Mazlum Kobane’nin Kandil’de çekilen fotoğrafları paylaşıldı. Hemen ardından bazı HTŞ ve benzeri örgüt yöneticilerinin İstanbul’da çekilmiş fotoğrafları dolaşıma sokuldu. Kobane aynı gün Rus Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı’yla video-konferans yaptı, ABD Başkanı’yla telefonla konuşup, Vaşington’a davet olundu.
Rusya Devlet Başkanlığı Sözcüsü Peskov, Kürtler sınırdan 30 km. güneye çekilmezse, TSK ile Kürtler arasında durmayacaklarını anımsattı. ABD’nin Deyrelzor’un aşağısında Fırat’ın doğusunda Conoco gaz ve Omar petrol sahalarına, belki otuz civarında tank da içerecek biçimde, yeniden konuşlanacağı ve 500 asker dolayında bir tortu gücü orada bırakacağı anlaşıldı.
Ayrıca Rusya, “Barış Pınarı” dörtgeninin batısına beş, doğusuna on olmak üzere on beş gözlem noktasını sınırboyunda kuracak. YPG’nin Suriye ordusuna katılması için görüşmelerin de hızlandığı görülüyor. YPG sınırboyunda hem geri çekilecek, hem Suriye ordusuna katılacak, hem Rusya’yla işbirliği yapacak, hem güneyde petrol ve gaz sahaları civarına Rusya-Suriye güçlerinin girmemesi için ABD ile eşgüdüm yapacak. Öyle mi? Değilse ne?
Mazlum Kobane’nin Kandil fotoları ne denli Ankara’nın hedeflediği etkiyi sağladı bilemem. Buna karşılık, bir YPJ’li milisin TSK destekli cihatçılara tutsak olma görüntüleri kuşkusuz medyatik sansasyon yarattı. SDK yöneticisi İlham Ahmed’in ABD senatosunda kabulüne dair görüntüler de aynı biçimde.
Tanıdığım en çelebi insanlardan Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Mızraklı’nın tutuklanışı bir başka resim. Erdoğan’ın asker selâmı pozunun Le Point’de kapak olması bir diğeri. Şu asker selâmının Avrupa’da nasıl anlaşılacağını dahi kestiremeyen bir iletişim stratejisi var Beştepe’nin. Le Point’i dava etmenin çaresizlik olarak yorumlanacağını da kavrayamamışa benziyorlar.
Keza Erdoğan’ın Çamlıca Camisi’nde Cuma namazı öncesi cemaatle sohbetinin kayıtları paylaşıldı. Cumhurbaşkanı, “küffara karşı şiddetli olmaktan” söz ediyor. Rabia selâmı ile asker selâmı birlikte olabilir mi? Yahut, anamuhalefet lideri Kılıçdaroğlu da pek çok kez yinelediği gibi “gerçek milliyetçilik” adına asker selâmı verecek mi?
ABD Suriye Özel Temsilcisi Büyükelçi Jeffrey’nin hem Senato hem Temsilciler Meclisi’nde ifade vermeye çalışırken deyim yerindeyse rezil, kepaze oluşunu da izledik. Bundan çok değil dört yıl önce Ankara’da Salih Müslim ile pek çok kez görüşen Türkiye BM Daimi Temsilcisi Büyükelçi Sinirlioğlu’nun BMGK’deki müdahalesini de dinledik.
Yukarıdakilerin tamamı, sadık amadenize sorarsanız, gerçek oyunun sahne düzenlemesinden ibaret. Küresel Kürt nüfusu yaklaşık 35-40 milyon ise, bunun yarısı Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı. Bunlar YPG/YPJ gibi güneye çekilmiyor, aksine, diğer yurttaşların genel eğilimine uygun biçimde, başta İstanbul olmak üzere büyük kentlere yerleşiyor.
Hani Cumhurbaşkanı Erdoğan sık sık “bir olacağız, iri olacağız, diri olacağız, hep birlikte Türkiye olacağız” diyor ya, önümüzde duran ve önümüzde yüz yıldır duran asıl mesele o. Nasıl hep birlikte Türkiye olacağız? Tekme-tokat dirsek temas aralığında yan yana mı duracağız, yoksa insan gibi iç içe mi yaşayacağız?
Malum CHP harekâta “yüreği yanarak evet” demeden önce, bir Kürt Raporu Güncelleme Toplantıları dizisi başlatmıştı. Acaba CHP yönetimi, kendi bilmedikleri neyi öğrenmeyi murat ettiler bu toplantılardan? Yapılacak, gidilecek yol belli değil mi? Sanki MIT yahut CERN laboratuvarında fizik deneyi yapıp, “bakalım sonuç ne çıkacak” diye onu mu bekliyoruz?
Sıralasak mı tekrar: Yeni, gerçekten “sivil” anayasa, idare reformu, terörün tanımı, bağımsız yargı, çağdaş eğitim, katılım, temsil, laiklik, çoğulculuk, seçim barajının indirilmesi, siyasi partiler kanunun değiştirilmesi, etkin denge ve denetim, ifade özgürlüğü...
Ama efendim “beka”. Pekiyi. Misal, beka sorununun anasıyla uğraşan İsrail, diğer günahları bir yana, tüm bu alanlarda hiç kısıtlamaya gitmiş mi 1948’den bu yana? Gitmemiş de, ulusal güvenliği bu gitmeyişten yara mı almış?
Çok basit bir soru alalım yahut: Anadilde eğitim. Şu veya bu biçimiyle anadilde eğitim konusu TBMM’de ele alınacak olsa, bunun “ama önce PKK silah bıraksın” savıyla bir ilgisi var mı? PKK silah bırakacaksa ve “başkalarını bilmem, bu devlet teröristle konuşmaz” ise, o nasıl olacak?
Efendim biz kimseye benzemeyiz dünyada. Biz biriciğiz, yalnızca kendimize özgüyüz. Her Türk asker doğar ve ömrü boyunca garnizonda yaşar. Dışarıda canavarlar var, sakın sakın, sakın aklına dahi getirme.
Daha ne kadar bu ülkenin yurttaşı devletinden, iktidarıyla muhalefetiyle yöneticisinden çocuk muamelesi görmeyi sineye çekecek? Ne o öyle ayaklar baş olmuş Şili’de, Katalonya’da, Cezayir’de, Lübnan’da, Irak’ta, Hong Kong’da. Bizde ise nizam intizam, elhamdülillah on numara.
Resimlerle başladık, resimlerle bitirelim. Biri Fat Boy Slim’in 1998’den albüm kapağı, göğsünde “ben zaten bir numarayım, neden çaba göstereyim?” yazıyor. Diğeri Gençler Dünya Şampiyonu güreşçi Enes Uslu’nun Kafkas dansı. Ne ilgisi mi var? Onu da göstergebilimcilere, siyaset antropologlarına soralım. Düşünmek istiyorsak.