neriman, kimsin sen?

Mihrap Aydın'ın şiir kitabı 'Vur Onu Sen Türk Filmisin', yayımlandı. Aydın, göbek bağıyla ve halatlarla bağlanmış olduğumuz bu hayatta, göbek bağını kör bir bıçakla, halatı da parmaklarıyla kesiyor.

Abone ol

'Vur Onu Sen Türk Filmisin', Mihrap Aydın’ın ikinci şiir kitabı. İkinci olduğunu, nicelik değil nitelik önemlidir diyenler için özellikle belirtmek istedim çünkü henüz iki kitaplık bir yolculukta kendi şiir dilini ve özgün imgelerini kurabilmek hiç kolay değil. Bu açıdan zoru başarmış bir şair Mihrap Aydın.

Başlıkta neriman’ı andım ama bu, kitaptaki şiirlerin neriman ekseninde döndüğü anlamına gelmiyor. Ben, o eksende daha fazla döndüm sadece. Aslında neriman’ın kim olduğunu hepimiz biliyoruz. Yabancımız değil. "kızlara nutella, erkeklere rakı şişesi yedirilen" bir coğrafyanın kadını neriman. "pencerelerden sokağa gitmemesi", "akıllı kadın olarak, güzel olarak, uslu olarak, ağlayarak ama etekli filan" yaşaması gereken, "çarşaflarındaki çiçekleri balkondan silkeleyen" bir kadın. Peki kimin için ve niye? Elbette bizim için ve bize göre. Yani, rakı şişesi yedirilenlere ya da bunun tam karşıtıymış gibi sunulan, aslında aynı eril anlayışın, aynı düz çizginin bir uzantısı olarak, neriman’ın ev ayetlerini yazanlara göre.

neriman neyse de, içinde bir hayvan barındıran leyla hanım ya da bir şiirde kaç gök cismi olduğunu düşünen, cevabı bilen (ya da bilmeyen) zeynep kim? "biber dolmaları ve meyvelerin kendi renginde tezgahlara yaslandığı", bununla da kalmayıp, "biber dolmaları ve meyvelerin imkan yarattığı" bir mutfak, laf aramızda, leyla’nın mutfağıdır. "birini sevmenin kaçıncı oyun ihlali" olduğunu düşünen de zeynep’tir. Dahası var… nagihan’ların ahşap evlerden sarktığına, ayşe’lerin başka yorganlara kaçtığına da şahit oluruz. Şiirdeki kadın özneler kendilerine biçilen rollerin pek dışına çıkamıyorlarmış gibi görünseler de, aslında o rolleri epeyce sarsarlar ve kendilerini ötekileştiren, dar bir alana sıkıştıran eril tahakkümü ters köşeye yatırırlar. Çünkü, eve kapatılan kadın evden sarkabilir (sarkma bir eylem biçimidir), bir yorgandan başka bir yorgana kaçabilir (kaçılan nesne terk edilen nesneyle aynı gibi görünse de kaçma bir eylem biçimidir), biber dolmaları ve meyveler kendi renklerindeki tezgahlara yaslanıp kalabilirler ama biber dolmalarının ve meyvelerin yarattığı başka bir imkan vardır (ki her imkan yeni bir eyleme gebedir).

Mihrap Aydın şiirinde imgesel anlatım çok güçlü, ayrıksı sözcükleri bile aynı dize içinde birbiriyle buluşturabiliyor; bu açıdan da dizeler daha sarsıcı hale geliyor. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, bunu yaparken gündelik hayattaki görüntülerden ve oluşlardan yola çıkıyor. O yüzden zihinsel savrulma, düş gücü zenginliği, ayakları yere basan, ‘hayat’tan kopmayan bir gerçekliğin dışavurumu olarak yansıyor şiirlerine. Kravat indirimi yapılan evler, insan gibi ıslak toprağa bırakılırsa köklenen, ıslak ve yorucu adım atmayı deneyen çocuklar, kendi rüzgarına kapılmasın diye padişahları koşturmayan ama bir yandan da ferdi özbeğen’in dişlerinin güzelliğinden bahseden insanlar… Bunlar, bir bütünün parçaları olmaktan çok, bütünü parçalayan ‘parçalar’ olarak giriyorlar şiirlere. Bu yüzden de şiirlerdeki kıvrak söylem gerçekliği bozmuyor, gerçeği daha anlaşılır ve kıvrak hale getiriyor.

TEK KİŞİLİK KAYIK TABAKLARA BİNİP GİTMEK

Ev, ilk bakışta kendini açığa vurmayan, bu açıdan gizil sayılabilecek ama dikkatli bakıldığında şiirlerin asıl meselesini oluşturan bir kavram. Eve ait bir unsur, bir nesne ya da eşya, çoğunlukla sızıyor dizelere. Çünkü ev, "köşesiz orman yasası"nın geçerli olduğu, "yerle yeraltı arasında" bir yerde bulunan, bir kadının rahatlıkla "odam evde yok" diyebileceği (ki odasızlık evsizliktir bir bakıma), tam da bu yüzden "kurutulmuş kamu"nun açığa çıkan, dışa vurulan (aslında yüzümüze vurulan) toplumsal yansımasıdır. "tek kişilik kayık tabaklara binip gitme" hayali, o yüzden hayaldir ve hep hayal olarak kalacaktır. Ev, çıkıp gidilemeyen, kalmaya mahkum olunan bir yerdir çünkü.

Vur Onu Sen Türk Filmisin, Mihrap Aydın, 112 syf., Tabiat Kitap, 2023.

