Neonazi terörü: Almanya karanlığa sürüklenirken
Küresel faşizmin şiddete yönelik en aksiyoner üyeleri Almanya’da yaşıyor. Bazı Almanların genetik kodlarına kadar sinen faşizm, bir noktaya kadar medenileşmelerine izin veriyor. Son tahlilde, işte Hanau’da olduğu gibi eline silahı alan bir Alman faşist terörist, herkesin, devletin gözü önünde dokuz kişinin yaşamını elinden alabiliyor.
Özgür Çoban*
Avrupa’da siyaset, uzunca bir süredir ideolojiler değil “temalar” üzerinden kurgulanıyor. “Göçmen” teması en güncel ve kullanışlı olanı. Özellikle neonazi/Hitlerci oluşumların ivmelenmesi, bu hareketlenmeye öykünen liberal ve muhafazakâr kesimlerde faşistleşme eğilimlerinin güçlenmesi hep bahsettiğimiz bu “temalar siyaseti”yle ilgili.
Almanya’da ardı arkası kesilmeyen neonazi terör saldırılarının sonuncusunda ilk belirlemelere göre dokuz kişi hayatını kaybetti. Hanau kentinde meydana gelen saldırı, Alman egemen seçkinleri ve bunların medyaları tarafından ilk etapta –her zaman olduğu gibi- “münferit” veya “tek kişilik” bir saldırı olarak duyuruldu. Zaten Almanya’da meydana gelen tüm neofaşist terör saldırılarını kesinlikle “tek kişi” düzenliyor. Daha önce Walter Lübcke cinayeti ve Halle’deki sinagog saldırısında olduğu gibi. Hemen ilk elden bilgi böyle yayılınca haliyle saldırıların arka planını eşelemeye gerek kalmıyor ve o saldırının azmettiricisi durumunda olan Nazi örgütler rahat bir şekilde bir sonraki katliamı planlamaya başlıyorlar.
Almanya, bugün bizzat ve kesinlikle merkez siyasetin solda ya da sağda yer alan, tükenmiş siyasi partileri tarafından Nazizm’e teslim ediliyor, peşkeş çekiliyor. Yolunu kaybetmiş merkez solun, siyasi zemini, merkez sağ ile birlikte temelini attıkları neofaşizmin hegemonyasına terk etmeye hazırlandığına dair emareler oldukça güçlü.
FAŞİST SEVİCİSİ MEDYANIN SORUMLULUĞU
Saldırının, birkaç gün önce Dresden’de faşist örgüt PEGİDA tarafından düzenlenen mitingin hemen sonrasına denk gelmesi oldukça anlamlı. Mitinge katılan faşist parti Almanya için Alternatif’in (AfD) Thüringen eyaleti başkanı Björn Höcke’nin Hitlervari konuşmasının bolca ırkçı sloganlarla kesilmesi oldukça dikkate değerdi. Bu son saldırıyı da Höcke benzeri cahil ve faşist politikacıların, siyasete hakaret, tehdit ve dışlama dilini yerleştirmelerinin bir yansıması olarak görebiliriz. “Üç beş daha fazla reyting alırız ya da okunuruz” umuduyla ekranlarını ve sayfalarını faşist soytarılara açan, bunların sapkın mesajlarını geniş kitlelere ulaştırmalarına yardımcı olan Alman medyasının da neonazi partisi kadar sorumluluğu olduğunu söylemeye gerek yok sanırım.
Hanau faşist saldırısı sonrası politikacıların açıklamalarına bakıyoruz halen “bu bir sağcı terör saldırısıdır” diyenlerin sayısı üçü beşi geçmiyor. Muhafazakâr politikacılar utanmasalar zaten hiç konuşmayacaklar. Neredeyse, süpermarket kasasında bir Alman ile yabancı kökenli birinin yer kavgasını bile “Almanlar göçmenlerin saldırısı altında” diye sosyal medyada köpürten faşist politikacıların, dokuz kişinin bir yoldaşları tarafından katledilmesinin ardından her zamanki gibi sırra kadem bastıklarını görüyoruz.
Faşist parti AfD’nin bu saldırıların baş azmettiricisi olarak sanık sandalyesine oturtulması gerekirken, Federal Meclis’te ırkçı şovlarına devam etmesine ve iç savaş kışkırtıcılığı yapmasına izin verilmesini nasıl açıklamak gerekiyor? Görünen o ki AfD bugün egemen politik sınıf tarafından meşru bir siyasi oluşum olarak kabul ediliyor. Oysa ki AfD’ye kucak açılarak Nazizm resmileştiriliyor. Tüm bunların sonucunda, Alman demokrasisinin son seçimlerde yüzde 13 oy alan bir parti tarafından teslim alınmasına ve çaresizliğine tanıklık ediyoruz.
DEMOKRATİK TAHAMMÜL SINIRSIZ MI OLMALI?
Siyaset bilimcilerin dillerinden hiç düşürmedikleri, “New World Order” yani “yeni dünya düzeni” adlı politik projeksiyonun uygulama alanının genişlemesiyle birlikte demokrasi karşıtı, radikal/otoriter, neofaşist partilere ya da hareketlere olan ilgi ve desteğin arttığı bir periyotun içerisinde bulunuyoruz.
Neofaşist partilerin tamamının antidemokratik nitelikleri açık bir şekilde ortadayken, bunların demokratik kurumları ve kuralları sınırsız bir şekilde kullanmalarına izin verilmesini anlayamıyorum. Burada sorulması gereken soru şu olmalı kanımca, “Demokrasi, kendisini yok etmek isteyen oluşumlara karşı tahammül göstermeli mi?” Kazandıkları mevziler itibarıyla demokrasiyi yıkma emellerine ulaşmaları şu aşamada zor görünen neofaşist partiler, sistemi içeriden dönüştürmek için yine demokratik kanalları kullanıyor ve köktenci taleplerini siyasetin güncel meseleleri arasına sokarak meşruiyet elde ediyorlar. Bu arada, Avrupa’da neofaşist partilerin demokrasiyi kademeli olarak içeriden transformasyona uğratabilecekleri güce kavuştuklarını vurgulamak gerekiyor.
Bunun en güzel örneklerinden biri Alman faşistlerinin partisi AfD. Yaptıkları her konuşma, her eylemleri direkt ya da subliminal ırkçı mesajlar içeren partinin, demokrasiyi ve toplumu değiştirme amacına yavaş ama emin adımlarla yürüdüğü açık bir şekilde ortada. Bu partinin Federal Meclis’te ana muhalefet koltuklarında oturmasının neonazileri yüreklendirdiğini söylemeye gerek var mı? Neonaziler, üzerinde Hitler Almanyasına ait figürlerin bulunduğu tişörtlerle, arabalarla sokakları, caddeleri, kısacası insanların yaşam alanlarını zapt ediyorlar.
Sonuç olarak, Alman milletinin genel siyasi karakterinin sağcı eksenli olması, özü itibarıyla insani, medeni idelerle bütünleşmiş olan sol hareketlerin ülkede genişlemesini ve kök salmasını engelliyor. Bununla birlikte küresel faşizmin şiddete yönelik en aksiyoner üyeleri Almanya’da yaşıyor. Bazı Almanların genetik kodlarına kadar sinen faşizm, bir noktaya kadar medenileşmelerine izin veriyor. Son tahlilde, işte Hanau’da olduğu gibi eline silahı alan bir Alman faşist terörist, herkesin, devletin gözü önünde dokuz kişinin yaşamını elinden alabiliyor.
*Gazeteci