Nihilizmin krallığında kahraman ne anlama geliyor?

Günümüz kahramanının anlam değişimleri ve nedenlerini tartışan bir kitap, “Kahramanlık Patolojisi ‘Toplu Katliam ve İntihar’”. Franco “Bifo” Berardi’nin bu metni Nalan Kurunç’un başarılı çevirisiyle, Otonom Yayıncılık tarafından basıldı. Kitap, günümüzde daha çok kahramanlığın “suça” yönelik değişen anlamını sorgularken, şimdilerde bireyin nasıl distopik bir ortamda varlık savaşı verdiğini de hatırlatıyor. Metin boyunca karamsar bir hava olduğundan söz edebiliriz ancak Berardi kitabın sonlarında doğru çıkışın olabilirliğinden bahsetmeyi es geçmiyor.

Abone ol

DUVAR - Kahraman kelimesinin sözlük anlamına baktığımızda “savaşta yiğitlik ya da tehlikeli bir durumda yararlık gösteren (kimse)”, “alp”, “yiğit” gibi karşılıklarla ifade edildiğini görüyoruz. Üzerine düşündüğümüzde de zihnimizde bu kelimenin genellikle olumlu anlamlar içerdiğini fark ediyoruz. Masallardan, mitolojik öykülerden tanıdığımız kahraman figürü, insanlığın başı ne zaman sıkışsa bir yerlerden gelip onu kurtaran, bazen metafizik anlamlar da taşıyabilen bir yan barındırır. Kısacası kahramanlar hakkında ilk algımız bireyin tehlikeye düştüğünü hissettiği anlarda belirip kurtarıcı misyonu taşıyan bir yerde durur. Peki, günümüzde kahraman ne anlama geliyor? Kötülükleri kovan anlamını artık karşılıyor mu? Karşılamıyorsa da neden?

GÜNÜMÜZ KAHRAMANINI TARTIŞAN KİTAP

Günümüz kahramanının anlam değişimleri ve nedenlerini tartışan bir kitap, “Kahramanlık Patolojisi ‘Toplu Katliam ve İntihar’”. Franco “Bifo” Gerardi’nin bu metni Nalan Kurunç’un başarılı çevirisiyle, Otonom Yayıncılık tarafından basıldı. Kitap, günümüzde daha çok kahramanlığın “suça” yönelik değişen anlamını sorgularken, şimdilerde bireyin nasıl distopik bir ortamda varlık savaşı verdiğini de hatırlatıyor. Metin boyunca karamsar bir hava olduğundan söz edebiliriz ancak Berardi kitabın sonlarında doğru çıkışın olabilirliğinden bahsetmeyi es geçmiyor. Umut etmemeyi salık veriyor ama bunun anlamı karalar bağlayıp oturmak anlamına da gelmiyor.

FİNANS KAPİTALİZMİ ÇAĞINDA İNTİHAR

Berardi, intihar olgusunun “finans kapitalizmi” çağındaki anlamını âdeta didik didik ediyor. Kapitalizmin insanları “nihilizmin krallığında” yaşamaya hapsetmesini, güvencesizliği, yalnızlığı, zorbalığı ve tüm bunlar karşısında “suçun” ne olduğunu tekrar sorgulatıyor. Berardi’nin daha başta söylediği cümle aslında kitabın tamamında etkisini hissettiriyor: “Geleneksel seri katiller ya da başkalarının acısını çekici bulan ve insanların öldüğünü görmekten zevk alan gizli sadist psikopatlar umurumda değil. Asıl tek başına acı çeken ve ardından suç işleyen insanlarla ilgileniyorum, zira bu yüzden suç işlemek, onların hem psipokat şöhret duygularını tatmin etmenin hem de içinde bulundukları cehennemden intihar ederek kurtulmanın bir yolu”.

