'Neyse' haykırmadan anlatıyor!
Neyse grubu ikinci albümü ‘Haykırmadan Anlatamam’ı 5 yıl aradan sonra Sony müzik etiketiyle dinleyicisiyle buluşturdu. Neyse ile yeni albümlerini ve müzik dünyasını konuştuk.
“Canı cehenneme rahat uyuyanın/kapısını örtenin perdesini çekenin. Yüreği yalnız kendiyle dolu/duvarları ancak çarpınca görenin. Canı cehenneme başkasının yangınıyla/evini ısıtıp yemeğini pişirenin./....” Neyse grubunu albüm kapağını açtığınız da işte bu şiirle karşılaşıyorsunuz, Şükrü Erbaş’ın ‘Bir Kardeş Mavi’ şiiri ile... Çocukluk arkadaşları Selim Kırılmaz ve Deniz Ünlü’den oluşan Neyse grubu ikinci albümü ‘Haykırmadan Anlatamam’ı 5 yıl aradan sonra Sony müzik etiketiyle dinleyicisiyle buluşturdu.
Albüm adınıTurgut Uyar’ın “Kavşakta” şiirinin son dizesinden alıyor: "İlaç milaç bok püsür/şuramda bir şeyler var/ sahiden bir şeyler var/ haykırmadan anlatamam."
Grup aslında ilk albümünden bu albüme kadar şiirleri ve şairleri unutmadan yollarına devam ediyor. Yine bu yolda da albümde yer alan şarkıların sözü ve bestesi Selim Kırılmaz’a, düzenlemeleri ise Selim Kırılmaz ve Deniz Ünlü’ye ait. Aynı zamanda albümün iki şarkısına Ara Dinkjian ve Deniz Tekin konuk oluyor...
Neyse ilk olarak Babajım ile Radyo Eksen işbirliğiyle gerçekleştirilen ve büyük ödülü albüm kaydı olan ‘Be The Band’ müzik yarışmasında tanımıştık. O yarışmadan birinci olarak çıkan grup festivallerde aldıkları sahnenin dışnda ‘sağlam’ cover’larla da adlarını bugüne kadar taşıdı.
‘Haykırmadan Anlatamam’ albümü de tüm bu birikimlerin ve zaman içindeki olgunlaşmanın ürünü olarak elimizde. 10 şarkıdan oluşan albümün ilk klip şarkısı Kahreddin’e çeken grup rock müziğin hakkını da hakkıyla veriyor. Albüm, şarkıların yanı sıra barış ve adalete olan inancıyla da umutlandırıyor dinleyeni ve albümü eline alanı. Müziğin güçlü yanını ise Halil Cibran’ın sözüyle tamamlıyorlar: Bir ağaç kuşa nerelisin diye sormaz sadece söylediği şarkıyı dinler...
İlk albümünde tanışma şansımız olmamıştı grup üyeleriyle, geç de olsa bu albümde yan yana geldik Selim ve Deniz ile... Biraz hayattan biraz da müzikten konuştuk...
İlk albümünüzün üzerinden nereden bakarsak 5 yıl geçti. Bir grup için, müzisyen için, uzun bir zaman dilimi değil mi?
Deniz Ünlü: İlk albümümüz bundan daha uzun süreçte hazırlanmıştı. Sadece bunu kimse bilmiyordu. İlk albüm çıktıktan sonra ilk yıl konserlerle geçti. Mevcut şarkıların akustik olarak düzenlenmesi, coverlar vs. de zaman aldı. 2,5- 3 yılda albümü bitirmiş olduk. Şimdiden bakınca 5 yıl uzun bir süre gibi duruyor ama aslında aralarda albüm yayınlamasak da farklı bir çok şey denemiş olduk.
Konserler oldu bu zaman diliminde değil mi?
D.Ü: Oldu tabii... Son bir yıldır malum şartlardan dolayı ülke çapında konser sayısı çok azalsa da genellikle düzenli konserlerimiz devam etti.
'Neyse' nasıl bir araya geldi peki?
D.Ü: ‘Neyse’ üç çocukluk arkadaşının mahallede top oynarken, muhabbet ederken aynı anda aynı müzikleri sevmeyi başlamasıyla bir araya geldi. Çocukluk arkadaşımız ve ilk gitaristimiz Aykut Akdağ’ın gitara merak sarması bizlerin de onun peşinden bir hevesle “Hadi bizler de bir şeyler çalalım, grubumuzu kuralım” dememizle başladı. Birlikte büyüdük, 2000 yılında beraber çalarak enstrümanları öğrenmeye, 2004 yılında da barlarda, üniversite şenliklerinde çalmaya başladık. Ağırlıkla Taksim ve Kadıköy’de cover çalıyorduk. Genellikle batılı alternatif rock şarkılarının ağırlıkta olduğu listeler çalıyorduk. 2011 yılında da albümlü bir grup olmuş olduk.
