Neşet Ertaş için: müziğin Pi'si, zahirin özü...

Müziğinde evrenin sesini duyuran Neşet Ertaş, Yaşar Kemal'in dediği gibi "bozkırın tezenesi" değildir sadece, daha büyük bir geleneğin, abdal geleneğinin tezenesidir.

Abone ol

Gülşah Karadağ

"batınım sen oldun zahirim sensin

evvelim sen oldun ahirim sensin"

Popidik zamanın zavallı yüzeyselliğinde meali "İçim dışım sen, dünüm yarınım sen" nakaratıyla bir olan bu Neşet Ertaş dizelerinde ve daha nicesinde, hamuru yüzlerce yılda yoğrulmuş kadim bir felsefe saklı. Dahası, birtakım bilgili cahilin içten içe detone, sirtone, ritim kayması diye eleştirdiği müziği, bize pek boyutlu evrenin modern matematiğe sığmayan düzenini hissettiriyor.

Çok iddialı oldu değil mi?

Konuyu açalım o zaman... Ama önce bir iki konuda anlaşalım.

"Popidik zaman da ne" demişsinizdir: Bilgi birikiminin mekan/zaman'ın karesiyle çarpılacak hızda büyüdüğü bir ortamda insanın ömrünü iki katına çıkarmayı başaran, ne ki düşünsel soluklanmanın karekökünü -belki de küpkökünü- almak suretiyle insanı bütünü olduğu evrene, doğaya, akla, insanlığa dair sorulardan alıkoyan, kendine yabancılaştıran günümüze "popidik zaman" diyoruz. Yani ben, başka tartışmalara girmek gerekmesin diye bu yazıda öyle deyiverdim, siz de okurken derseniz, ne bileyim, rahat ederiz.

İkincisi, hiçbirimiz bu zamandan azade değiliz, ne ben ne siz ne de aşktan bedbaht şair yan komşunuz! Aşk, buradaki kritik kelime, evren gibi bir kapsayan... Ama aşkı en iyi bilenimiz, onu kendinde bulandır ve bu, düşünsel soluklanmanın Pi'sini gerektirir!

Son olarak, matematik terimleri kullanmama gıcık olmayınız! Zira müzik, sayısallaştırılmış bir mevzu.

YÜZE DÖKÜLMÜŞ ZÜLÜF KAÇ PES EDER?

Bize Pi'yi 3,14 alın dediler önce. Sonuç gerçeğe çok uzak kaldı. Sonra 22/7 almayı öğrettiler. O da gerçeği vermedi. Sonra öğrendik ki doğru kesir, virgülden sonra sonsuz basamaklı bir bölünenin 7'de biri: 21,9911485751285524.../7. Bir sonsuzun 7'de biri eden bir sonsuz! Yani bugüne kadar bilimlerin üzerine kurulduğu öğretilerle, koca bilim tarihiyle ne yaparsan yap pi'ye ulaşılamayacak; ışığın hızı, bulutların yağış indirme noktası, elektronun dalga hareketi -ne varsa işte mevcut matematikle soyutlayıp modellediğimiz- tam olarak hesaplanamayacak. Ne yaparsan yap evren bizim sayılarımızın netliğinin ucundan süzülecek; kaos halindeki düzenini oranlayarak kaydettiği bilimsel ilerlemeyle insanlığın, dalga geçecek. Kuvantumla uğraşanların iyi bildiği üzere, evrendeki işleyişe en yakınsayan modele, ancak matematiğe yapılan hissi müdahaleyle ulaşılacak. Evreni en iyi sanat anlatacak; en güzel resim altın orandan saparak yapılacak; en vurucu yeri bir şarkının, hapsolduğu matematikten kaçan noktası olacak; en güzel dizesi şiirin, ahengin bozulur göründüğü yerde peydahlanacak.

Abdal Neşet Ertaş işte, bana kalırsa müziğin Pi'sidir. Gönül Dağı'nda tezenesinden çıkan ritmin müzikte usul karşılığı yoktur; Zülüf'te canından usandığı anda yaptığı gırtlak bilindik notalara dökülemez; Leylam derken içimizi yakan sesi, makamdan saparak çıkarır. Detoneymiş, sirtoneymiş, usulü tutmamış, peh! Hisle parçalar kalıbı: Müziği, bölümlendirildiği matematiksel kalıbın dışına taşırır; doğanın, insanın, evrenin sesini tele, söze döker.

