Newcastle United ve kulüp-devletler

Newcastle United’ın yüzde 80 hissesi Suudi Arabistan Kamu Yatırım Fonu’na satıldı, ama Premier Lig’den yapılan açıklamaya göre kulüp teknik olarak Suudiler tarafından yönetilmeyecek. Hepimiz dört yaşında çocuklarız ve buna yürekten inanıyoruz…

Suat Başar Çağlan sbcaglan@hotmail.com

Sonunda oldu. 18 ay süren pazarlık ve restleşmeler neticesinde, İngiliz futbolunun köklü kulüplerinden Newcastle United’ın 380 milyon dolar karşılığında Suudi Arabistan Kamu Yatırım Fonu liderliğindeki konsorsiyuma satıldığı açıklandı.

Kulüp hisselerinin yüzde 80’i Suudilere geçerken, geri kalan yüzde 20’nin sahibi İngiliz Amanda Staveley ve milyarder Reuben kardeşler olacak. Suudileri yönetim kurulunda Yasir el-Rumeyyan temsil edecek. St. James Park Stadyumu’nun çevresinde toplanan 15.000 taraftar, yeni dönemi coşkuyla kutladı. Newcastle’ın yeni sahiplerinin serveti, şu anki en zengin kulüpleri bile beşe, ona, on beşe katlıyor. Bugün itibariyle, “benim sahibim senin sahibini döver” yarışında, dünyanın en zengini Newcastle United. Transfer dedikoduları başladı bile. Suudilerin hamlesi, post-endüstriyel futbolda etik duvarın resmen yıkıldığının tescili olabilir.

YARALI ZEBRA VE SUUDİ KAHRAMANLAR

Suudi Arabistan Kamu Yatırım Fonu 1970’lerin başında, petrolden gelen parayı farklı yatırımlarla değerlendirerek, ekonomik devamlılık ve çeşitlilik sağlamak için kuruldu. Son yıllarda Veliaht Prens Muhammed Bin Selman’ın ülkeyi petrol bağımlılığından kurtarma düşüncesiyle başlattığı “Vizyon 2030” planı uyarınca uluslararası yatırımlara yönelen Fon, iki sene önce Newcastle United’ı satın almak için “Zebra Projesi” adlı bir operasyon başlattı. 7 Ekim 2021 itibariyle, İngiltere’nin en yoksul bölgelerinden birinde yer alan Newcastle United kulübü satın alındı. A takımın yanı sıra, altyapıya, tesislere, hatta bölgedeki farklı alanlara ciddi yatırım bekleniyor. Suudi parası Kuzeydoğu İngiltere’yi şenlendirecek. En azından anlatılan bu.

Aslında satış 2020 yılının başında gerçekleşebilirdi. Ama Premier Lig, kulübün teknik olarak Suudi Krallığı tarafından yönetilmeyeceğine dair, “kanunen bağlayıcı bir teminat” istemişti. Sonunda bu teminat sağlandı. En azından anlatılan bu. Newcastle United’ın yüzde 80 hissesi Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed Bin Selman’ın başkanlık ettiği Suudi Arabistan Kamu Yatırım Fonu’na satıldı, ama kulüp Suudiler tarafından yönetilmeyecek. Hepimiz dört yaşında çocuklarız ve buna yürekten inanıyoruz.

İNSAN HAKLARI VE ARAP YAYINCILAR

İşin aslı ise fazla karışık değil. Suudilerin bugüne kadar reddedilmesinin biri açık biri örtük iki temel sebebi vardı. Öncelikle, Uluslararası Af Örgütü başta olmak üzere çok sayıda sivil toplum kuruluşu, tartışmalı bir rejimin Premier Lig’e ilişerek meşruiyet devşirmesine itiraz ediyordu. Suudi Arabistan, üç yıl öncesine kadar kadınların motorlu taşıt kullanmasına izin vermeyen bir krallık rejimiyle yönetiliyor. Ülkedeki birçok antidemokratik ve illegal uygulama, hanedanın gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayeti gibi bazı karanlık olaylardaki dahli, böyle bir hamlenin sindirilmesini zorlaştırıyordu. Yakın geçmişte bazı sembolik normalleşme ve dünyaya açılma adımları atıldı, ama kaygıları dindirecek bir dönüşüm yaşanmadığı açık. Yani görünür sebep ortadan kalkmış değil. Bu yüzden, teklifin şimdi kabul edilmesinin esas ve örtük nedeni için başka bir Körfez ülkesine bakmak gerekiyor.

