Nietzsche’nin Schopenhauer’u – Schopenhauer’un Nietzsche’si
Nietzsche’nin Schopenhauer’da alâkasını cezbeden ilk şey “dil ve metin hâkimiyeti”ydi. Genç bir filolog adayı olan Nietzsche için eşsiz bir keşif olsa gerekti bu – o ânki coşkuyu gözünüzde canlandırabiliyor musunuz?
Hamza Celâleddin/hamzacelalettin@gmail.com
Friedrich Nietzsche’yi önceleyen ve hatta onu teşvik eden ya da onu felsefî anlamda yüreklendiren bir filozof olmasına rağmen, oldukça tuhaf şekilde, Arthur Schopenhauer; Nietzsche okurlarında uyanacak “lutûfkâr” ya da belki de “rastgele” bir merakın neticesinde bulur kendi okurlarını. Elbette her zaman böyle olmaz bu − kimi zaman ise Freudyen kuramın içinde boğuşan ve felsefî bir çıkış yolu arayan “bîçare” psikanalizcinin vazgeçilmez uğrağıdır o. Ya da daha iyimser olmak gerekse – Alâkamız Karl Marx, Albert Einstein yâhût Franz Kafka üzerine iken, bir anda kendimizi Schopenhauer’un kör dehlizlerinde çırpınırken bulabiliriz. İster egzistansiyalist bir paradigma benimseyelim, ister psikanalitik ve hatta ister aşkıncı ya da romantik; geçmemiz gereken yegâne köprü Schopenhauer’dur. Onunla asla doğrudan ilgilenemeyiz, çünkü böylesi hiç de ilgi çekici ve hatta anlamlı bile değildir. Eğer gerçek bir felsefî yönelime sahip değilseniz (söz gelimi psikanalitik, egzistansiyalizm ya da transandantal idealizm gibi), Schopenhauer; kadın düşmanı, korkak, lüks düşkünü, kompleksli, şiddete meyyâl ve sözde mistik herhangi bir kimseden başkası sayılmaz. Oysaki bugün ondan, etkileyici bir dehâ olarak bahsetme lüksüne sahibiz − Ve burada aslan payı şüphesiz ki Friedrich Nietzsche’ye aittir.
Arthur Schopenhauer yetmiş iki yaşında yeryüzü konukluğuna veda ettiğinde (1860) Friedrich Nietzsche henüz on altısındaydı ve henüz ondan bîhaberdi. Neredeyse beş sene sonra (birçok şeyi keşfettiği Leipzig’de) onu keşfettiğinde ise, Schopenhauer’a bağlılığını ve düpedüz bir Schopenhauercu olduğunu ivedi ve kuşkusuz şekilde ilan etmişti. Nietzsche’nin Schopenhauer’da alâkasını cezbeden ilk şey “dil ve metin hâkimiyeti”ydi. Genç bir filolog adayı olan Nietzsche için eşsiz bir keşif olsa gerekti bu – o ânki coşkuyu gözünüzde canlandırabiliyor musunuz? Heyecanla sarıldığı Schopenhauer (o dönem yine heyecanla sarılmış olduğu Richard Wagner’in aksine) asla yanıltmadı onu. Ve ilk dönem felsefesinde Nietzsche, Schopenhauer felsefesinin dikkatli ve sadık bir aktarıcısı görevini üstlendi. (Bu görev bugün için oldukça değerli olabilir fakat o dönem Schopenhauer, tartışma götürmez şekilde Nietzsche’den daha ünlüydü ve Nietzsche’nin üstlendiği bu göreve hiç de muhtaç sayılmazdı). Lâkin delişmen filolog Nietzsche, Schoepnhauer’la ve onun felsefesiyle sınırlı kalacak değildi. Zaman geçtikçe perspektifini genişletti, Schopenhauer’u motive eden asıl kaynaklara ulaştı, onu aştı ve bugünkü haklı ününe kavuşacağı aşırı ve tehlikeli fikirlerine doğru zahmetli ve yorucu bir yolculuğa tereddütsüz kalkıştı.
Gel gelelim Nietzsche’nin son dönem (1880 ve sonrası, bağımsız filozof yılları) felsefî yolculuğu dahi, onun Schopenhauer’dan bağımsız bir filozof olarak anılmasına yetmeyecekti – ki zaten böylesi amaçsız bir arzusu da yoktu. Schopenhauer’un dehâsı bugüne değin – ve bugün, Nietzsche’nin yürekliliğinin ve onun çılgınlığının en temel parçası olarak anılageldi. Nietzsche felsefesini ilgi çekici kılan da buydu zaten: Kör ve tek başına bir yüreklilik ve gelişigüzel, hiçbir şeye yönelmemiş bir çılgınlık durumu kimsenin felsefî iştahını kabartmaya yetmezdi – Böylesi bir yürekliliğin, öncelikli olarak kusursuz bir dehâ ve bilgelik ile ve sonra ise (Hölderlinvâri) bir şiirsellikle taçlandırılması gerekirdi. Bugün, Schopenhauer’dan bütünüyle bağımsız bir Nietzsche’den ve Nietzsche’den bütünüyle bağımsız bir Schopenhauer’dan bahsetmemiz pek mümkün görünmüyor –yani eğer aforizma peşinde koşan bir zavallı değil isek−. Oysaki bırakınız yüz yüze gelmeyi, aynı felsefî kaynaktan bile beslenmemişti bu iki filozof. Ve belki de Schoepnhauer için pek değerli olan felsefî kaynaklar, Nietzsche için felsefî bir tehditti. Lâkin burada tarihsel hassasiyetlerimizi bir kenara bırakmamız ve hatta bakışımızı bir miktar törpülememiz gerekebilir: Onların yakınlıkları “tarihsel olan”ı bile aşacak ve yine bakışımızın hakikatini sorgulanabilir kılacak niteliktedir.
Hölderlin yurdunuz, Tagore göğünüz,
Schopenhauer bekçiniz,
Camus yâr ve Nietzsche yardımcınız olsun.