Müzikte temel aritmetik kullanılır. Batı müziği bir oktavı diyez/bemolleriyle 12 sese, nota uzunluklarını 2'nin üslü katlarına, ritimleri de ağırlıkla dörtlük orantıda bölümlendirir. Ritim aksatma, geçişli ritim, hatta aksak ritim nadirdir. 12 ses dışında ara ses çıkardın mı yandın, hata kabul edilir; gerçekten de sistem bu olunca o ses kulağı tırmalar. Neşet Ertaş'ın içinde doğduğu Anadolu müziği, daha geniş coğrafyasıyla Ortadoğu müziği "aksama"lara ve "ara"lara açıktır. Üstelik ara seslerin tınısı kişiye göre değişir; müzisyen kendine göre bağlamanın perdesini "bir tık" ileri-geri alır, nefesli çalgılarda üfleme hızını değiştirir, perdesiz yaylılarda yayı da parmağını da hissine göre konumlandırır; nota uzunluklarıyla, ritimlerle oynar, ritmi çekip iter, sesi 2'nin katlarıyla tamamlamadan es verir; ama mutlaka -ve mutlaka- uyumu yakalar. Evrendeki ve doğadaki kaotik uyuma benzer, matematiğe dökülemeyecek bir durum... Sanıldığı gibi Anadolu müziği, "çok sesliliğe uygun değil" de değildir. Güncel bir örnek olarak Erkan Oğur, arpejlerinde komalı sesler kullanır, Batı tipi çoksesliliğe yeni notalar, kombinasyonlar ekler.

Neşet Ertaş, aritmetriğe sığmayan bu müziğin sesini bozkırdan çıkarıp evrenselleşmiştir. UNESCO Yaşayan İnsan Hazineleri arasına alındıysa, bundandır. Köklerini besleyerek evrenselliği yakalayan nadir yeteneklerdendir.

ZAHİRİN İÇİNDEKİ BATINDIR AŞK!

Peki ya sözleri?

Müziğinde evrenin sesini duyuran Neşet Ertaş, Yaşar Kemal'in dediği gibi "bozkırın tezenesi" değildir sadece, daha büyük bir geleneğin, abdal geleneğinin tezenesidir. Abdallık aşka dairdir. Biz zavallı popidik zaman çocuklarının bir türlü içinden çıkamadığı felsefesiyle, aşk!

Biz, aşkı biliriz; masallardan destanlara, şarkılardan deyişlere, filmlerden edebiyata çocukluğumuzdan bu yana onu okumuş, izlemiş, dinlemiş, istemişiz; bazen bulmuş, bazen kaybetmişiz; yine bulmak isteriz. Bir yandan da onun oluveren, yaşanıveren, tükeniveren kimyasal bir durumdan ibaret olduğuna dair kuvvetli şüphelere sahibiz; bu şüpheyle biz içimizdeki romantiği bastırma konusunda hemderdiz. Terk edilmişlikten muzdarip şairin kırık egosunu aktardığı dizelere aldanıp, "salt kavuşamayınca aşk olur" sanan da biziz... "Herkesin bir Feridesi vardır" diyenin sözünü, "Bir de kırık egosu..." diye tamamlayamıyoruz çünkü; "Feride kavuşulunca onarılan egodur, ulaşılınca öldürülecek yanılgıdır" diyemiyoruz. Yanılgılara duygu yükleyen, aşkı şehvetle karıştıran veya sahip olamama hırsını aşk sayan bedbaht insanlarız biz.

Oysa Abdal bilir, kendini aramakla aşkı bulmak bir ve aynı şeydir. Aşk zahir olandan ibaret değildir, zahirin içindeki batındır aşk; insanın kendinde, özünde filizlenen, "iyi"ye, "güzel"e, "kıymet"e -bilcümle kadim değere- yakınsadıkça, tutundukça büyüyendir... Mesela, 22 yıl sonra Türkiye'de verdiği ilk konserinde, Harbiye Açık Hava'yı hınca hınç dolduran genç ağırlıklı kitle karşısında heyecanını saklayamamışsa Neşet Ertaş, türküleri hep bir ağızdan söylenince şaşkınlıkla sazından kafasını kaldırmışsa, mütevazılığındandır. Ceketini çıkarmak için izin istemesi insanlardan, saygısındandır. Devlet sanatçısı olmayı reddetmesi, kıymetin özünü bilmesindendir. Bunca sevilirken şımarmamışsa, hakla muhabbetindendir.

İnsani değerleri ideal bellemeyenin, belleyip de unutanın, gün be gün kendini insani bakımdan sorgulamayanın harcı olabilir mi aşk?

Nihayetinde batını ve zahiri, evveli ve ahiri birleştirecek denli kuvvetli bu mevhuma, özüne emek harcamayan ulaşabilir mi?

Abdal Neşet Ertaş bunu bilir, bunu söyler.

Popidik zamanı yıka yıka gönül dağımıza oturmuşsa, bundandır.

Kaynak: ekomotivus