Paris Saint-Germain’in sahibi olan Katar Emirliği (ya da QSI: Katar Spor Yatırımları Grubu), aynı zamanda dünyanın en büyük spor yayıncılarından BeIN Medya Grubu’nun da sahibi. Premier Lig’in Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki yayın hakları, 500 milyon dolar değerindeki anlaşma uyarınca üç yıllığına BeIN Grubu’nun elinde. Gelgelelim Suudilerin Katar’la ilişkileri limoni; bu yüzden Krallık, Emirliğe diplomatik boykot uyguluyor. BeIN Sports’un Arabistan’da yayın yapması yasak. Yani teoride, Suudi Arabistan’da Premier Lig’i seyretmenin yolu yok. Ama pratikte Premier Lig Suudi Arabistan’da pekâlâ izleniyor. Çünkü Suudiler korsan yayınları devlet eliyle destekliyor. Premier Lig’e girişlerinin Katar tarafından veto edilmesinin nedeni bu. Premier Lig yönetimi de yayın hakları için bunca para döken Katarlıları üzmek, onların güzel canlarını sıkmak istemediği için, iki yıldır Suudileri oyalıyor.

Neyse ki bu soruna bir çözüm bulundu. Çarşamba günü yapılan açıklamada, Suudi Arabistan’da BeIN’e uygulanan yasağın kalkacağı duyuruldu. Toparlamak gerekirse, Suudiler Katar televizyonuna maç yayın izni verdiği için, önümüzdeki yıl Norveçli bir yıldızı İngiltere Ligi’nde seyredebiliriz. Küresel dünyaya hoş geldiniz…

POLONYALI TESİSATÇILAR

Peki, İngilizler onca soruna rağmen neden süreci kestirip atmadı ve pazarlıkların olumlu bitmesini istedi? 2004 yılında ortaya çıkan “plombier polonais” (Fransızca, “Polonyalı tesisatçı”) kavramı, Avrupa Birliği içinde Orta ve Doğu Avrupa’dan kıtanın batısına akan ucuz işgücünü anlatmak için uydurulmuş, epey bir süre tedavülde kalmıştı. 2003-2007 yılları arasındaki dönemde İngiltere’ye iki milyon civarı – bir milyonu Polonyalı – mavi yakalı çalışan geldi. Bu akın sonucunda yerel işgücünün eskisi kadar rağbet görmemesi, Brexit sürecindeki ciddi etkenlerden biri oldu. Referandum sonucunda Büyük Britanya Avrupa Birliği’nden ayrılmaya karar verdi.

Şimdilerde Avrupa ile bağları zayıflayan İngiltere, pandemi sonrası ekonomik kriz ortamında yeni çalışanlara, ama özellikle yeni sermayeye muhtaç. Newcastle gibi, “en İngiliz” taraftara sahip bir kulübün, katı bir İslami rejimin gelişini kutlamasında bunun ciddi payı var. “Para gelsin de nereden gelecekse gelsin” düsturu, İngiltere’nin dünya piyasasındaki en saygın varlıklarından olan Premier Lig’in pazarlanması için yeterli bir gerekçe sunuyor.

BENİ AKLA

Suudilerin de kendilerince haklı sebepleri var. Sporun propaganda veya aklanma aracı olarak kullanılması yeni bir şey değil. Hanedanın Newcastle şehriyle ilgisini merak ediyorsanız, kendinizi fazla yormanıza gerek yok. Çünkü Suudilerin Newcastle şehriyle ilgisi yok. Hatta bu olayda, para kazanmak gibi bir dert de yok. Futbol uzun vadeli, içinde birçok değişken olan, akıbeti belirsiz bir yatırım. 380 milyon dolar paranız varsa, çok daha iyi yatırım araçları bulunabilir.

“Sportswashing” (“spor yoluyla aklanma”), bir bireyin, grubun, şirketin veya devletin, sporu kullanarak kendi itibarını artırma çabası anlamına geliyor. Bu yaklaşım, devletler söz konusu olunca bir nevi “yumuşak güç” halini alıyor. Suudi Krallığı dünyanın en popüler sporunun en üst düzeyde oynandığı mecrada var olarak, kendi ülkesindeki yolsuzlukları, haksızlıkları ve anti-demokratik pratikleri görünmez, en azından tolerans gösterilebilir kılacak. Katar bunu PSG ile hâlihazırda yapmış durumda. Messi ile sözleşme imzalarken mi, yoksa ölen işçiler için hesap verirken mi görüntülenmek istersiniz? Dünya görünüşler dünyası olduğuna göre, ne yaptığınızdan çok nasıl göründüğünüz önemli. Genel bir kabulleniş zaten var. Peki, etrafta gezinen huzursuzluğun kaynağı ne? Niye herkesin içi rahat değil?

KULÜP-DEVLETLER VE ÜÇ TÜR SAHİPLİK

Futbol kulüplerinin yönetimi farklı şekillerde oluşabilir. Halka açık bir şirketseniz; önünüzde iki seçenek vardır. Birincisi, Almanya’da olduğu gibi, tek kişinin kulübü kontrol edecek oranda hisse almasını yasaklar, görece demokratik bir “çoklu sahip” ortamı oluşturursunuz. Ya da İngiltere’de olduğu gibi, böyle bir kısıtlama getirmeyip tek adam/şirket/fon rejimine kucak açarsınız.

