Yazıma başlarken, hepiniz gibi henüz öğrendiğim Çorlu kararı için yıllardır, baskılara rağmen yılmadan direniş ve dayanışma sergileyen aileleri ve avukatları kutluyorum. Çorlu tren kazasında yaşamını yitiren 25 kişinin ruhu şad olmuştur umarım. Eksik ve yetersiz olmasına, geç gelmesine, acılı ailelere bile davalar açılmasına rağmen adalet yine de kısmen tecelli etti. En üstte ancak Bölge Müdürüne kadar ilerletilebilen bir sorumluluk zinciri adaleti eksik, yarım bıraktı ama çok uzun yıllardır bu kadarına bile hasrettik.
Mevsim Akdeniz olmadı henüz siyasi iklimde ama mevcut değişim ilgili mahkeme heyetinin haysiyetini korumasına katkı sağladı. Dileyelim ki temyiz süreci çok uzamadan mahkeme kararı doğrultusunda tamamlansın. Ve elbette bu denli uzun ve zorlu direniş süreçleri gerektirmeden; Bakan ve Genel Müdür gibi üst düzey sorumlular ayıklanıp idari kusur salt orta ve alt düzey yöneticilere yıkılmadan adalet tecelli etsin bundan böyle başka benzer davalarda da. Örneğin en büyük ve aleni hukuksuzluk içeren, üç hafta sonra karar verilmesi beklenen Kobani duruşmasına da Çorlu kararının olumlu etkisi yansısın. Adaletin tecellisine, 108 sanıklı davanın düşürülmesine, tutukluların tahliyesine tanıklık edelim 16 Mayıs'ta.
Kobani davası, özellikle Numan kurtulmuş’un 2 Nisan'da milletvekilleri iftar daveti vesilesiyle yaptığı konuşmada dile getirdiği 1921 “anayasası” ifadesiyle birlikte artık bu ülkenin suni anayasa gündeminin bir parçası olarak kabul edilmeli. İktidarın muhtaç olduğu anayasa gündemi lehine Kürt siyasetinin teslim alınması için kurgulanmış bir oyun planı gibi görünüyor bu 1921’e yapılan atıf. 23 Nisan Resepsiyonu'nda, tepkiler nedeniyle düzeltme ihtiyacı duyan Kurtulmuş, kapsayıcılık açısından benzetme manasında kullandığını söylese de kesinlikle inandırıcı bulmadım. Numan Kurtulmuş’un hitabeti hazırlıklı, planlı bir konuşmada herhangi bir benzetme için gerekli açıklayıcı cümleleri konuşmasına ekleyemeyecek kadar zayıf değil. Ve eminim Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da hazır bulunduğu yemekte yapılan konuşmanın her bir kelimesi özenle seçilip tensiple yerleştirilmiştir. Siyasetin ve toplumun nabzını yokladılar bir kere daha. Günler sonra benzetme bahanesiyle geri adım atmak zorunda kaldılar ama çare yok şiş de yandı kebap da. Niyetleri çok net açığa çıktı ve hak ettiği tepkiyi toplum genelinden gördüler. Ancak siyaset gerekli tepkiyi vermedi. Konuya dalmadan önce Akif merhumun ruhu şad olsun diyerek ona bir nazire yapayım: Allah bu millete bir daha 1921 Teşkilât-ı Esasîye Kanunu yazdırmasın.
