Nihat Özdal: Kokular çoğunlukla maskeler olarak hayatımızda

Nihat Özdal'la 'Koku, Silinen Anlar' sergisini, kokuların anlamını konuştuk. Özdal, "Koklamak çok kişiseldir fakat benzer kokularla büyüyenler için kendi tarihlerinde aynı noktalara götürebilir" dedi.

Abone ol

Abdullah Ezik

DUVAR - 'Koku, Silinen Anlar' sergisi geçtiğimiz haftalarda İzmir Ayzeradant Galeri’de açıldı. Tarih boyunca kokuların farklı kültür ve coğrafyalardaki serüveninin izini süren sergi, aynı zamanda "hatırlanabilir", "duyumsanabilir", "hissedilebilir" bir öğle olarak kokuları sanat ve edebiyat ile birlikte ele alıyor.

Nihat Özdal ile kokuların anlamı ve şiirindeki/sanatındaki yeri üzerine konuştuk.

Geçtiğimiz haftalarda İzmir Ayzeradant Galeri’de açılan 'Koku, Silinen Anlar' başlıklı sergi, gerek imlediği meseleler gerekse merkezinde yer alan hatırlama sorunsalıyla dikkat çekiyor. Öncelikle serginin başlığı ve içeriğinden söz açmak istiyorum. 'Koku, Silinen Anlar' sergisi nasıl bir düşünce dünyasının tezahürü olarak gün yüzüne çıktı?

Antik dönemin önemli bitkilerinden biri olan “silphium”un öyküsü, bulunuşu, pek çok alanda kullanışı ve bir yağmaya dönüşerek insan eliyle yok oluşu bu serginin de dertlendiği bir konu. İklim krizi ile ilgili her gün yeni bir haber okuyoruz. Sıcaklıkların yükselişi pek çok tür için büyük bir risk taşıyor. Hatırlamak konusundan bahis açıldığında benim aklıma ilk kokular gelir, ya çiçeklerini, bahçelerini yitirmiş bir dünyayı nasıl hatırlarız?

'KOKUYU BEDENLERİMİZLE İLGİLİ BİR ŞEYİ SAKLAMAK İÇİN KULLANIYORUZ'

Koku, her toplumda, her coğrafyada, her kültür bir karşılığı olan, evrensel ve kuşatıcı bir mesele. Bu konunun izlerini sergide de görmek mümkün. Sizi özellikle kokular üzerine düşündüren ne oldu? Kokular gerek yerel gerekse evrensel anlamda ne tür bir anlam dünyasına sahipler?

Kokular çoğunlukla maskeler olarak hayatımızda, bedenlerimiz ile ilgili bir şeyi saklamak için kullanıyoruz. Ama bundan elbette fazlası. Burnumuz, vücudumuzun en talihsiz organı; gözlerimiz, kulağımız, ağzımız ile ilgili aynı şeyleri söylemiyoruz, onlarla batı eksenli görmeye odaklı düşünce sisteminde eşit değil. Görünür olana kıymet biçen toplulukların aksine çok büyük olmasa da koklanılır olana kıymet atfeden topluluklar da var. Bu değer kendini dilde de gösteriyor. Kamerun’da Kapsikler’in, İnkalar’ın, Brezilya’da Suya yerlilerinin, Senegal’de Serer Ndutlar’ın ve daha birçok topluluğun İngilizce ve diğer batı dillerinin aksine koku alma ve sınıflandırma ile ilgili pek çok terimi var. Vedat Ozan sağ olsun, onun sayesinde de bu alanda yeni bilgiler öğreniyoruz. Dildeki karşılıkları gibi koklanılanın hayattaki, kültürdeki yorumlanışı da daha derin anlamlar ifade ediyor.

Koku, salt bu sergi özelinde değil, sizin şiir gibi başka üretim pratiklerinizde de karşılığı olan özel bir başlık. Dolayısıyla edebiyattan sanata dek bu konunun sizin işlerinizdeki izini sürmek mümkün. Şair ve küratör kimliğiniz bu sergi bağlamında hangi noktalarda iç içe geçti, hangi noktalarda birbirinden ayrıştı?