Tek sahip rejiminin kabaca üç türü var. Birincisi, kulübün bulunduğu şehirden, bölgeden veya ülkeden birinin, çoğu zaman samimi bir aidiyet duyduğu, çocukluktan beri desteklediği – ve elbette kendisine para kazandıracağını düşündüğü – bir kulübü satın alması. Bu tarz el değiştirmeler genellikle daha organik görülüyor ve fazla toz kaldırmıyor. İkincisi, kulübün sınır-ötesi bir milyarder tarafından satın alınması. Abramoviç, Glazer gibi örnekler herkesin malumu. Bu model kimi zaman muhafazakâr taraftar ve futbol kamuoyu tarafından haksız dış müdahale olarak değerlendirilip itirazla karşılaşabiliyor. Üçüncüsü ise kulübün yabancı bir devlet, ya da devlet idaresindeki fon tarafından satın alınması. Manchester City (Birleşik Arap Emirlikleri), Paris Saint-Germain (Katar) ve artık Newcastle United (Suudi Arabistan), bu üçüncü ve en tartışmalı gruba giriyor.

Premier Lig yönetiminin “kanunen bağlayıcı teminat” istemesi boşuna değil. İngiliz veya Rus bir işadamı ya da bunlara ait bir şirketin kabahatleri veya – varsa – suçları, uluslararası anlaşmalara tabi egemen bir devletin yaptıklarıyla aynı şey değil. İnsan hakları, cinsiyet eşitliği, ayrımcılık gibi konularda sabıkalı bir rejimin kendi topraklarınız içindeki meşru gövde gösterisine izin vermek, ciddi uluslararası sorunlara yol açabilir. Örneğin, öldürülen gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın nişanlısı Hatice Cengiz, satışın duyurulması üzerine kararın İngiliz futbolu için utanç verici olduğunu söyledi. Farklı ama benzer bir örnekte, birçok futbolcu, önümüzdeki yıl Katar’da düzenlenecek Dünya Kupası’nı boykota hazırlıyor.

NEWCASTLE’IN SUÇU NE?

Günümüzün en tuhaf ve giderek yerleşmeye başlayan alışkanlıklarından biri, güç sahiplerinin istediğini yapmasına ses çıkarılmazken, herhangi bir yetkisi bulunmayanlardan hararetle hesap sorulması. Şimdi birçok kişi Newcastle United taraftarından sağduyulu olmasını ve bu gelişmeye itiraz etmesini bekliyor. Peki bu etik yükü taraftarın omzuna yüklemek ne kadar adil? Ne de olsa hayat kısa, sezonlar geçiyor. Herkes gibi siyah-beyazlı taraftar da takımının başında Antonio Conte’yi, sahada Mbappé’yi görmeyi hak etmiyor mu?

İdeal bir dünyada yaşasaydık, bu sorunun doğru cevabı, “etmiyor” olurdu. Değerlerden, futbolun yerel büyüsünden, oyunun kutsallığından, takım sevgisinin yanında başarının bir hiç olduğundan dem vurulurdu. Ama Newcastle için böyleyse, City, Chelsea, PSG, Milan, United için de böyle olmalı. İyi de şimdi eski defterleri açmaya ne gerek var? Olan olmuş bir kere. Baksanıza Suudiler de taraftar da Premier Lig de ne kadar mutlu…

SORULAR VE SORUMLULAR

Öte yandan FIFA, UEFA, Premier Lig ve ulusal federasyonlar gibi sorumluların görmezden geldiği sorular var. Futbolun epeydir sallanan etik duvarı resmen yıkılıyor. Mesela, yarın Taliban yönetimi Afganistan’da iyice serpilip Tottenham’ı satın almaya kalkarsa ne olacak? Kuzey Kore hükümeti West Ham United’a talip olursa hangi gerekçeyle reddedilecek? Tartışmalı bir rejimin Premier Lig’e girişi hangi şartlara bağlı? Muhalif gazeteciye suikast tamam, ama kız çocukları okula gidemiyorsa olmaz mı? Petrolden gelen paraya okeyiz, ama doğalgazda sıkıntı var mı denecek? Stadyum inşaatlarında ölen işçiler için yaygaraya gerek yok, ama tanınmış bir Batılının başına iş gelirse arıza mı çıkarılacak? Yoksa her kusurun milyar dolar cinsinden karşılığının olduğu bir tarife mi belirlenecek?

Sahanın kendisiyle ilgili problemler de var. Bütün Premier Lig kulüplerini milyarderler satın aldığında, bu takımlar hangi “şov transferlerini” yapacaklar? Dünyada 200 milyon Euro edecek kaç oyuncu var? Bu de facto Avrupa Süper Ligi karşısında diğer liglerin ne hale geleceğinden bahsetmeye bile gerek yok. Daha onlarca soru sorulabilir; ama önce soru sormanın anlamlı olduğu bir ortam gerekiyor. Futbolu yönetenler bir karar vermeli. Kafa yormaya devam edelim mi, yoksa “o iş bitti” mi? Şu anda bitmiş görünüyor. Bu gidişe yol açan gelişmelerin, futbolun beşiği olduğunu iddia eden ülkede yaşanması ise, hakikat sonrasına yaraşır bir ironi…

Tüm yazılarını göster