Neyin mizahı olmaz/çözümleyici bir yaklaşım

Ya da şöyle söyleyeyim; bırakınız katliamı, yüzleşilmemiş, hesaplaşılmamış, dolayısıyla yası layıkınca tutulup yas çalışması yapılamamış, o demektir ki, mizahın yerleşebileceği mesafe tedarik edilememişken, kaybın (kimliksel/kendiliksel travmaların, mağduriyetlerin dahi) mizahı yapılabilir mi? Kanımca Selcen’in dikkat etmediği şey o.

Abone ol

Halûk Sunat*

Dün, Pınar Fidan isimli stand-up sanatçısının Alevilere ilişkin kurduğu mizahın bazı Alevileri (ve Alevi duyarlıklarına sahip çıkma siyaseti güttüğü iddiasında olan bir kısım insanı) suç duyurusunda bulunup rahatsızlıklarını mahkemeye taşıyacak denli incittiğinden bahisle, “Espri/mizah nedir, ne işe yarar?” başlıklı bir yazı yazmış, Freud’un psikanalizine atıfla espri/mizah dediğimiz şeye —kendimce— bir açıklık kazandırmaya çalışmıştım. Bu yazıdaki niyetimse, —meseleyi Pınar Fidan’ın şahsına indirgemeden— Gazete Duvar yazarı sevgili Aydın Selcen’in konuya ilişkin yazısını (1) irdeleyip olan biteni andığım mizah terazisine vurmak ve gösterilen tepkiyi anlamaya çalışmak.

Selcen, yazısında, gösterinin tam metnine sahip olmadığımıza, o nedenle sağlıklı eleştiri yapma imkânımız da olmadığına işaret ederken haklı. Ancak, vak’anın değerlendirmesini yapar ve görüşünü ifade ederken dikkate aldığı malumat —kendisinin de yaptığı gibi— “esasta” söyleceklerimiz için yeterli olmalı. Hemen söyleyelim; sonradan Alevi olduğunu kendi açıklamasından da öğrendiğimiz genç bir Alevi kadın stand-up sanatçısının “Madımak katliamı”nın mizahını yapışı idi asıl tepkiye yol açan. Ancak, oraya gelmeden, Finlandiya Başbakanı’nın metro ile işe gidişinden hareketle, asıl onların cennetlik, bizim siyasetçilerinse cehennemlik olduğunu söyleyen bir Aleviyi; “kendisi hiçbir şey yapmadan cennete gideceğine inanan”lardanken cennet/cehenneme dair “yargı dağıtma”ya soyunan ‘Alevi karakter’i anıyordu sanatçı. Alevinin cennet/cehennem işlerine soyunmasındaki abesliği ve hegemonik inanç (Sünni Müslüman) katında çözünmüşlüğü/bulaşıklığı hicvetmesi ile isabetliydi kanımca. Sonra, Alevilerden daha çok “cemevi” ziyareti yapan “saldırganlar”ın orayı boş buldukları için (ibadet mekânları olarak tanınmasını istedikleri yere rağbet etmeyen Alevi hicvi, diyebiliriz) “hiç Alevi kaybetmiyoruz”u işliyordu Fidan ve, “Çok istiyorsan meyhaneye falan gidebilirsin!” diye de ekliyordu (hadi meyhane kısmı, ibadet mekânlarını boş bırakanların nereyi doldurmayı tercih ettiklerine dair bir hiciv olsun ama “hiç Alevi kaybetmiyoruz” vurgusuyla, ‘Alevi kayıpları’nın toplumsal/tarihsel gerçekliğini hafifseme eğilimi yansıtıyor gibiydi). Ve, o hassas yer: “Ya da hepsini bir otele tıkıp yakabilirsin… geçmişte örnekleri… aaa, aaa… (“yaa, neydi o” deyip bacağına vuruyor ve izleyici ile birlikte ferah ferah gülünüyor!)” Biz orada irkilirken, ardından, ince vurgularla —neden Batı’daki örneklerinden farklı olarak gündelik hayatımızda karşılaşmak istemeyeceğimiz— Gökçek, Bahçeli, Albayrak, Erdoğan, İmamoğlu (Akit Gazetesi, “FETÖ” yakıştırmacılığı) ve Kılıçdaroğlu göndermeleri geliyor (ki, bu keyifli geçiş de, az önceki irkilmemizin yersiz olmadığına delalet ediyor).