Daha önce 'Koku' adında bir kitabım yayımlanmıştı. O kitapta sözcükler de var fakat kitap formunda bu kutu içinde bir koku da yerleştirildi. "Bize sözcükler yerine koku notaları verilseydi nasıl yazardık, böyle bir şiir mümkün mü?" diye yola çıkmıştım. Sergide, bu düşünceye paralel hazırlanan 6 koku/şiir var. Burnunuz ile geziyor/okuyorsunuz.

'SERGİYİ GEZENLER EV VE KIYI ÇİÇEKLERİNDE BENZER ALANLARA GİTTİĞİNİ SÖYLÜYOR'

'Koku, Silinen Hafıza' aynı zamanda bir “hatırlama” sergisi olarak da görülebilir. Sergideki işler ve kokular üzerinden girişilen hatırlama eylemi kişiyi bugünde tuttuğu kadar onu geçmişe götürmesiyle de farklı bir katman oluşturuyor. Bu noktada kokuların insan belleğindeki yeri ve hatırlama eylemi ile ilişkisi üzerine ne(ler) söylenebilir?

Sergide “Dünyanın İlk Günü”, “Ev”, “Kıyı Çiçekleri”, “İncir Ağacının Altındakiler”, “Dünyazad’ın Elleri”, “Silphium” gibi özel bir düzenek içine yerleşen kokular var, bunlardan “Silphium” ve “Dünyanın İlk Günü” dışındakiler kendi hatırlama ve hafıza çabalarım ile ilgili diğer ikisi daha çok dünyanın hatırlama ve hafıza alanına giriyor. Koklamak çok kişiseldir fakat benzer kokularla büyüyenler için kendi tarihlerinde aynı noktalara götürebilir. Özellikle sergiyi gezenler ev ve kıyı çiçeklerinde benzer alanlara gittiğini söylüyor.

Serginin bir noktada kokularla ilgili hafıza atölyelerinin somut bir alana taşınması hali olduğu da ifade edilebilir. Peki bu atölyelerin içeriği nedir ve sergiye giden yolda nasıl bir düşünce dünyası ile hareket ettiniz?

Marcel Proust, 'Kayıp Zamanın İzinde'de şöyle der: "Geçmişten geriye hiçbir şey kalmadığında, insanlar öldükten sonra, eşyalar kırılıp dağıldıktan sonra… eşyaların kokusu ve tadı uzun süre sabit kalır, tıpkı ruhlar gibi…" Koku atölyelerinde tanıdık tanımadık kokularla bir yolculuğa çıkarırım gözleri bağlı konukları. Geçmişlerinden geriye ne kaldı, ne kadar kaldı biraz böyle bir yolculuk. Finalde ise ruhlar ile çok ilişkili üzerlik otu yakarım. Sergide, üzerlik yok ama atölyelerden pek çok referans şu an sergileniyor.

Dünyanın, iklimlerin, ekosistemin değişmesiyle kokuların serüveni, onların kültürel ve tarihi bağları da giderek zedelenmeye başladı. Bunun en önemli etkenlerinden birisi de doğrudan insan müdahalesi. Uzun bir süredir bu konu üzerine çalışan bir isim olarak kokuların geleceği ve kokusuz bir geleceğin/dünyanın tahayyülü ile ilgili ne söylersiniz?

Roma’nın kötü çevre ve arazi yönetimi henüz çok konuşulmayan konulardan, bunlar vakitlice konuşulmadığı için belki bugün daha büyük bir dram yaşanıyor. Vergiler, tahıl yetiştirme zorunlukları, arpadan buğdaya geçiş, ormanların yok edilerek tarım arazilerine dönüşü, nüfus artışı ve hayvancılığın tetiklenmesi, bu hayvancılığın önemli doğa alanlarında yarattığı tahribat. Bin yıldır aynı mantık ile yok ediyoruz. İlk darbeyi silphium aldı ve arada bildiğimiz bilmediğimiz bir sürü tür yok oldu. Silphium gibi dar mikro klimalarda yaşayan pek çok bitki var, kokular bu bitkilerin ruhları, fiziksel bir yok oluşun yanı sıra bu ruhların yok olma tehlikesi tüm dünya için derin bir hafıza kaybı.