‘Neyse’ ismine nasıl karar verdiniz? Hikayesini dinlesek?
Selim Kırılmaz: Sıfatların ve tamlamaların olmayacağını üç yılın sonunda anladık. Çünkü ilk üç yıl henüz sahne almamıştık ve grubun adı yoktu. İlk olarak sahne almaya başlayacağımız zaman acil olarak bir grup adı bulmamız gerekti. O zamana kadar da pek çok tamlamayla oynamıştık. Bunların bizi tatmin etmeyeceğini görünce son hafta bir araba içinde tümleçleri, bağlaçları, oysa'ları, neyse'leri kurcalarken arkadaşlarımızın ‘Neyse’yi sahiplenmesiyle bir anda oldu bitti esasen. Kelimelerin bittiği yere işaret edişi bir süre sonra bizi tamamlamaya da başladı ve ‘Neyse’ olarak kaldık.
‘Haykırmadan Anlatamam’ diyorsunuz son albümünüzde; geçmişe baktığımızda rock bir isyan müziğidir, 70’lerin başı, Cem Karacalar vs... ‘Neyse’ rocka nereden bakıyor? Albüm adı bir isyanı çağrıştırıyor...
S.K: Rock müzik genel ruhu itibariyle haykıran bir müzik aslında. Caz müzikten, klasik müzikten, başka müziklerden farklı olarak daha güçlü bir kas kuvveti uygulanan bir müzik... Batılı örneklerde bunu daha sık görüyoruz. Söylediğin gibi burada da söz içeriği açısından Cem Karaca şarkılarında vs. isyankar örnekler var. Bu geleneklere yakınlık duyan bir müzik topluluğu olarak Turgut Uyar’ın Kavşakta şiirinin son dizesi olan ‘Haykırmadan Anlatamam’ı Neyse'nin yeni albümünün ismi olarak isabetli bulduk.
Rock müzikteki kavramlara nasıl bakıyorsunuz?
S.K: Müzisyenleri içinden geleni yapması beklenen kişiler olarak tanımlayacak olursak kavramsallaştırmak müzisyenin pek de eğilimli olduğu bir şey değil esasında. İcra ettikten sonra kavramsallaştırmayı, sınıflandırmayı illa yapacaksa sanat tarihçilerinin, araştırmacıların, müzik yazarlarının yapması doğrusu belki de.
D.Ü: Müzik yapmaya da içimizden gelenle, heyecanımızla başladık zaten. Onu sevdik dinlediğimiz müziklerde... Müziği de oradan aldık, öğrendik. Okullu müzisyenler değiliz, sevdiğimiz, dinlediğimiz yabancı müzisyenlerin müziklerini, şarkılarını, coverlarını çalarak öğrendik enstrümanları... Belli bir tavrı olan, ağırlıkla tavrı sert olan müzisyenleri tercih ettik. Müziğin bu dilini öğrendik. Yıllar geçtikçe belki başka bir yere evrilir, bilmiyorum. Ama şu an için bildiğimiz, öğrendiğimiz dil bu.
Haykırmadan Anlatamam’daki tavır peki?
S.K: Sözün yetersiz kaldığı yerde başlayan bir şeyse müzik, müziğin bu ruhuna sadık kalan, rock müziğin tutkulu ruhuyla uyumlu bir tavır.
Bir önceki albüm müzikal olarak sert gelmişti. Bu albüm daha ‘naif’, ne dersiniz? Mesela Haykırmadan Anlatamam’da şarkı sözleri daha oturmuş... O farkı hissettiriyor.
S.K: Müzisyenin çok da kararlı olarak yaptığı bir şey değil aslında. O yüzden “biz bunu böyle yaptık, böyle yapıyoruz” dememiz çok da gerçeği yansıtmaz. Şarkı üretim süreci daha yarı-bilinçliye yakın bir süreç desek daha doğru.
D.Ü: Biraz yaşla, tecrübeyle ilgili... Bu yaşa geldin neden böyle davrandın demek gibi bir şey. İnsanın biraz karakterini, hissiyatını yansıtan bir dışavurum sonuçta müzik.
