Öyle anlaşılıyor ki, memleketimizin, sorunlarıyla boy ölçüşmeye kalktığında gülünç duruma düşen kısır siyaset ortamı bir değişim ihtimalini daha kapı dışarı etmek üzere. Kapıldığımız ruh kurutucu, zihin köreltici baskı rejimi girdabından kurtulabilmemiz umudu, bu şartlarda ne yazık ki uzaktaki cılız ışık hâlâ. CHP’deki sarsılma cendereyi de sarsmaya elverecek mi yoksa bu gelişigüzel, sertçe basılmış frenin yarattığı sarsıntıdan mı ibaret, göreceğiz. En azından yönelim, eğilim olarak varlığıyla ortama azıcık denge ve basiret getirmesi umulan “merkez sağ” beklentisiyse, genel, küresel, dönemsel koşullardan çok memleket havasının etkisiyle uçuşup toz oldu, boşluğa savruldu.
“İYİ Parti”nin derme çatmalığı cin fikirlilik mahsûlü adından belliydi. Fakat, buraların okur-yazarı, gazetecisi şusu busu olarak, sözkonusu memleket havasını ne kadar solumuş, takım elbiselerin, tayyörlerin içinde vitrin mankenleri bulunsa daha anlamlı işler döneceği hususunda ne kadar tecrübe edinmiş olursak olalım, insan bir noktada koca koca kadınların adamların ne yaptıklarını biraz olsun bildiklerini vehmedebiliyor. İYİP, şu mâhut Altılı Masa macerasından bile kof çıktı.
Sistematik milliyetçi-ırkçı pompalama politikasının gereği olarak, milyonlar dökülerek yapılan televizyon dizileriyle maddeye kavuşup etiket, afişet, duvar yazısı vs. suretinde gündelik yaşantımıza katılan IYI amblemini bayrak edinmesi gerçi sözkonusu partiyi oluşturanların siyasî kökeninden beklenmeyecek bir geniş çember çizecekleri vaadiyle bağdaşmıyordu; yine de çok insan sanırım bu tercihi bir tür yükselen dalga üstüne oturma niyetine bağladı; o günlerde ne revaçtaysa ona rağbetin avantajından yararlanma uyanıklığı olarak gördü. Yoksa, İYİ Parti yerine, amblem ve sancak edinmek suretiyle adlandırılmaya heves ettikleri şeyi geçirip KAYI Partisi dendiğinde, mazallah İYİP anında KAYIP’a dönüşüveriyordu zaten.
Lider Meral Akşener’in başlangıçtaki tutumu, partinin ne olduğu ve ne olabileceğine dair ciddî yanılsamalar yarattı. Sanıldı ki, MHP ortamına her daim gölgesini düşüren karanlık geçmiş ve sokak kabadayılığına düşkünlüğün, buna bağlı olarak, halen süren karanlık ilişkilerin yarattığı toplumsal kargaşa tehdit ve tehlikelerinin dışında, kavgasız dövüşsüz, “temiz” bir milliyetçi hat inşa edilmek istenmektedir. Kurt siyasetçi “Asena” figürü bu kuşatılmışlıktan çıkma harekâtı için gayet münasiptir. Alenîleşmiş kirli işlerin şaibelerini taşımayan, ağzı bozuk olmayan, düzgün konuşan, şık takım elbiseli ekiple “özü sözü bir” kadın liderin birlikte verdiği görüntü, o çok özlenen “merkez sağ”ı nostaljik hayalet olmaktan kurtaracaktır. Hem “merkez sağ” gerektiği ölçüde milliyetçileşecek -daha nasıl milliyetçileşecekti, orası ayrı muamma- hem de laiklik (“açıklık”) nedeniyle hâlihazırdaki egemen yerli-millî şahlanışa iştirak edemeyen, bir kısmı hâlâ CHP sularında yabancılık çekerek dolaşan, en az berikiler kadar yerli-millî zevat kendine daha rahat edeceği yeni yuva bulacaktır.
