Neoliberalizm ve yeni iktidar teknikleri
Byung- Chul Han, “Psikopolitika ‘Neoliberalizm ve Yeni İktidar Teknikleri” metninde, “disiplin toplumu” ve “biyopolitika” gibi kavramları da tartışmaya açıyor. Baskıcı, nüfusa dayalı, bedeni esas alarak uygulanan biçimleyici politikaların, hayatı denetleyen, özneyi silen, insanı sayılarla açıklayan siyasetin, kurumların desteğiyle bireyi “normalleştirme”yi amaçlayan uygulamaların, bugünü anlamakta yetersiz kalacağına işaret ediyor, Neoliberalizm ve dijital çağ ile birlikte başka bir aşamaya geçildiğini düşünüyor ve bahsettiği dönemin insanını konu ediyor.
Neoliberal politikaların uç noktalara ulaştığı günümüz dünyasında, bildiğimiz kavramlar, içinde bulunduğumuz durumu açıklamakta zorlanıyor. Türkiyeli okurun yakından takip ettiğini düşündüğüm, Byung- Chul Han, son yıllarda Türkçeye kazandırılan metinlerinde de gördüğümüz gibi günümüz dünyasını ve insanını anlamaya çalışan kitaplarıyla dikkat çekiyor. Geçtiğimiz günlerde Metis Yayınları tarafından, Haluk Barışcan çevirisi ile basılan, “Psikopolitika ‘Neoliberalizm ve Yeni İktidar Teknikleri” adlı kitabında da yazarın bu konudaki anlama çabasını görebiliyoruz.
Byung- Chul Han, bu metninde, “disiplin toplumu” ve “biyopolitika” gibi kavramları da tartışmaya açıyor. Baskıcı, nüfusa dayalı, bedeni esas alarak uygulanan biçimleyici politikaların, hayatı denetleyen, özneyi silen, insanı sayılarla açıklayan siyasetin, kurumların desteğiyle bireyi “normalleştirme”yi amaçlayan uygulamaların, bugünü anlamakta yetersiz kalacağına işaret ediyor, Neoliberalizm ve dijital çağ ile birlikte başka bir aşamaya geçildiğini düşünüyor ve bahsettiği dönemin insanını konu ediyor. Ayrıca, içinde bulunduğumuz zamanın daha çok psikopolitikanın etkisi altında olduğunun altını çiziyor. Yazar, karşılaştırmalar ve örneklerle tezini savunurken Neoliberalizmin yeni iktidar tekniklerinin bireyin bedeninin de ötesinde bir hâkimiyete kavuştuğunu, zihnini denetim altına aldığını, onu kendisine gönüllü hâle getirdiğini, iletişimin kaybolduğunu, insanın “dijital bir panoptikon” tarafından âdeta esir alındığını dile getiriyor.
ZORLAYICI ÖZGÜRLÜK
Byung- Chul Han, konuyu tartışmaya özgürlük ile başlıyor, onun düşüncesinde özgürlük artık zorlamayı çağrıştırıyor. Günümüz dünyasında özne, kendisini tasarlayan, yeniden icat eden bir proje. Bu projede özne için zoraki olan yok, gönüllülük var bu nedenle kendisini mükemmel bir projeye dönüştürme özgürlüğü ile birlikte devamlı performans gösteriyor. Eskiden “yapmalısın” olarak tanıdığımızın da sınırı artık yok, yapabilme var sonsuzca “yapabilme” özgürlüğü. Bu özgürlük hâlinde, dışarıdan bir baskı hissedilmiyor ama birey kapıldığı özgürlük yanılsamasıyla, kendisini yapmaya zorluyor ve mükemmel olana ulaşmaya çalışırken, tükenen, depresif bir kişiye dönüşüyor.
PERFORMANS ÖZNESİ
Neoliberalizmin hâkim olduğu bu dünyada kişi bir performans öznesi, efendisi olmaksızın köle, amaçsız bir girişimci ayrıca bu yeni özgürlük biçimi onu dostsuz bırakıyor oysa özgürlük kelimesi en çok dostlukla ilişkili. “İnsan kendini ancak iyi bir ilişkide, diğer insanlarla mutlu bir birliktelik içinde gerçekten özgür hisseder” diyor Byung- Chul Han ama Neoliberal rejimin tekilliğe yönelten politikası, özgürlüğü bir sömürü biçimine dönüştürürken, özneyi de yalnızlaştırıyor. Özgürlük artık topluluk içinde öznenin kendisini gerçekleştirdiği bir durum değil. Bu girişimci özne, kendi şirketinin kölesi, kendini sömüren patron, sınıf mücadelesini kendisiyle savaşa dönüştürmüş kişi. Bu kişi başarıya ve mükemmelliğe dolayısıyla da performansa odaklı çünkü başarısız olduğunda sorgulanan Neoliberal politikalar değil kendisi olacak. Neoliberalizm, bir öz-sömürü rejimi ve okları bireyin kendisine yöneltiyor. Topluluktan yoksun, bağların ve dostluğun olmadığı bu sistemde yalnızlık ve depresyon bu öznenin en büyük sorunu.
