Şili burası. Yan yana dizilmiş çadır gibi görünüyor değil mi fotoğrafta ama onlar neoliberal konutlar. Güzel bir yer burası. Nehir manzaralı. Hemen önünden akıyor nehir. Belki kanalizasyon da denebilir. Hayata nereden baktığınıza bağlı - öyle diyor “yaşam koçları”- Burnunuzu kapayın ama mutlaka gerçek kokuyor etraf.
Bedava burada oturduklarını sanmayın. Burada olmalarının arkasında 22 yıl 4 ay kadarlık birikim var mesela. Fotoğrafta önde gördüğünüz kadın anlatıyordu, tahta sandalyenin üzerindeki. Eşyaları da fotoğrafta çıkmamış… Çadıra sığmadığı için nehir kenarına konmuş, geniş kollu bir belki iki kişinin sığabileceği bir koltuk, yayıla yayıla oturulası, antenli ya da kablolu ibadetimiz televizyon karşısında hani; onun yanında bir büfe, orta sınıf bayrağı bu, olmasa olmaz, hâlâ içinde iki üç tabak var ve bir aile fotoğrafı; biri sandalyede oturan kadın, diğeri çadırda uyuyor henüz. Onunla biraz önce kahve içtik, bir sandalye bacağı yakıyorduk galiba. Vernik eriyor önce mobilya yanarken, cila işte, sıcakta ilk o erir. Romantik aslında, en azından Victor Hugo romanları kadar…
- “Peru sokaklarında İndian bir kadın yatıyordu yerde
Gazeteler ile örtmüş üstünü
Dünyanın yalanlarının altında,
Dünyanın gerçekliği yatıyor, çıplak…” * -
Bu eşyalar neden, diye düşünüyorsanız; bu fotoğraftan dört ay öncesine kadar evleri vardı. Kendi evleri ama eğer banka borcunu saymazsanız. Kira öder gibi ödüyorlardı. Sonra, ödeyemediler ve atıldılar. Basit değil mi?
'Mortgate' mı deniyordu buna, kapitalizm mi desek yoksa, icra hukuku ya da bahtsızlık da olabilir. Adı değişse de çadırlar aynı işte, serin oluyor özellikle sabahları. Üst üste giyinince pek üşümüyor insan ve sandalye bacakları iyi yanıyor, cilalı ya.
Fotoğrafta arkada görünen pankartlar da bunları anlatıyor. Birini yazarlarken biz de vardık. Ters çevrilmiş boya kutusunun üstüne oturan -hani şu yeşilimsi montlu olan- eski banka memuru arkadaş yazmıştı. Kendi bankasından almıştı krediyi ve banka onu işten attıktan sonra artık ödeyemez olmuştu. Birçok kişi kredi borcunu ödeyemeyince, banka da çalışanlarından bir kısmını işten atmıştı. Bu yüzdendi. Banka ne yapsın yani. Yok, o böyle demiyordu. Söyledikleri çok cinsiyetçi, yazamam. Sanki hiç bir şey yokmuş gibi davranalım. Pozitif olalım biz.
Neredeyse herkesin “özel mülkiyeti” savunup, borçlarını, kredi kartlarını filan ve ipoteklerini, yani henüz yaşanmamış gelecek yıllarını, kumar masasına koymuş olması saçma değil mi ? Pardon, kumar mı dedim, banka diyecektim, çünkü kumarda az da olsa kazanma şansı oluyor insanın…
Bir Godard filmi sahnesiyle bitirelim o zaman; Yabancılaşmış Juliette, Paris banliyölerinde yükselen yeni konutların yalın cephelerine bakarken, “Benim dünya, dünyanın benim olduğu izlenimine kapıldım birden bire… Eskiden kocaman bir deliğin içine çekildiğimi düşlerdim ama şimdi sanki bin parçaya dağılıyorum ve uyandığımda, parçalardan birinin eksik olduğundan endişe ediyorum.”**
* Yevgeny Yevtushenko
** David Harvey'in , Türkçe adıyla 'Umut Mekanları' kitabından aktarıyorum bu sahneyi....Metis yayınları, çeviren Zeynep Gambetti.