Yazarın kaygısı bu insanların suçunu meşrulaştırmak değil, Berardi günümüz insanının yaşam koşullarını sorgularken, gösteri ve gerçekliğin birbirinden ayırt edilemediği, güvencesiz, yüz yüze ilişkinin ortadan kalktığı noktada, bireyin girdiği varlık krizinin nelere yol açabileceğinden bahsediyor bir bakıma. Bu nedenle video oyunları, filmler, bilgi akışının bu kadar hızlı oluşu, insanların çalışma koşullarının yan yana olmaktan uzaklaşıp, daha çok bilgisayar ağları üzerinden yürüyen bir duruma evrilmesi, emek kavramının anlamının değişmesi gibi pek çok sebebi konu ediyor kitap boyunca.

ÖLÜM GÖSTERİSİNİN PARÇASI OLMAK

Kahramanlık Patolojisi, Franco Bifo Berardi, çev: Nalan Kurunç, 208 syf., Otonom Yayıncılık, 2018.

İntihar saldırılarını, toplu katliamları devamlı yaşayan bir dünyada varlık mücadelesi veriyoruz. Berardi, bu tarz eylemleri gerçekleştirenleri de taşıyor metnine. Bu insanların ortak özelliği genellikle katliamı gerçekleştirdikten sonra intihar etmeleri. Yani eylemi gerçekleştirenler, birilerinin varlığına son verirken, kendilerini de bu ölüm gösterisinin parçası hâline getiriyorlar. Kitapta ayrıca bu insanların arkalarında nedenlerini açıklayan metinler bıraktıklarına değiniliyor. Geride kalan metinlerin, yazarın günümüz insanının içerisinde bulunduğu krizle ilgili söylediklerini desteklediğini görüyoruz. Örneğin; Pekka Erik Auvinen adlı on sekiz yaşındaki bir gençten söz ediliyor.

Auvinen ardında bir manifesto bırakıyor ve gösterisini medyatik hâle getirmek için elinden yapıyor, youtube gibi kanallardan videolar yayınlıyor, “insanlık abartılıyor” baskılı bir tişörtüyle fotoğraflar çekiyor. Ve Jokela adlı bir okula dalarak dokuz öğrenciyi öldürüyor sonunda kendiside intihar ediyor. Aslında burada bir film gibi gösteri ve gerçekliğin iç içe geçmesine tanıklık ediyoruz. Devamlı rekabetin teşvik edildiği, geleceğin belirsiz olduğu bir ortamda Auvinen görünmek istedi belki de. Yok sayılmanın hiçliğine karşı, bir varlık gösterisi bile olabilir bu tarz eylemler. Ancak bunun ötesinde Berardi başka bir şeye dikkat çekiyor, gösterisel medya çağında “suçun” başkalaşımına.

Bu da bir şekilde yeni bir “kahramanlık” olarak karşımıza çıkıyor ancak burada başta bahsettiğimizin aksine bir kahramanlık durumuyla karşılaşmıyoruz, burada kahraman insanlığın kurtarılmasını değil yok edilmesini salık veriyor. Bıraktığı manifestoda Auvinen; “Her insanın hayatı önemli ya da korunmaya değer değil. Sadece üstün nitelikli (zeki kendini bilen iradeli) bireyler hayatta kalmalı, kalitesiz (aptal, zayıf fikirli, iradesiz) insanlar ise ölmeli…)” şeklinde cümleler kuruyor. Bununla birlikte metninin sonunda, “Ölmeye hazırım çünkü haklı, adil ve doğru olduğunu biliyorum… Kaybetsem de, savaş yalnızca kötü olarak anılsa da… Uzun ve mutsuz bir hayat yaşamaktansa dövüşerek ölmeyi tercih ederim…

