Türkiye ile ABD arasında Müşterek Harekât Merkezi’nin kurulma
kararıyla Fırat’ın doğusuna tek taraflı müdahale bertaraf edilse de
oluşan yeni zeminde taraflar patinaja erken başladı. Tampon
pazarlıklarıyla ilgili son yazımda, üç maddelik mutabakattaki
muğlaklıkların üç tarafa da manevra alanı bıraktığını vurgulayıp,
“Kendi içinde Kürtlerle barışı tesis etmediği sürece Türkiye
sınırların altındaki savaşı öyle ya da böyle canlı tutacaktır”
demiştim. Oradan devam edelim.
Mutabakat birinci haftasını doldurmadan Cumhurbaşkanı Tayyip
Erdoğan “Ağustos, tarihimizde zaferler ayı olarak geçer. Bu
ağustosta da tarihimizin zaferler halkasına bir yenisini daha
ekleyeceğiz” diyerek suları köpürttü. Ardından Savunma Bakanı
Hulusi Akar, “Koridorun derinliği 30-40 kilometre olmalı… B ve C
planlarımız hazır, kendi faaliyetlerimiz de olacak” dedi.
Bunun üzerine Mezopotamya Ajansı, Ankara’daki toplantıda 5
kilometre derinlik, 100 kilometre genişlikte anlaşıldığını yazdı.
Buna göre Tel Ebyad (Girê Spî) ile Ras el Ayn (Serekaniye) arasında
100 kilometre uzunluğunda ve 5 kilometre derinliğindeki alandan YPG
çekilecek. Şehirlerin denetimi yerel askeri meclislere bırakılacak.
Burada uluslararası koalisyonun denetiminde gözlem noktaları
kurulacak. Ağır silahlar ise 20 kilometre aşağıya çekilecek.
Şartları yerine getirirse Türkiye bu bölgede uçuş da
yapabilecek.
Bunlar, Kürtlerin ABD aracılığıyla Türkiye’ye sunduğu öneriyle
de üç aşağı beş yukarı örtüşüyor.
Başlangıçta koşulların net olmadığını ve bunların müzakere
edileceğini belirtip detay vermekten kaçınan Kürt tarafının medya
üzerinden sessizliğini bozması, Türkiye’nin tekrar 40 km’den
bahsedip “Bir gece ansızın gelebiliriz” mottosuna dönmesi üzerine
bir tutum beyanı ya da bir ön alma çabası olarak okunabilir.
Ardından gelen açıklamalarda bu tutum biraz da sertlik kazandı:
“Derinlik ve genişlik konusu netleşmiş değil. Ama 5 kilometrenin
üzerinde olmayacak.”
Dün akşam ise Suriye Demokratik Güçleri Komutanı Mazlum Kobani,
müzakerelerin tam olarak sonuca ulaşmadığını, Türkiye ile dolaylı
görüşmelerin sürdüğünü, saldırıları önlemek için güvenli şeridi
bütün sınır boyunca istediklerini söyledi.
***
Halbuki kulis bilgilerine göre, Ankara’daki toplantıda taraflar
arasında yakınlaşma olmuş, mutabakat da bunun üzerine sağlanmıştı.
Bu yakınlaşmayı mümkün kılan şey derinliğin genelde 5 kilometre
olması, bunun belli yerlerde 14-15 kilometreyi bulmasıydı. 14-15
kilometre derinliğin öngörüldüğü yerler Arap yoğunluklu Tel Ebyad
ve Ras el Ayn idi.
Ankara’da Türk basınına sızdırılan Amerikan önerisi de bu sonuca
paralel şeyler içeriyor:
- İlk etapta 5 kilometre derinliğindeki alanda Türk ve ABD
askerleri ortak devriye yürütecek. YPG bu banttan çekilecek. Kent
merkezlerine Türk askeri giremeyecek. Yerleşimlerde denetim ABD ve
yerel askeri meclislerde olacak.
- İkinci etapta bu alanın hemen altında 9 kilometrelik ikinci
bir bant kurulacak. Bu alanda ağır silahlar çekilecek, YPG kalacak
ve Türkiye olmayacak.
- Üçüncü etapta, ikinci alana 4 kilometre daha ilave yapılacak.
İkincinin koşulları üçüncü için de geçerli. Toplamda güvenli bölge
18 kilometreyi bulacak.
***
Bütün bu detaylarla ilgili mutabakatta hiçbir şeyin
zikredilmemesi, aslında muhataplardan hiçbirinin masayı dağıtmayı
göze alamayıp, yarım bir mutabakatla zevahiri kurtarıp çetrefilli
pek çok meseleyi sonraki müzakerelere bırakmış olmasından
kaynaklanıyor. Bu şekilde oluşturulan muğlaklık bütün taraflara
zaman kazandırıp kendi oyununu yeniden kurma imkânı veriyor.