Sınırlı da olsa izlediklerinden, “otel şakası” yapanın Aleviliğinin “zaten” açık olduğunu söyleyen Selcen, “Neyin şakası yapılmaz?” diye sorup yanıtlıyor: “Buradaki örnek [sorgulanan vak’a] ‘Madımak’”. “Vurun kahpeye kolaycılığına kapılmadan” kanaatini açıklıyor: “[S]ınırlı kaydı izlediğimizde Fidan’ın amacının Madımak’la dalga geçmek değil, tam aksine Madımak katliamını yapan ve bugün de tereddütsüz yapabilecek durumda olan zihniyeti mahkûm ve teşhir etmek olduğu gayet açık.” Toplumsal linç, “medeni ölüm”e mahkûm ediş değil elbet; lakin, mazur görmek de değil, “dışlanacak yerde alkışlanması” gereken bir maharet ve cesaret örneği görüyor Selcen, “genç, aydınlık, zeki, güleryüzlü Alevi kadın”da. İlk tespiti bu.

Selcen, mağduriyeti içinden konuşanın mağduriyetini mizahlaştırma hakkı (ya da, belki, ehliyeti) olduğu fikrini desteklemek üzere, çektikleri acılara rağmen keskin bir mizahla kendi kendileriyle dalga geçmeyi becerebilen (ve o mecrada tek olan) Kürtlerden de söz ediyor. İlginç; “Neyin mizahı yapılmaz”ın yanı sıra, “kimlerin o mizahı yapmaya hakkı vardır” sorusunun yanıtı olsun; Kürtlerin kendi kendileri ile dalga geçme yollu mizahını kendisine de hak görüyor! Ve, “sen Kürt değilsin, bu şakaları biz bize yaparız, sen yapamazsın” tepkisini de, “son derece yersiz ve haksız” bir uyarı olarak değerlendiriyor. (2)

FREUD’LA ADINI KOYARSAK

İlk yazımda, “Freud için espri/mizah, zekâ ve bazı ruhsal süreçler aracılığıyla, haz üretmeye yarayan bir etkinliktir” demiştim. Hazsa, doyum arayışındaki dürtülerin taleplerinin karşılanması ile yaşanan şeydi. Mizah da, işte, doğrudan (‘gerçeklik ilkesi’ çerçevesinde) doyumu sağlanamayan dürtüsel talebin ketlenmişliği, engellenmişliği ya da bastırılmışlığıyla birikmiş olana imgesel yolla (toplumsal/kültürel kabul göreceği kisveye bürünmüşlüğüyle) bir çıkış/boşalım kapısı aralanmasıydı: Mizahçı kapıyı aralar; hem kendisi, hem de dinleyendeki eşdeğerli birikim o kapıdan hayata karışır; mizahçı da, gülen de ferahlar. (3) Yine anmıştık; esprinin iki kaynağı vardı (malumunuz, hayat da onların diyalektiği üzerine kurulur; ‘Thanatos’ ve ‘Eros’un); “saldırganlık” ve “cinsel göstermecilik”. Vak’amızda geçerli olanın, ilkinden doğru birikmiş “öfke” boşalımı olduğu açık.

Peki; örneğimizde, mizahçı birikmiş öfkeye kapıyı aralar, izleyeni aralanan kapıdan eşdeğerli öfkesini kahkahaları ile boşaltırken hangi öfkeyi kullanmaktadırlar? Mizahçımızın beden dili, tonlaması ve ifadesi, “Madımak katliamı”na ilişkin bir teessüriyeti, bugün de “tereddütsüz” aynı şeyi yapabileceklerin zihniyetine ve o zihniyetle katliamı gerçekleştiren faillere uzanan bir öfkeyi; onları “mahkûm ve teşhir etme” ruh hâlini (Selcen’e “gayet açık” gelen şey) yansıtıyor mu? Dahası; Selcen’in de teslim ettiği üzere, bugün de aynı şeyi tereddütsüz yapacakların muktedir olduğu vasatta “katliam”ın mizahı mümkün müdür? Üstelik, yine Kürtlere ilişkin verdiği örneğin de hatırlattığı üzere, kaybı yaşatanlara (o insanları diri diri yakanlara) ve arkasındaki cari hâkim ideolojiye dişe dokunur siyasi/sivil toplumsal mukabele geliştirilememişken (ve Kürtler bile, —o mukabelede epey yol almış olanlar— Selcen’e dönüp, acılarından mesafelenme ihtiyacı ile yaptıkları şakaların kendi mahremlerinde kalması gereğini hatırlatırken). Ya da şöyle söyleyeyim; bırakınız katliamı, yüzleşilmemiş, hesaplaşılmamış, dolayısıyla yası layıkınca tutulup yas çalışması yapılamamış, o demektir ki, mizahın yerleşebileceği mesafe tedarik edilememişken, kaybın (kimliksel/kendiliksel travmaların, mağduriyetlerin dahi) mizahı yapılabilir mi? Kanımca Selcen’in dikkat etmediği şey o.