Bu benim savaşım: İnsanlığa, devletlere ve dünyanın kıt akıllılarına karşı verilen tek kişilik bir savaş! Dünyanın pisliğine af yok! İnsanlık abartılıyor doğal seçilimi en uygun olanın hayatta kalmasını sağlamanın zamanı!” Bu metinde dikkat çeken iki unsur var, birincisi Auvinen dünyada mutsuz bir hayat yaşayacağına inanıyor, yaşamı belirsiz, yaptığını meşru bir karşı çıkış olarak görüyor, ikincisi doğal seçilim ve sosyal Darwinizm vurgusu. Buradaki kahramanlık bildiğimiz anlamının dışına çıkıyor, onun eylemi bir açıdan bireysel bir kendini gerçekleştirme biçimine de işaret ediyor. Kitapta buna benzer farklı açılardan değerlendirilen çok farklı örnekle karşılaşıyoruz. Berardi filmleri, kitapları, bilgisayar oyunlarını işin içerisine katarak bu yeni tür kahramanlığı değişik açılardan ele alıyor. Bu kitap aslında Berardi’nin de sıklıkla alıntı yaptığı Don Delillo’nun “Beyaz Gürültü” kitabının günümüzde içerisinde yaşadığımız toplumda gerçekleşmesi gibi bir görüntü çiziyor.

KİMLİKLEŞTİRME

Kimliğin sabit değişmez olarak kurulması çok sık tartıştığımız bir konu. Berardi de bu konuya değiniyor, yazarın konunun kapitalizm ile kurduğu ilişkisi üzerinde durmaya değer. Ona göre; “Kapitalizm kimlikleştirmenin tüm biçimlerini yok ederken bireyleri de kimlik sınırlamalarından kurtarır ama aynı zamanda yerinden edilme duygusunu da harekete geçirir ki bu önceki anlamların ve duygusal köklerin kaybına atfedilen bir tür bulanıklıktır. Sonuç olarak, kapitalizm eninde sonunda yeniden yerliyurtlulaştırma ihtiyacını ulusal, etnik, cinsel kimlikler vb. biçiminde geçmişin sürekli dönüşünü harekete geçirir.” Kapitalizm bir yersizyurtsuzlaştırmalar tarihidir ancak bireyi düşürdüğü kökensizlik duygusu onun kimliğini duygusal olarak yeniden inşa etmesine sebep olur. Hâttâ kimliğin bellekle ilişkisi bu durumda olumsuz sonuçlara sebep olabilir çünkü belleği belirleyen şey kimlik olduğunda, özellikle de ezilen ve inancını, kültürel öğelerini, ritüellerini gizlice yaşamak zorunda kalan özne için (kitap özelinde İspanya Yahudi ve Müslümanları) kimlik bir tuzak hâline gelebilir.

Çünkü kimliğini gizlemek zorunda kalmak, kendini yapılan zulümle anlamlandırmak anlamını taşır, yazarın deyimiyle “önceki varoluşlarının tek kanıtı olarak, zalimlerin yasaklarını görür hâle gelirler” bu da saplantılı bir kimliğe, belleği bu kimliğin getirisiyle inşa etmeye neden olur. Berardi, bu saplantılı kimliğin intihar saldırıları gibi fedai eylemlerdeki rolü üzerine düşünürken, kendiside bir terör eylemine kurban gitmiş olan Lübnanlı yazar Kasmir’in fikirlerine yer veriyor, örneğin ona göre; “Arap politik saldırganlığının altında yatan sömürge mağduriyeti ve bunun ardından gelen feda kültürüdür”. Yani sömürgeleştirilmiş varlığının ifadesi sadece kimliği hâline gelmiş özne için intihar eylemleri de bir anlamda kendi kimliğini ortaya koymak anlamına gelebiliyor ve bu belki de bir varoluş biçimi olarak karşımıza çıkıyor.

SUÇ KURUMSAL OLUNCA

Berardi, ayrıca suçun kurumsallaşmasından bahsediyor böyle bir suç olgusu ise öncekilerden farklı olarak “gösteri konusu olmayı talep” ediyor. Çünkü bir şekilde iktidarlar tarafından kendi gücünün devamlılığı ve bunu ortaya koymanın bir yolu olarak varoluyor. Kitapta da bahsedildiği Nazizim “gösterisel suçu” zaten sahnelemişti ancak bunu gizlice ve gözden uzakta yapmıştı. Bugünkü anlamında ise daha çok görünmesi, âdeta bir film gibi her yerden izlenebilir olması, neredeyse amaç hâline geldi. Birey için bunun anlamı korku içinde bir varlık durumuna işaret ederken, gücü elinde tutanlar için durum bunu korumak anlamına gelmeye başladı.

