Müfid Yüksel ve İlhami Işık gibi isimlerin havuz medyasından atılması, son işbirlikçi Kürtlerin de tasfiye edilmeye başlandığını gösteriyor. Bir zamanlar Konya’dan Bursa’ya, Ankara’dan Adana’ya kadar Kürtleri milletvekili seçtiren AKP, sağ ve sol ırkçılara intisabı neticesinde belli bir kıvamdaki Kürtleri bile istemiyor belli ki.
Yüksel, bugüne kadar Türkçü İslâmcılara ve onların iktidarına naz yapmayan biri oldu hep. Nitekim atıldıktan sonra sitem bile etmedi. Onun gibi Kürtler, teoriye uygun şekilde, sadece direnen Kürtlere efelenirler. Efendinin tazyikini hissettikleri zaman cesur davrandıkları bile olur. Elbette bu cesaret sadece itiraz eden Kürd'e yöneliktir.
Işık ise, atıldıktan sonra kahroldu. Onu hayatımıza bir zamanların mutlak haklısı Yıldıray Oğur tıkıştırmıştı. Eski devrimci. Batmanlı. Hemşom. Bir ara Fatih Altaylı karşısında devrimci jargon parçaladığını bile gördüm. Sonra israfla döşenmiş bürosundaki fotoğraflarını paylaşmaya başladı. Sonradan görme zahireci yazıhanesi gibi zevksiz bir şey; bembeyaz mobilyalar, iki boyutlu tablolar filan.
Kim kaldı, kim kaldı diye bakarken, Vahdettin İnce adlı tuhaf kişiyi sayamayacağımız için havuz medyasındaki büyük ışığı, yani Nevzat Çiçek’i görmemek mümkün değil. İlginç biri. Ne Yüksel gibi sinik, ne Işık gibi dönek. Onun özelliği, hiçbir özelliğinin olmaması.
Özenle seçilmiş bir adı yok. Soyadı da şehirli ya da köklü bir aileden olmadığını gösteriyor; nüfus memuru başından savmış işte. Önce buna Esmer dergisini verdiler. Az kalsın “rakımı da içerim Cumaya da giderim” modunda şehirli bir muhafazakâr olacaktı. Esmer’i Taraf’ın aylık eki gibi organize ederken Taraf’a çark etti. Taraf'ta ilkin Kürt medreseleriyle ilgili yazı dizisiyle göründü. Biliyorsunuz, her Türk asker doğar, her Kürt Kürdolog doğar. O da Cegerxwîn ile Mele Şêxmûs'u ayrı kişiler sanacak kadar uzmandı!
Kendi kaleminden çıktığı belli olan özgeçmişinden bakalım: Gerger’de doğuyor. Orta tahsil İstanbul’da bitiyor. Sonra süper mütefekkir Namık Kemal Zeybek’in hamisi olduğu Hoca Ahmed Yesevi Üniversitesi’ne gidiyor, Kazakistan’a. Adını ÖSYS diye hatırladığım sınavdan geçemeyenler az parayla bu tür okullarda okuyorlar. “Aile şirketi” var, ama belli ki bir baltaya sap olamayacağını düşünüp fazla yatırım yapmamışlar. Zaten bitirememiş okulu. Üç bölümü de yarım bırakmış: Sosyoloji, konservatuar, kamu yönetimi. Okumaz bu çocuk, istidadı yok deyip aile şirketine almışlar. Beş yıl çalışmış. Yalnız bu “aile şirketi” ifadesi çok tumturaklı. Bilmeyen de Arktika’dan petrol çekip Uruguay’da işliyorlar sanır. Yaw yok, ara sanayi ürünlerinden birini üretiyordur olsa olsa; terlik tokası, sunta şeridi, jeneratör kayışı, soba borusu dirseği, tencere kulpu filan. Ona bakarsan bizde o da yok ama “havan kime Gergerli” derler!
Aslında Nevzat Çiçek'in macerası, efendiye yapışan taşralı dinci Kürd'ün kısa tarihidir. Yani (elbette Şafiîler için) secdede kelime-i şehadet okurken işaret parmağını havaya dikememenin tarihi. Hemen hepsi “devletin yetimi”dir ve devlet cemaatlerinin yetiştirdiği gözlerle etrafa bakarlar. Dışarı çıkarıldıklarında içeri girecekleri an yıllar sürse bile kapıda beklerler. Öğrenilmiş çaresizlik. Efendi neye kızsa ona kızarlar. Mesela hemen hepsi ABD’nin vize yasağına kızıp işi anti-emperyalizme kadar götürdüler. Hatta o gazla az kalsın solcu olacaklardı. Elbette ulusalcı “sol”cu.
Nevzatgil biliyor ki kulakları biz direnen Kürtleri her gördüklerinde dikeldiği sürece bir ikballeri hep olacaktır.Bunlar taşrada vergi iade zarfı gibi yaşarlar. Âmir, hatta âbid değil, übeyd gibi. Yanaktan oluşan işbirlikçi kardeşleriyle yeni görev için kapılarda beklerler. Benim gibi eğri kafalı yoksul köylü çocuklarını cephelere sürdükçe cepleri dolar. Efendileri İsrail’le bile seçim ittifakı yapsa naz etmezler. Zulmün pis denizinde kulaç atarken paçalarını sıvarlar ama. Devletin yetimidirler çünkü; solda da, sağda da.
Not: Bu yazıyı bitirmiştim ki garibanı da attıklarını duydum. Maşallah dediğim üç gün yaşıyor!