Evden gidilemez belki; ama ev yıkılabilir! Diyelim ki üstümüze yıkılır; olsun! Kitabın ikinci bölümündeki "zar için" adlı şiir, yıkılma ihtimalini gündeme getirdiği, getirebildiği için oldukça önemli bence. Çünkü, "pencere silmeye ya da cinayet işlemeye giderken giyinilen kırmızı ayakkabılar"dan dem vuruyor şiir. Kırmızı ayakkabı, güzelliği, estetiği, cazibeyi simgeleyen bir nesne. Bir kadının, pencere silmeye ya da cinayet işlemeye giderken kırmızı ayakkabı giymesi, temizlikçi olmakla katil olmak arasındaki, ilk bakışta çok uzak ve uzlaşmaz gibi görünen mesafeyi sıfıra indiriyor. Sanki pencere silmek kendini, cinayet ise sana pencere sildireni öldürmeyi imliyor. Bu anlamda, birbirlerinden yüz seksen derece farklıymış gibi görünen bu iki eylem, aynı düzlemde buluşuyor.

Şöyle devam ediyor şiir: "merdivenden aşağıya sırayla sandalyeler/ koltuklar ve komidinler iniyor./ birer birer basamaklardan düşerek kibarca,/ ev üzerime yıkılıyor."

Bu dizeler bana Edgar Allan Poe’un 'Usher Evi’ninin Çöküşü' adlı öyküsünü hatırlattı. Poe’nun öyküsündeki ev, aynı zamanda insanın zihnidir. Ki, bu şiirde de öyle olduğuna kuşku yok bence. Bunun yanı sıra ev, toplumsal anlayış açısından mükemmeliyetin, ailenin ve düzenli yaşamın simgesidir. Klasik anlayışa (edebiyat açısından bakarsak klasisizme, günümüzün iktidar mekanizması açısından bakarsak toplum ahlâkına) göre ev kutsaldır ve yüksek bir mertebedir. 'Usher Evi’nin Çöküşü' adlı öykü, işte bu evin çöküşünü anlatır. Çöken, Bay Usher’in malikanesi, yani o malikanenin simgelediği, dönemin aristokrasi anlayışıdır.

Öykünün anlatıcısı, eve girer girmez önce eşyaları uzun uzun betimler çünkü eşyalar evin temel unsurlarıdır. Deyim yerindeyse ruhudur. Evin yıkımı, eşyaların yıkımıyla koşuttur. Mihrap Aydın’ın şiirinde de, ev, şiir öznesinin üzerine yıkılmadan önce merdivenden aşağıya atılan sandalyelerle, koltuklarla, komidinlerle karşılaşırız. Yine eşyalar yıkımın habercisi olarak çıkarlar karşımıza.

Hiçbir ev, tek başına bir 'ev', sığınılan, barınılan bir yapı değildir. Ev, bir temsiliyettir. Ait olunan sosyal sınıfın, içinde bulunulan dönemin ve coğrafyanın ahlâk anlayışının, toplumun ilişkilere biçtiği rolün simgesidir. O yüzden de evin yıkılması (isterse üzerimize yıkılsın) başlı başına devrimdir.

İMGELERİ SÜNGÜLEŞTİREN BİR ŞİİR

Sonuçta 'tek kişilik kayık tabaklara binip gitmek' şimdilik gerçekleşmesi mümkün olmayan bir düştür belki ama ev, ya şimdi ya da gelecekte, mutlaka yıkılacaktır. Çünkü toplumsal yaşamdaki saldırı her yandan değil, bir yandan geliyordur. Evin asli unsuru olarak kabul edilen/ettirilen kişiden. Ama daha geniş bir perspektiften bakıldığında, doğa da işin içine katıldığında toplumsal yaşamla doğa bütünleşir ve tehlike hem kombine bir hale gelir hem de etkisi güçlenir. "rüzgarda yağan yağmurun sorumsuzluğundan/ bir örnek saldırı değiyor üstümüze/ yağıyor asit yağmurları, yaklaşıyor kocalar" dizeleri bu açıdan dikkat çekici. Kükürt yağmuru, zararlı gazların; kükürt dioksit, azot dioksit ve karbondioksitin kimyasal bir dönüşüm geçirdikten sonra bulutlardaki su damlacıkları tarafından emilmesiyle oluşur ve üstümüze yağar. Bu anlamda, asit yağmuru ile koca eşleşmesi önemli. Biri yukardan aşağıya yağarak, diğeri aşağıda yaygınlaşarak ölümcül etkilerini sürdürürler.

Saldırganlaşmayan, bağırmayan, sesini yükseltmeyen ama imgeleri süngüleştiren bir şiirle karşı karşıyayız. "dişim çıkıyor bir süre sonra mecburen dişime dokunmak/ zorunda kalan dilim de çıkacak o zaman öyle bir susacağım…" dizeleri, susmanın sessizlik içinde yapılan bir eylem olmadığını, susmanın alaşağı edici gücünü ortaya koyuyor. Bu gücün kaynağını, yine aynı şiirdeki, "susa"daki dizelerde buluyoruz. “ezilenlerin muz kabuğuna bastığı görülmemiştir esnek/ kemiklerle düşme sarmalının içinde hep hayatta kalmayı/ başarırlar başaracaklar…" Tarih boyunca düşme sarmalının içinde olanlar, muz kabuğuna bassalar da düşmezler. Çünkü hayatta kalmayı başarmayı çoktan öğrenmişler/ öğrenmek zorunda kalmışlardır.

Mihrap Aydın, göbek bağıyla ve halatlarla bağlanmış olduğumuz bu hayatta, göbek bağını kör bir bıçakla, halatı da parmaklarıyla kesiyor, koparıyor.