Aynı zamanda bu muğlaklık, ABD’yi bölgenin sorunlarına daha
fazla müdahil kılacak bir çetrefilleşmeyi beraberinde getiriyor.
Her şeyden önce bu durum dünden daha fazla Suriye’nin kuzeyindeki
fiili özerk yapılanmanın geleceğini Türkiye’nin ipoteği altına
alıyor. Aynı etki sınırın üstü için de geçerli: İmralı
tutanaklarından da malumumuz Ankara, Rojava’daki özerkliğin
çökertilmesini, Kürtlerle çözüm sürecinin ön şartına dönüştürmüştü.
Şimdi iki yakanın sorunu tamamen anahtar-kilit ilişkisini
andırıyor.
***
Tam bu noktada güvenli bölgenin derinliğiyle ilgili tartışmaları
anlamsızlaştırması muhtemel başka bir durum gelişiyor.
Türk-Amerikan müzakerelerinin tam orta yerinde Abdullah Öcalan’a
açılan kanal, Kürtleri bir beklenti içine soktu. “Ben bu işi bir
haftada çözerim” diyen Öcalan’ın Kuzey Suriye’yi de içine alan bir
çözüm önerisinde bulunduğu varsayımından hareketle şu sorular önem
kazanıyor:
- Öcalan’ın mesajı Kandil’de nasıl ele alınıyor?
- Yeni bir çözüm inisiyatifi başlayacak mı?
- Birkaç kanaldan dillendirildiği gibi eylülde silah bırakma
çağrısı yapılabilir mi?
- Bütün bunlardan Suriye’ye düşen nedir?
Fiilen teşekkül etmekte olan bir müşterek mekanizma var. Türkiye
süreci kendi planına uygun yoğurmak için ağırlığını koyuyor. Buna
karşı Kuzey Suriye’deki aktörler de karşı pozisyon belirliyor ama
bir taraftan da bütün gözler İmralı-Kandil hattında hasıl olacak
olası yeni pozisyonda. Hatta Öcalan’ın mesajıyla ilgili
değerlendirmenin gecikmesi meselenin bu kez epey ciddi ve kapsamlı
olduğu sonucuna götürüyor.
Eylülde silahlara veda gibi bir inisiyatifin, ülkenin bütün
askeri-stratejik ağırlığını ortaya koymasına rağmen Amerikan
koridorlarında sıkışan Ankara’nın da işine gelebilir. Sonuçta
İmralı-Kandilli trafiği Ankara’nın bilgisi dahilinde işliyor.
Ankara’nın Amerikan cenderesinde olmasından kastım da birkaç
unsurlu:
- Amerika fiili durumu kullanarak YPG’ye “Türkiye’ye karşı sizi
korurum”, Türkiye’ye de “Güvenlik tehditlerini önlerim” diyerek iki
tarafı da kendisine bağlıyor. Ankara, Fırat’a operasyon baskısını
tırmandırarak kendi kendini bu tuzağa itti.
- ABD, 2017’den bu yana Kobani ve Menbic’te birkaç kez bayrak
göstererek “Ben buradayken sınırı geçeyim deme” mesajı verdi ve
Fırat’ın doğusuna müdahaleyi önledi. Şimdi Müşterek Harekât Merkezi
için Urfa’ya mekân bakmaya gelen Amerikalı askerler sınırın bu
yakasına da konuşlanmış olacak. Yani tek taraflı operasyonun
önündeki fren mekanizması güçleniyor. “ABD’ye rağmen girelim, ne
beşi 40 kilometre gidelim, ortalığı dağıtalım, mültecileri de
buraya yığalım” diyen devletçi-ulusalcı ve muhafazakâr-hamasetçi
kanatların feveranı bundan mütevellit.
- Tam bu sırada kimse de çıkıp sormuyor, ‘Ya sahanın öteki ağır
kümesi Rusya, İran ve Suriye bu işe ne diyor’ diye. Cenderenin bir
başka ayağını da burası oluşturuyor. (Yazının uzadığını görünce bu
kısmı sonraya bıraktım:))
Sadede gelirsek; mutabakatta ne olduğundan bağımsız olarak
Türkiye, Amerika ile kafa kafaya gelmeden sahaya daha fazla intikal
etmeyi kolaylaştıracak fiili durumlar yaratmaya, Kürtler de ABD
üzerinden müzakerede kalmaya dönük bir strateji izliyor.
Şimdilik görünen o.
Türkiye ne kadar zorlarsa zorlasın en nihayetinde ABD’nin açtığı
koridor, Amerikan kodlarıyla işleyecektir. Rus koridoru da Rus
kodlarıyla.
Bizim açımızdan sınırın iki tarafını da ilgilendiren net bir
durum var; koridorlu ya da koridorsuz fark etmez, savaşın iki
türlüsü de bölgeyi barışçıl bir evreye taşımayacaktır. O yüzden bu
ülkenin ve bölgenin ihtiyacı olan güvenlik koridorları değil esaslı
bir barıştır.