Akşener’in vaat ettiği, kısaca, elinde oklava ve tepsiyle Ertuğrul Gazi’nin ruhunun benliğini ele geçirmesini umarak, televizyon karşısında, divan üstünde zıplayarak yerli-millî usûlde proaktif meditasyon yapan insanımızı güçlendirilmiş, yenilenmiş parlamenter rejime katmaktı. Eline sahici kılıçla kalkan da geçirse kendi kaderini şekillendiren gelişmeleri etkileme şansından yoksun bu insanın getireceği oyla, yüksek katlarda iş gören varlıklı, imkânlı, güçlü zevatı tavlamaya yarayacak “yeni merkez sağ” iddiası birleştiğinde, memleket şartlarında doğal olarak iktidara yaklaşılacaktı.
Velhâsıl İYİP’ten yeni birşeyler bekleniyordu, ama buraya kadar göz attığımız hikâyede yeni sayılabilecek yegâne unsur, Diriliş Ertuğrul gibi dizilerle gerçeklikten “iyice” koparılmış ahalinin Tiktok görüntüleriydi. Bir bakıma eğlenceliydiler de.
Meral Akşener’in aklı başında tavırları ve ne söylediğini bilir havası başlangıçta elbette etkili oldu ve partinin ne idüğü hakkında şüphe yaratan birtakım çıkıntılıkların arızî sayılmasını -çünkü bir yandan da böyle görmek isteniyordu- kolaylaştırdı. Akşener ayrıca, cümle düşmana bayrak açmış, sözünü sakınmayan cesur kadın imajıyla da, muhaliflerini her fırsatta aşağılayan, kendinden saymadığı herkese hakareti alışkanlık haline getirmiş iktidarın karşısında, muhalif kesimin bir kısmına basbayağı iyi geldi.
Fakat giriş taksimini izleyen bölümde ortada ne makam ne âhenk ne herhangi bir melodi kırıntısının bulunduğu ortaya çıktı. En derin hassasiyetle o tarafa kulak kabartan bile gönlünü şen edecek en ufak tınıya rastlayamadı. İYİP kampından gelen, herkes tarafından işitilebilir ilk yüksek ses, masadan kalkan birinin çektiği sandalyenin cayırtısı oldu. Akşener birden, “yeni merkez sağ” vaadini bünyesinde cisimleştirmiş ya da aslında herhangi bir vaadi temsil eden bir siyasetçi gibi değil, ’90’larda devletin karanlık-kirli âleminde ikbal arayan, vazifeli toy politikacı rolüyle sahnede belirdi. Tartışılması bile abes ki, Akşener’in meşhur masadan kalkma ve tekrar oturma eylemi -bilahare CHP binası önündeki toplaşma esnasında takındığı hal ve tavrın da pekiştirdiği- apaçık sabotajdı ve başarıya ulaştı.
Seçimlerden sonra ise, Kayı sancağı altında nasıl basit, bildik, süflî işlerin döndüğünü öğrenmeye başladık. “Yeni merkez sağ” hayali tel tel dökülüyor.
Peki böyle bir hayalin kurulmasının mâkûl sebebi var mıydı?
Köşeyazarınız bir defa daha hayatın bütün gerçeklerini kesin dille, inkâr edilemez şekilde ilan etmek üzere huzurlarınızda, muhterem okurlar: Yoktu. Çünkü artık merkez sağ diye bir şey yok, ezcümle merkez sağ olduğu gibi, nazikçe “aşırı sağ” diye adlandırılan faşizan rotalara oturdu, “yollar yürümekle aşınmaz”ın Süleyman Demirel’i bugün gelse ancak Maraş Katliamı akşamındaki siyasetçi rolünde sahneye çıkabilir. Öbür rol oyun dışı kaldı.
Fakat buradaki konumuz dünyada merkez sağ denen melanete ne olduğu değil, yerli-millî sahnede cereyan eden tragedya: İYİP-KAYIP oluşumunun, sancağı mancağı da bir tarafa atan kısrak silkinişiyle âdetâ “ben o değilim, ben o değilim!” haykırışları arasında kısacık siyasî ömrüne son vermeye atılışı.
Acaba, diyorum, muhteremler, Akşener ve partisi yola çıkarken, onların geleceğine dair düşünülürken, umulurken, kendileriyle ilgili bazı ufak tefek ayrıntılar ihmal mi edildi? Meselâ, devletin toplum içine uzanan karanlık kolu olarak iş gören siyasî örgütlenmenin başına geçmeye kalkıştığı, başaramadığı, bunun üzerine mecburen ayrı yol çizmek zorunda kaldığı yeterince hesaba katılmadı mı? Meral Akşener, Tayyip Erdoğan ve AKP üst kadrosunun devlet ve MHP ile koalisyon kurarak iktidar sürdürme hesaplarına takılmasa, MHP’nin lideri olmayı başarsaydı, kendisinden -şartlarımızda olabildiği kadarıyla- hukuklu, adaletli parlamenter rejimin “yeni merkez sağ”ı olması beklenebilecek miydi? Türlü dümenle engellenip dışarıda kalmasa, şu anda MHP’nin neresinde ne yapıyor olacaktı? MHP’yi merkez sağ mı yapacaktı?
Ya İYİP’te toplaşan siyaset kadrosu? Onlar gerçekte ne umuyorlar, ne vaat ediyorlardı? Acaba çekirdekte yeralan esas özlem ve beklenti, köhnemiş MHP’nin yerine geçmek miydi? E, Üç Hilal’den önce Kayı Sancağı vardı, haliyle. Milliyetçiliğin kozmopolit ve fazla din soslu Osmanlı yollarına sapmamış hali hem “Kürt faktörü”nü siyasetten bütünüyle dışlama vaadini daha bir sağlam, hakkınca temsil edemez miydi?
Bunları söylerken, yoğurda üflüyorum bir yandan, değerli okurlar, siz de üfleyin. Sebebi çok da, başlıca biri, bütün bunların da aslen vehimden ibaret olabileceği, sancak altında toplaşan zevatın bir bölümünün de iktidar sayesinde yolunu bulma dışında fazla karmaşık hedeflerinin bulunmayabileceği ihtimali. Şimdi fark ediyorum ki, aslında basbayağı “merkez sağ” unsuru bulunabilir işin içinde. Zira merkez sağ dediğiniz bundan başka nedir ki?
Hele AKP ile kader birliği ettikten sonra MHP’ye yaklaşamayan, CHP’nin sola-tabiî esas olarak “Kürtlere”- meyletmesi ihtimalinin ufukta gözükmesinden bile huzuru kaçan, zaferler kazanmış, topraklar ele geçirmiş birkaç padişah hariç Osmanlı fikrinden ve mensubiyetinden hoşlanmayan, buna karşılık Orta Asya ve -her yönüyle!- Ergenekon kavramlarına yakınlık duyan, sorsanız kendini “Cumhuriyetçi” olarak tanımlayacak seçmenler İYİP’i bağırlarına basmaya hazırdılar. Sendikasız, grevsiz, itirazsız ekonomi de sunabileceğini düşünerek bu partiye iyi gözle bakan ve onda az buçuk gelecek gören bir iş insanları kesimini de Akşener heveslendirebilmişti galiba.
Heyhat! Cümlemizle oyun oynamış, hepimize hakaret ve ihanet etmiş “namuslu bürokrat”la birlikte, “özü sözü bir” cesur kadın savaşçı da belki hatıra eşyası olarak değer edinebileceği minik heykelciğe dönüşmek ve müzeye girenlerin pek yüz vermediği rafta yerini almak üzere. Yanındaki takım elbiselilere bir şey olmaz. O zevat her zaman her yerde kendine yer bulabilir.
Hep beraber tencereler, tavalar edinip, elde kılıç, divan üstünde hoplamaları belki hepimiz için daha iyi olurdu.