DUYUMSAMA KAYBI

Berardi’nin dikkat çektiği önemli konulardan birisi de yüz yüze iletişimin ve bedensel etkileşimin olmadığı bir dünyada duyumsamanın kaybı ve bunun getirileri. “Duyumsama, insanların bu sözlü olmayan ve kelimelere de indirgenemeyecek olan işaretleri anlamasını sağlayan yetidir. Duyumsama kişiler arasında bir başkasını empatiye dayalı algılamayı mümkün kılan ince bağdır.” Bu epey önemli bir durum çünkü bir anlamda bedensiz, karşılaşmaların olmadığı bir ilişki biçimine işaret ediyor. Duyumsama olmadan, bedensel karşılaşmaların bıraktığı “etkilenimi” hissetmeden kurulan ilişki pek çok şeyi alıp götürüyor dayanışma gibi, başkasının derdine bedensel tepkiyle, mimikle dertlenememe asıl hissettiğini gösterememe gibi veya sadece sanal ağlarda bir konuda yorumda bulunup yaşananları gösterinin bir parçası hâline getirmek gibi.

Bu da aklımıza Baudrillard’ın şu cümlesini getiriyor: “Herkesin her şeyden haberdar olup, hiçbir şey yapamadığı, her şeyle dayanışma içinde görünüp, yerinden bile kıpırdamadığı bir dünyada yaşıyoruz” (2002: 86). Bu her anlamda kapatıldığımız bir dünyayı yansıtıyor, finans kapitalizmi çağında sadece güvencesizlik gibi sorunlar yok aynı zamanda bedenin parçalandığı, duyumsamanın azaldığı, dilin kullanımıyla ortaya çıkan ve kitapta bahsedilen “duygusal kavrama” ediminin yok olduğu bir dünya bu bahsedilen.

BİZE GEREKEN KAÇIŞ ÇİZGİSİ

Berardi metin boyunca bizi karamsar bir dünya atmosferinde dolaştırıyor, intihar ve toplu katliam bu dünyayı okumanın bir yöntemi olabilir mi sorusunu sorduruyor. Bunun üzerinden “suçu” ve “suçluyu” tekrar tanımlatıyor okura. “Nihilizmin krallığında”, “Finans kapitalizmi” çağında kahramanın anlamının nasıl değiştiğini farklı metinleri bir araya getirerek, disiplinleri iç içe sokarak tartışıyor. Genel olarak kitap “iyimser olmayan bir umut” perspektifi çiziyor denilebilir. Çünkü Berardi tüm bunları dünyanın geldiği durumu kınamak veya bundan şikâyet etmek için yazmıyor, bize gereken “kaçış çizgisi” diyor ve ona göre otonominin dili olan “ironik otonomi” bir çıkış sağlayabilir.

Bunu şöyle ifade ediyor, “katılımın tersini, sorumluluğun tersini, yani inancın tersini kastediyorum. Politikacılar, siyasi endişelerine katılmamızı isterken, ekonomistler bizi sorumlu tutmaya, daha fazla çalışmaya, alış veriş yapmaya, piyasayı teşvik etmeye çağırıyor. Katılmak ve sorumlu olmak için bu aldatmacaların peşinden giderseniz tuzağa düşersiniz. Oyuna katılmayın, siyaseten hiçbir çözüm beklemeyin, şeylere bağlı kalmayın, umut etmeyin.” Katılmaya zorlandığımız her şeyin bir şekilde bizimle ilgili olmadığını ayırt etmek anlamına geliyor bu, küreselleşmiş ağların içerisinde hem kurban hem de suç ortağı konumunda olduğumuzdan bahseden Baudrillard’ı hatırlıyoruz yine burada ve ne kadar az katılırsak o kadar dışında kalabiliriz belki de bu dünyanın, üzerine düşünmeye değmez mi?

Kaynaklar

  • Baudrillard, B., (2002), Çaresiz Stratejiler, (Çev. Oğuz Adanır), İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınları.