olmak istemiyorlar... Kendi varlıklarını ülkenin varlığı ve geleceğiyle özdeş saymalarının nedeni bu... İşte “Biz yoksak, Türkiye yok!” safsatası... Ve ikincisi, suça, yolsuzluğa, hukuksuzluğa o kadar bulaştılar ki, iktidardan düştüklerinde mutlaka yargılanacaklarını, hesap vereceklerini biliyorlar. Son dönemde dayatmak istedikleri zorlamaların asıl nedeni bu. Kaldı ki, “asıl iktidar da görünen iktidar değil”. Politikalar önce tarikatlar, cemaatler katında dinci güç odakları tarafında kotarılıyor, cüppeliler, takkeliler karar veriyor, kravatlılar uyguluyor... Aralarında tuhaf bir “iş bölümü” oluşmuş durumda... Rejimi hızla bir İslam cumhuriyetine dönüştürmek istiyorlar... AKP’nin şu andaki sloganı “Ya iktidar, ya hiç” şeklinde özetlenebilir. O yolda göze alamayacakları hiçbir melanet yoktur... Son çıkan 696 nolu KHK, niyetlerini açık ediyor...
Artık ülkeyi yönetilemez duruma getirdiler ve yönetemiyorlar... Politik İslamcı kafayla başka türlü olabilir miydi? Ellerinde baskıyı, şiddeti ve terörü, tırmandırmaktan başka koz yok... Lâkin bu iş baskıyla, şiddetle olmaz... Zira rejim çoktan geniş kitlelerin gözünde meşruiyetini kaybetmiş bulunuyor...
Böyle bir durum söz konusuyken, muhalefet cephesinin aklını başına alması, olmayan şeyleri varmış sayma aymazlığından kurtulması gerekiyor. Zira, cumhurbaşkanı yok, başbakan yok, parlamento yok, Anayasa Mahkemesi yok, dolayısıyla anayasa yok, Yargıtay, Danıştay, Sayıştay yok, Yüksek Seçim Kurulu Yok, mahkeme yok... Bunların ruhuna çoktan el-Fatiha denmiş bulunuyor... Tüm kurumlar çökertilmiş durumda...
Anayasa Referandumu sonrasında yazdığım bir yazıdaki öneriyi burada bir defa daha tekrarlamak gerekiyor: Muhalefet partilerinin vakit varken Meclis’i terk etmeleri, muhalefeti asıl bulunması gereken zemine taşımaları gerekiyor. Böylesi bir ortamda olmayan parlamentoyu var saymanın bir alemi yok... Meclisten çekilmek, rejimin gayri-meşruluğunu açık eder, görünür kılar, durumun netleşmesini sağlar, dolayısıyla muhalefeti etkinleştirebilir. Bu arada kendilerini solda ve/veya muhalif sayan medyatik aydınların AKP yörüngesindeki televizyon kanallarına çıkıp, “tartışma programı” denilen sefil oyunda figüranlık yapmalarına gerek yok... AKP’nin “her şeyi bilen” kadrolu uzman-tetikçilerinin karşısına oturarak, iktidarı meşrulaştırdıklarını bilmeleri gerekiyor... Tartışıyormuş gibi yapmanın, o sefil oyuna alet olmanın ne alemi var?
Aslında “her musibette bir hayır vardır” denmiştir... Politik İslamcı iktidar insanlara dinin, dincinin, devletin ve memurunun, hakimin ve savcının... “demokratik, laik, sosyal hukuk devleti” denilenin aslında ne olduğunu göstermiş olmalıdır... Tabii özgürlüğün, adaletin, demokrasinin değerini de... Bugüne kadar özgürlük, sosyal eşitlik, ve demokrasi mücadelesi hep dar bir sosyalist- ilerici-demokrat- aydın kitlenin işi olmanın ötesine geçemedi... Arkalarında hiçbir zaman güçlü bir kitle desteği olmadı... Bu yüzden çok büyük bedeller ödediler... Bu sefer mücadelenin geniş kitleler katında da bir karşılık bulma potansiyeli ortaya çıkmış bulunuyor... Zira, yaşayarak demokrasinin, özgürlüğün, sosyal eşitsizliğin/eşitliğin ne olduğunu anlamaları potansiyel bir olasılık haline geliyor.
Fakat kesin olan bir şey var: Özgürlük, sosyal eşitlik, demokrasi ve haysiyet mücadelesinde kaybetmek diye bir şey yoktur... Adımını attın mı özgürleşmeye başlarsın ve öylece sürüp gider...