S.K: Mesela yaş dedi Deniz... Ona ek olarak müzisyenin çevre koşularının müziğe etkisinden bahsedebiliriz. İlk albüm şarkıları 2005 ile 2011 yılları arasında, ikinci albüm 2011 ile 2016 yılları arasında yapılmış şarkılardan oluşuyor ve o zaman dünyada, Türkiye’de neler olup bittiğinin de etkisi var.
-Tam da oraya gelecektim... Dünyada ve Türkiye’de olup bitenler nasıl yansıyor size?
S.K: Bu albüm bana biraz daha karanlık bir albüm gibi geliyor. Sen ‘naif’ dedin ama... Duygu olarak daha kasvetli. Diğer albüm daha ‘naif’ gibi hissettiriyor bana... Daha iyimser, iyi bir şeylerin olabileceğine dair
Peki, uzun yıllardır müzik sektörünün içindesiniz... Türkiye’deki müziği nasıl yorumluyorsunuz?
D.Ü: Sahnelere çıkmak, daha aktif olmak, daha ümitli olmak her zaman daha olumlu bir şey. Gittikçe zor yapılan şeyi gittikçe daha az insan yapar. Bu da ülkenin müziği, ya da genel olarak müzik adına olumsuz bir şey tabii ki. Ama bir yandan da bunu yapmaya gerçekten kararlı olan kişinin bir şeyler üretmesine yol açacak daha fazla söylenecek söz olanağından bahsedebiliriz. Kapanıp, dışarıdaki etkenlerden daralıp, onları biriktirip biriktirip patlatma noktasına getirmek gibi oluyor diye düşünüyorum. Tabii ki böyle olmasını hiçbir müzisyen tercih etmez. Daha müzik yapılır bir ortam olmasını herkes tercih eder... Bunlar da, bu dönemler de gelip geçecektir diye düşünüyorum.
Zor dönemler sanatı üretmek açısından ne kadar zorsa yapmak isteyen kişiyi de engellemiyor değil mi?
S.K: Deniz’in değindiği yüzleşilmesi gereken konular aslında çok daha fazla yüzümüze çarpar oldu. Her yıl binlerce kişinin kör kurşunlara kurban gittiği bir ortama dönüştü yaşadığımız yer. Sırf müzisyenler değil, bu toplumda yaşayan herkesin görmekten daha zor kaçacağı, gözünü kulağını daha zor kapatabileceği bir hale geldi herşey. Gözümüzü kulağımızı kapattıkça, akıl sağlığımızla yüzleşmek zorunda kaldığımız bir şeye zorlandık hep beraber. Bu albüm taşısa taşısa bunun etkilerini taşıyordur yüzleşme adı altında. Yani bir bakıma engel dediğimiz şeyler sanatsal üretimin varoluş koşulunu da teşkil ediyor.
Buradan da bakınca müziğin iyileştirici bir gücü olduğunu söyleyebiliriz sanırım...
S.K: Büyülü, gizemli bir şey... Bunun bir parçası olmak bizi güçlendirdi... O yüzden hala burada biraradayız...
D.Ü: O yüzden tarif etmek, söze dökmek zor oluyor...
Bu büyünün kaybolacağını düşünüyor musunuz?
S.K: Bunun olmaması için varsa yapabileceğimiz bir şey muhakkak yapacağızdır. Hiç beklemediğiniz zamanlarda ortaya çıkışı onu büyülü yapan şeylerden biri.
D.Ü: ‘Neyse’ olarak mı soruyorsun?
Evet...
D.Ü: Bizim için müziğin büyüsü asla kaybolmayacaktır, tabii ki hayat ne gösterecek belli olmaz, şartlar değişir, ülke müzik yapılamayacak hale gelir, her şey olabilir, başımıza çok farklı şeyler gelebilir ama biz bir arada olduğumuz sürece o büyüyü zaten birlikte muhafaza edip yapabildiğimizi yapmaya devam ediyoruz...
S.K: Galiba en güçlü yanı bu. İstiklal Caddesi'nde Suriyeli müzisyenleri görürsünüz. Her şeye rağmen müzikteki tutkularını görmek her defasında beni çok etkiliyor. Bir arada kalmaları, aynı şarkıları söylemeleri, belki kimisi aynı savaştan kaçmış insanların onlara eşlik etmeleri, paylaştıkları şey o büyünün, gizemin, koşullar ne olursa olsun yok olmadığını, insanlara güç verdiğini gösteriyor.
Sanıyorum dünyada müzik var oldukça, müzisyenler söyledikçe, bir aradalık devam edecek..
D.Ü: Elbette. Şartlar kötüleştikçe insanların daha bile fazla tutunacağı bir büyü olmaya devam edecektir.