“Devlet neden var?” sorusunun yanıtını somut olarak alabileceğimiz bir olay yaşadık, yaşıyoruz. Binlerce yurttaşımız hayatını kaybetti, binlercesi göçük altında, binlercesi evsiz kaldı, binlercesinin içebileceği su, yiyebileceği yemek, ısınabileceği araçlar hala ulaştırılmış değil. Acil durum, seferberlik hali gerektiren ne varsa yaşanıyor. Milyonlarca insan, dayanışma duygusuyla harekete geçmek istiyor, bazılarının vasıfsız, bazılarının vasıflı emeği, olanın parası bölgeye hem de seve seve, gönüllü olarak, daha ilk andan sevk edilebilir durumda. Ama yapılamıyor, rejimin en çok övündüğü duble yollar yıkılmış, meslek erbabının itirazlarını ciddiye almadan yapılan havaalanı kullanılamaz hale gelmiş, bu yolları açabilecek en örgütlü güç olan ordunun kapasitesini derhal devreye sokmak ise gündeme bile alınmamış. Yaşadığımız acıyı bu kadar derin hale getiren çok daha uzun erimli önlemlerin, liyakatli ve şeffaf, yurttaşı koruyacak yapı denetimlerinin, müteahhitlerin insafına bırakılmayacak yapılaşmanın tüm raporlara, çığlıklara karşın yapılmamasını da unutmamak gerek.
Devlet, bir organizasyon kapasitesidir. Bir ülkedeki en zengin, en yetkin ve güç kullanmak bakımından tekel olan en örgütlü yapıdır. Belediyelerden, Haluk Levent’ten daha zengin, daha örgütlü, daha yüksek kapasiteli olması beklenir. Yurttaşların Haluk Levent’ten çok devletin kurumlarına güvenmesi beklenir. Nasıl öğretildi bize devletin niye var olduğu sorusunun yanıtı? 17. yüzyılda verilmiş en yaygın yanıtı söyleyelim. Çünkü insanların güvenliğe ihtiyacı var. Barış halinde yaşamaya ihtiyacı var. Adalete ihtiyacı var. Bu ihtiyaçların da siyasal toplulukça ortak karşılanması gerek. Bunun için de ortak yararı harekete geçirecek egemen bir güç olarak devletin ortaya çıkması gerek. Meselenin böyle olmadığını çok öncesinde gördük, sosyalist düşünce geleneği devletin sınıflı toplumlardaki işlevini ortaya koydu. Halkın ihtiyaçlarını kısa ve orta vadede karşılayarak meşruiyet kazanan ama uzun vadede ve son tahlilde egemen sınıfların çıkarına hareket eden… 21. yüzyılda, yaşadığımız son üç gündür bize somut uygulamayla verilen yanıt bu da değil.
Devletin en tepesinden gelen ve diğer sözlerin arasında belirgin olarak daha çok duyurulmak istendiği açık olan yanıt şu: Defterinizi tutuyoruz. Devlet, Türkiye’de uzun bir zamandır bütün organizasyon kapasitesini defter tutmak üzerine yoğunlaştırdı çünkü. Bu defterler, Barış Terkoğlu’nun dün yazdığı yazıdaki Sayıştay Raporlarının 2018’e kadar tuttuğu AFAD harcamalarının denetimini içermiyor. Bu defterler deprem için toplanan vergilerin nereye harcandığını içermiyor. Bu defterler, depremi yaşayan bölgedeki yapılaşma ve deprem tehlikesine işaret eden ve son yıllarda verilen 20’den fazla araştırma önergesini içermiyor. Bu defterler bilim insanlarının bağıra çağıra yapılması gerekenleri anlattıkları kayıtları içermiyor. Ama bu yıkımın içinde, can havliyle çırpındığımız günlerde devleti, hükümeti eleştiren, göreve çağıran yurttaşın yazdığı, çizdiği eylediğini içeriyor. Devletimiz defter tutuyor. Tuttuğu defterlere geçen sivil toplum örgütlerinin işbirliği içinde çalışmasına izin verilmiyor, hayatta kalabilmek için her türlü baskıyla uğraşmak zorunda kalan demokratik kitle örgütlerinin varlığı istenmiyor, çünkü bir rejim sözcüsünün, AKP sözcüsü Ömer Çelik’in dediği gibi AKP-MHP teşkilatlarının sahadaki varlığının kayıtlara geçmesi isteniyor.
Binlerce yurttaşımız hala enkaz altında. Acil, her şey, her doğru adım çok acil atılmalı. Adımların doğruluğu için yıllardır hazırlanması gereken, bunun için ücret alan, bütçesi olan kurumlar var; var diye biliyorduk. Ülkedeki yönetim ve organizasyon kapasitesi en yüksek olan kurumların, kamu kurumlarının işlememesinin nedenlerini yıllardır birçok insan anlattı. Bugün acı bir şekilde deneyimliyoruz. Güvenlik ile kastedilen şeyin bizimle ilgisi olmadığını da tutulan defterlerden anlıyoruz.
Bugün, hemen bugün, yapılabilecek olanın yapılabilmesi için halkın kapasitesinin kullanılmasının önünün açılması gerek. Bundan sonrası için de kendi organizasyon gücümüzü mahalle mahalle, il il, bölge bölge sağlamamız, yıllardır, önü kesilen, kapatılan, yurttaş örgütlenmelerini güçlendirmemiz…
Bugünden itibaren 3 ay sürecek bölgesel bir OHAL içinde yaşayacağız. OHAL sürecinde devlet tuttuğu defterlerle mi ilgilenecek, yoksa acil durumun giderilmesi, halkın olağan yaşamına dönüşünün sağlanması için gerekli tedbirleri mi alacak? Bunu göreceğiz. AYM’nin 2016 yılında ilan edilen OHAL sonrası verdiği kararlarla oluşturduğu yeni içtihat diyor ki adına OHAL kararnamesi denilen herhangi bir şeyi denetleyemem. Yani en az üç aylık denetimsiz rejim içinde denetim görevi de yurttaşlara düşecek. Yaşanmakta olan bu acı deneyim sanırım gerçek anlamda yurttaş sorumluluğunu en somut haliyle geri getirdi. Yurttaşların bu sorumluluğu çok büyük oranda hemen yüklendiğini göstermesinden başka umut verici olan çok az şey var şu anda.