Evet CHP ve DEM Parti, iktidar kanadından gelen anayasa gündemine ve müzakere, görüş alışverişi ziyareti teklifine balıklama atlayıp hemen yeşil ışık yaktılar. Diğer partiler de pek az istisna ile kimisi destekler tonda kimisi hak ettiği sertlikte olmayan karşılık vermekle yetindi. Bu nedenle başlıkta yer verdiğim soru iktidara değil muhalefete yönelik. Anayasa konusunda hem yapım yöntemi hem içerik olarak ‘benzetme’ yapılabilecek en son metin bile değildir, 1921. Anayasa değildir. 1921’de Osmanlı Devleti halen varlığını sürdürüyordu. Osmanlı Devleti’nin Anayasası olan Kanun-ı Esasî yürürlükteydi. Birinci Büyük Millet Meclisi açılışında Kanun-ı Esasi’ye bağlılığını ilan etmişti. Bir anayasa vardı yani. Nitekim Teşkilât-ı Esasîye Kanunu yapılırken Mecliste ve basında, toplumda bu konu çok tartışıldı. Mustafa Kemal ve yakın çevresinden gelen cevap Meclisin işleyişi, görev ve yetkileri hakkında bir kanuna ihtiyaç olduğu yönündeydi ki haklıydılar. Çünkü İstanbul’da saltanat sürüyordu. Padişah’ın görevlendirdiği hükümetler vardı ki ayrımı tam gösterebilmek için ona İstanbul Hükümeti adı verilmişti tarih literatüründe. Anadolu ise BMM Hükümeti olarak anılırdı. Bu nedenle Ankara BMM, Anadolu Vilayetleri ile bağlılık ilişkisini sağlamak zorundaydı. Diğer yandan hükümet kurulması, Milli Mücadelenin yürütülmesi, Milli ordunun kuruluşu, sevk ve idaresi, askeri ve mülkî idarenin ve tabii ki halkın Ankara’ya bağlılığının sağlanması gibi konuları içeriyordu 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu. Ezcümle bir kurumun kuruluş kanunu idi. Tabii ki meselenin şu kısmını asla ihmal etmeden söylüyorum: Teşkilât-ı Esasiye uygulandığı tarihlerde BMM gerçekten çok demokratik bir yapıya sahipti. Hedef tekti çünkü. Her Vilayetten seçilen temsilciler Ankara’da sadece Anadolu’yu ve İstanbul’u işgalden kurtarma hedefine kilitlenerek farklılıklarını bir kenara öteleyebilmişlerdi. Tartışması, çatışması boldu. Meclise itaati sağlamak için zor kullanılmış, isyanlar bastırılırken çok can yakılmıştı, bu kanundan alınan yetkiyle. Ama savaş koşullarıydı ve dünya demokrasileri de iki savaş arası yıllardaydı. Yani çağın koşullarında değerlendirme yaparsak demokratik gelişim sürecine pek aykırı olmadığını söyleyebiliriz.
AKP’nin Numan Kurtulmuş ağzından duyurduğu bu ‘benzetme’ ile açık ettiği, Kürt siyasetini ‘avlama’ planıyla ilgisini kurmak gerekirse Vilayetlerin Özerkliği maddesini hatırlamak yeterli olur. Bu maddede özellikle Doğu Vilayetleri özerklik ilkesiyle Ankara’ya bağlanmıştı. Bu maddeyi salt Kürtlerin milli mücadeleye katılması için yazılmış bir tuzak olarak görmek yanlıştır. Çok hevesliysek o tuzağı bugünkü söylemlerde arayalım. O gün bu maddenin yazılması Kürtleri tavlamak için kullanılmış bir tuzak değil siyasi, diplomatik ve askeri açılardan olduğu gibi kendini yönetme hakkı açısından da bir zorunluluktu. Çünkü Sevr imzalanmıştı, yürütülmeye çalışılıyordu ve bu anlaşmaya göre Doğu Vilayetlerinin çok büyük bir kısmı Ermenistan’a bırakılacaktı. Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda Doğu Vilayetlerine özerklik tanınması, Kürt halkına kendi kaderini tayin etme fırsatı sunmak içindi. Kürtler Sevr’i reddedip Ankara’yı seçti ve BMM’ne temsilci gönderdi, Milli Mücadele birlikte kazanıldı. Bugün koşullar çok farklı ve 1921 hatırlatması bu nedenle hem siyasi bir tuzak hem de aşırı tehlikeli. Tehlikeli olan Kürtlerin yaşadığı illere özerklik verilmesi değil o günün savaş koşullarını hatırlatan bugünün Ortadoğu çatışma potansiyeline hizmet edecek bir yanı oluşu.
22 yılda öğrendik, AKP, iktidarını sürdürmek için her şeyi göze alır. Böylesi tehlikeli çağrışım yaptırıp ardından kolayca ‘benzetme’ bahanesine de sığınabildi nitekim. AKP İstanbul Sözleşmesi, çocuk cinsel istismarına af ve anayasa gibi mayınlı arazi saydığı konularda muhalefet desteğine ihtiyaç duyuyor. Siyasi sorumluluğuna suç ortağı aramak için partisinden bazı isimleri öne sürüyor. Partinin, teşkilatın güvenini kazanmış bu isimler aracılığıyla konuyu gündeme taşıyıp, muhalefetle ilişkilenme yolları ararken muradı tehlikeli araziden güvenli geçiş yolları bulmak. Bunlara hepimiz yıllardır tanık olduk. Bu defa biraz daha farklı ama. İlk defa ikinci parti olduğu için o kritik konularda özellikle kaçındığı siyasi sorumluluktan kurtulmak açısından özellikle muhtaç muhalefete. Peki muhalefet iktidarın kendilerine bunca muhtaç oluşunun farkında mı? Pek öyle görünmüyor. Yıllardır süregelen siyasi atmosfere alışmış gibiler. Tuncay Bakırhan ve Özgür Özel ‘görüşelim, metni görelim, görmeden tutum almak olmaz’ minvalinde sözler sarfettiler rahatlıkla. Siyasetin iç dinamikleri bu türlü ifadeleri gerektiriyor olabilir ama yerinde değil bu yaklaşım. Ülkenin, toplumun ihtiyaçlarına uymayan eskimiş bir politik tutumla bugünün şartlarında doğru politika kurulamaz. Bir kere açıkça belirtmek gerekir muhalefet iktidara muhtaç değil. İktidar muhalefete muhtaç. Neyi müzakere edeceksiniz? Yıllardır istedikleri gibi 50+1 şartını kaldırıp azınlık iktidarı kurmalarını mı? Bu ucube sistemde bütün yetkileri tek elinde toplayan Cumhurbaşkanına bir de yüzde 40 gibi oylarla seçilme şansı tanıyıp tanımamayı müzakere edecekseniz. Bilin ki bunun adını bari doğru koyun: Azınlık iktidarına dayalı despotik rejim müzakeresi.
Bu kadar uzun anayasa meselesi yazdıktan sonra belirtmek biraz tuhaf gelebilir ama bir anayasa yapılabileceğini sanmıyorum ki mevcut anayasada değişikli bu iktidarla asla yapılmamalı zaten. AKP’nin, Erdoğan’ın kesinlikle seçilme oranını düşürmeye ihtiyacı var ama bunu başarabileceklerini kendileri de pek düşünmüyor. Fakat siyaseti ve kamuoyunu meşgul etmek için anayasa gündemini çok elverişli buldukları açık. Bir parça da ılımlı yönetim politikası ihtimalini havuç niyetine sunmaları işlerini kolaylaştıracaktır kanaati hakim gibi iktidarda. Artık kutuplaştırma siyaseti işlemediği için buna mecburlar da. Tamam, Erdoğan-Özel görüşmesi, AKP-DEM Parti yakınlaşması topluma biraz nefes aldırır. Ama bu iktidar için halkın sandıkta dayattığı zorunlu istikamet. Muhalefet olarak size iktidarın, bu zorunlu istikamete yönelmek için Anayasa gündemi gibi bir zorunlu görüşme koşulu sunmasına izin vermeyin. Anayasa yolunu baştan ve tek hamlede kesin ki Meclis çalışmalarında önünüze sürülecek olan yasa taslaklarının içeriğini müzakere etmeye zorlayın iktidarı. 9’uncu Yargı Reform Paketine odaklanıp Meclise sunulmadan önce içerik tartışmasına zorlayın iktidarı. Buna gücünüz şimdiki koşullarda yeter. Yeter ki siz bu gücünüzün farkına varıp, iktidarın işaret ettiği yöne savrulmak yerine siyaseti şekillendirme becerinizi ortaya koyun.