Tüm bunları arka arkaya okuduğumuzda felâket tellallığı yapıyormuş algısı oluşuyor. Ancak üzerine düşününce, özellikle dijital olanın yaşamımızın çok büyük bir alanını kapladığı bu dünya durumunda, sosyal medya ortamlarında devamlı içerik üretme telaşımız, güvencesiz bir yaşama gönüllülüğümüz ve bunun getirisi olarak devamlı performans gösterme zorunluluğumuz, kendimizin patronu olduğumuzu sanarak attığımız tweetler, oluşturduğumuz içerikler ki Byung-Chul Han’ın kast ettiğinin “dijital bir panoptikon” olduğu düşünülürse, maalesef yazar çok haksız değil.
AKILLI VE DOST İKTİDAR
Byung-Chul Han’a göre günümüz iktidar teknikleri disiplin iktidarı değil, tam tersine akıllı ve dost, baskılamayı değil müsamaha göstermeyi tercih ediyor, özne kendisini iktidar baskısı altında hissetmiyor ve bu iktidara kendiliğinden gönüllü hâle geliyor. Bu teknik öyle incelikli ve derinden işliyor ki kişi farkına bile varmıyor. Byung-Chul Han şöyle anlatıyor durumu: “Bizi teşvik eden ayartan özgürlükçü, dost çehreli iktidar, talimat ve emir veren, tehdit eden iktidardan daha etkilidir. Mührü ‘like/beğendim’ simgesidir. Tüketerek, iletişimde bulunarak, hatta like’ı tıklayarak tabi oluruz tahakküm ilişkilerine. Neoliberalizm ‘Beğendim’ kapitalizmidir.” Yazara, öznenin gönüllü olarak sistemin parçası olması konusunda katılabiliriz ancak disiplin iktidarı olarak açıkladığı biçimin de tam olarak ortadan kalktığı konusu soru işareti içeriyor fikrimce, son yıllarda özellikle sağ popülist siyasetin getirisiyle birlikte disiplin iktidarının çağrıştıran yeni baskı tekniklerini devreye soktuğunu bile söyleyebiliriz gibi geliyor bana. Ama şu düşünülebilir disiplin iktidarı günümüz politikasını anlamaya yetmiyor ona yeni teknikler ekleniyor Byung-Chul Han’ın bahsettiği “akıllı/dost iktidar” da bunun bir parçası. Ayrıca, disiplin iktidarının bir yönetim tekniği olarak biyopolitika, üreme, doğum ve ölüm oranları, sağlık gibi konuları düzenleyerek yaşamın her noktasında, tek tek bedenlere kadar yayılan bir tahakküm kurmaya çalışır. Yazara göre ise biyopolitika, psyche’yi sömüren neoliberal düzene uygun değildir çünkü psişik olana ulaşamaz, ruhu içermez. Yine Byung-Chul Han’a göre, bunun sebebi demografi ile psikografi arasındaki farktan kaynaklanır, demografi ruha erişemez ama psikografi bireyin yaşam tarzından, fikirlerine, tüketim biçimlerine kadar ulaşabilir. Evet, psikografi belki özneye daha derinden nüfuz etme kapasitesine sahip ancak biyopolitikayı sadece demografiye indirgemek de sorunlu bana kalırsa, direkt olarak bedeni hedef alan bir iktidar tekniği çünkü tabi eğer bedeni ruhtan ayrı bir makine gibi görmüyorsak. Bence, beden ve ruhu bütün olarak alırsak ve bedeni etkileyen bir politikanın ruhu da etkileyeceğini söyleyebiliriz. Yazar biyopolitikayı biyolojik bir alanda değerlendiriyor ve neoliberalizmin bedensel olanla ilgilenmediğini, Psyche’nin farkına vardığını düşünüyor ve ekliyor: “… Böylelikle psikopolitikaya dönüş, günümüz kapitalizminin gayri maddi, gayri bedensel oluşuyla belirlenen üretim biçimine de bağlıdır. Şeyler değil, enformasyon ve programlar gibi şey olmayan varlıklar üretilmektedir. Üretici güç olarak beden biyopolitik disiplin toplumundaki kadar merkezi yer tutmaz. Verimliliği arttırmak için bedensel dirençler aşılmaz, psişik ya da zihinsel süreçler düzenlenir. Bedensel disipline ediş yerini zihinsel optimizasyona bırakır.” Yani artık performansa dayalı, sürekli verimlilik odaklı, öznenin bedeninden çok zihnine oynayan onu düzenleyen bir iktidar tekniği hâkim. Bu konuda da Byung-Chul Han’a hak verebiliriz ama kişisel fikrim psikopolitika belirleyici olsa bile Neoliberalizmin biyopolitikayı da bir o kadar etkin kullandığı yönünde. Belki de bu iki kavramı birlikte düşünerek, aralarındaki ilişkiyi çözümlemek sistemi anlamamızda daha işlevsel olabilir.