KAHKAHALAR NE SÖYLER?

Tamam; mizahçımızın hazırladığı gülme kapısından boşalanın katliam faillerine ve o zihniyeti günümüzde de muhafaza edenlere yönelik (onları “mahkûm ve teşhir etme”yi menziline almış) bir öfke olmadığını —kendi ölçülerimle— dillendirdim. Ama ortada, gülen ve güldüren varsa, o boşalanın kaynağı ne ola? Doğrusu, o mizahi edimle (katliamın ‘mizahı’ ile) açığa çıkanın ayakbağı gibi yaşanan kimlikle alakalı olduğunu düşünüyorum ben. Ve cennet yolculuğuna ölçü düşüren Alevinin, çok sahiplendikleri cemevlerini boş bırakıp meyhaneleri dolduran Alevilerin anılışı da o minvalde yol alışın —kimlikle kavganın— gösterenleri olsa gerek.

Aşırı yorum sayılmayacaksa; Selcen’in, mizahçı genç kadına, “Madımak mizahı” üzerinden, cesareti, mahareti, aydınlığı, zekiliği bahşetmesine, mizahçıya yönelik “toplumsal linç”e azmedenlere, “medeni ölüm”ü reva görenlere duyduğu haklı öfkenin yol açmış olabileceğini de söyleyeceğim ben —bir cür’et. (4) Ayrıca, “linççi infial”in, hiçbir kayıpla yüzleşmeyi, hesaplaşmayı, kimliksel eşitsizliğe karşı mücadeleyi kararlılıkla siyasi gündemlerine alamamış, ihtiyaç olan direnişi/talepleri inşa edememiş olanların hüsran, iktidarsızlık ve suçluluk duygularının, üstlerine yıkılmış hınç ve öfkenin yansı(tıl)ması olduğunu da ekleyeceğim (ki, sahtelik ve samimiyetsizlikle tasarruf edilen tepki, işaret ettiği “günah keçisi”nin mizahına da ışık tutmaktadır). (5, 6, 7)

* Psikiyatr/psikanalist

1. “Pınar Fidan’a teşekkür borçluyuz” (Gazete Duvar, 20 Mart 2020).

2. Selcen’in görüşünü desteklemek üzere verdiği, Charlie Hebdo-Ceyda Karan, Hikmet Çetinkaya, ABD’deki bazı dizi karakterleri, South Park, Dieudonné adlı siyahi Müslüman komedyen, Lamar, Woody Allen, vs. ana tartışma hattı ile ilişkileri sorgulanabilir örnekler; dağılmayalım.

3. Rüyadan farkını, mizahçının maharetini ilk yazıdan okuyabilirsiniz (ayrıca, bkz., “Freud’un Psikanalizi”/ Halûk Sunat, Pinhan Y., Şubat 2020).

4. Hatta, Selcen’in, Fidan’ın şahsında harekete geçen korumacı ebeveyn tavrı olarak da adlandırabiliriz söz konusu iltifatkârlığı. Ve sanırım, kız çocuğu ile ilgili çağrışım da o minvalde yazısına katılmış olmalı.

5. Selahattin Demirtaş’ın rahatsızlığı dolayısıyla —Demirtaş’ın kendisini de katarak— sorumlu arayan, yeterli mücadele verilmediğini beyanla heyheylenen ama o içerideki mağdurun mağduriyet siyasi zeminine (tutsak alınmışlığına) ilişkin aynı hassasiyet ve siyasi çabayı gösteremeyenleri de hatırladım bu vesileyle —ki, tanıdık bir ruh ekonomisidir; aczin, yol açıcı olmayan —asli nesnesine yönelememiş— öfkenin ifadesidir.

6. Bu yazıda ele alınan mesele için, ayrıca, bkz. “Muhtelif sinir krizlerinin eşiğindeki toplum…” (Murat Sevinç, Diken gazetesi) ve “Alevilik, mizah ve soykırım” (Orhan Gazi Ertekin, Gazete Duvar).

7. Bu ve önceki yazım, psikanalizin, amiyane tabirle ‘bel altı’ ile değil; onun bittiği yerden temsilleri ile ilgili olduğunu da düşündürürse ne mutlu bana.