KENDİLİK MESELESİ
Byung Chul Han ayrıca Foucault’nun seksenli yıllardan itibaren “kendilik teknolojileri” ile ilgilenmeye başlasa da Neoliberal tahakküm biçimlerinin, “kendiliği” tamamen ele geçirdiğini, onu düzenlediğini, kendinin girişimcisi yaptığını, gönüllü kıldığını göremediğini iddia ediyor. Çünkü yazarın bahsettiği durumda özne kendi tahakkümünü, özgürlük yanılsamasıyla kendisi gerçekleştiriyor. Bu nedenle şöyle diyor Byung-Chul Han: “Özgürlük ve sömürüyü kendini sömürme şeklinde bir araya getiren bu iktidar tekniği Foucault’nun gözünden kaçmıştır.” Foucault Antik Yunan, Roma ve Hristiyanlıkta kullanılan itiraf yöntemlerinin öznenin kurulumunda, ona kendisine dair hakikati vermekte işlevsel kılındığını vurgular. Böylece, öznenin kendisine dair olanın belirlenimi bir iktidar ile sağlanır. Özne kim olduğunu çeşitli tekniklerle örneğin, günah çıkararak, kendinden olanı itiraf ederek bulur yani bir yönlendirici vardır kişinin kendi hakikatine ulaşmasında. (Ayrıntılı Bilgi için bknz. “Hermenötiğin Kökeni ‘Kendilik Hakkında-Dartmouth Konferansları,1980’”, Ayrıntı Yayınları, 2017). Byung-Chul Han Foucault’nun öznenin kendiliğin kurulumundaki payını keşfettiğini ancak bunu gönüllü bir özgürlük yanılsamasıyla yaptığını göremediğini daha iyi ifadeyle bu konudaki sözünü tamamlayamadığını düşünüyor anladığım kadarıyla. Sanırım burada atlanmaması gereken Byung-Chul Han’ın kendi deyimiyle “dijital panoptikon” çağından konuşması çünkü kendisinin de ifade ettiği gibi: “Dijital Panoptikon, sakinlerinin kendilerini gönüllü olarak sergilemesinden yararlanır. Kendini sömürme ve kendini ışıklandırma da aynı mantığı izler. Her seferinde özgürlük sömürülür. Dijital panoptikonda enformasyonu irademiz dışında elimizden alan Big Brother bulunmaz. Kendimizi kendi isteğimizle sergiler, hâttâ çıplaklaştırırız.” Gözetim artık dışarıdan değildir, tıpkı disiplin iktidarı meselesinde olduğu gibi “Big Brother” da daha anlayışlıdır ve özne artık kendi kendinin gözetimcisidir. Ayrıca bireyi gözetleyen, disipline eden bildiğimiz anlamda bir panoptikon değildir bahsedilen. Buradan da anlaşılacağı gibi Byung-Chul Han’ın bahsettiği anlamda gönüllü sömürülenlere dönüşmemizi mümkün kılan en önemli faktör Dijitalin hâkim olduğu bir çağda, onun kurallarına göre yaşamamızdır.
Byung-Chul Han, psikopolitikanın özneyi belirlediği, onu sisteme gönüllü kıldığı, anlatıdan yoksun, duyguları kontrol altında tutulan, siyasetin tek tek kişiye göre biçimlendiği, bağlardan yoksun, kendi kendinin gözetimcisi, disipline edicisi, girişimcisi bir insanlık durumundan söz ediyor. Her şeyin şeffaf olduğu, kişinin kendisini gösterinin parçası yaptığı, heyecansal bir yönetimin hâkim olduğu, anlamdan yoksun, insanın sermayeye dönüştüğü, istatistiğin yerini “dataizm”in aldığı yani her şeyin bir veriye dönüştüğü bir dünya bahsettiği. Kısacası, “Psikopolitika ‘Neoliberalizm ve Yeni İktidar Teknikleri” pek çok açıdan haklı bulabileceğimiz yeni tartışmalara vesile olacak konular içeriyor ama karşı çıkmaya müsait yanları da var. Bu açılardan bu meselelerle ilgilenen okurun dikkatini çekebilecek bir metin.