İçinde bulunduğumuz gün, yıllardır sevgililerce kutlanan gün. “Eskiden Sevgililer Günü mü vardı?” diyebilirsiniz, haklısınız. Yoktu. En azından benim çocukluğumda yoktu. Sonrasında bir anda Aziz Valentin hayatımıza girdi ve çıkmadı. Her yıl daha da yerleşiyor üstelik. Hadise, tüm çılgınlığıyla devam ediyor. ‘80'li yılların ortalarında keşfettiğimiz, 90'lı yıllarda pek sevdiğimiz Sevgililer Günü kutlamaları, sonrasında tam bir çılgınlık halini aldı. Vitrinlerin kırmızı kalplerle süslendiği, “aşk”ın ticarileştirildiği, sevgililerin tüketime özendirildiği gün bu. Güne özel programlar yapılıyor, çalışmalar ortaya çıkartılıyor. Bu tantanadan kaçış yok.
Aklıma gelen iki şey var: Türkçede yazılmış en güzel aşk şarkılarını art arda sıralayabilirim ya da tuhaf, arızalı aşkları konu alan şarkılardan söz edebilirim. İlki çetrefilli bir mesele: Bana güzel gelen başkasına güzel gelmeyebilir. Onun için, ikincisini seçeceğim çünkü alternatif yollardan ilerlemeyi seviyorum. Sevgililer Günü tantanasından kaçış yoksa onu şenlendirmek ya da ona farklı yollardan bakmak en güzeli.
2008 yılında Radikal için bir yazı yazmış, bir “tuhaf aşklar antolojisi” oluşturmaya kalksak ona girebilecek kimi şarkılar önermiştim. 2016’da BirGün için yazdığım bir başka yazıda buna başka şarkılar ekledim. Bugün, bunların bir kısmını hatırlatma niyetindeyim, zira günümüzde karşılaştığımız ve tartıştığımız pek çok konu, bir dönem şarkılara girmiş; zaman zaman kimi tuhaflıklar ve “çılgın aşklar” kayıtlara geçirilmiş.
Kimi plakları döndürdüğümüzde karşımıza acayip şeyler çıkabiliyor... Bunların bir kısmı sinir bozucu şeyler üstelik. Erkin Koray’ın Devil’s Anvil’den uyarladığı “Deli Kadın” örneğin: “Deli kadın, hiç sen beni anlamadın / Sopa mopa kâr etmiyor taş kafana” sözlerini tasvip etmek mümkün değil. Böylesi örnek çok. Zamanında insanları eğlendirmiş şarkılardan biri bu.
Yakın dönemde kurduğu kimi cümleler sonrasında yeniden radarımıza giren ve tartışılan Özdemir Erdoğan, 1976 yılında, yapımcısı Ali Kocatepe’nin önerisiyle “Keman Öğretmeni” adlı bir “aranjman”a imza atmıştı. Bunu, “müzik öğretmenliği hayatımı sonlandıran şarkı” olarak tarif ediyor çünkü kendinden 20 yaş küçük öğrencisine duyduğu aşkı anlatıyor.
Özdemir Erdoğan, aynı dönemlerde yaptığı “Köprü” adlı şarkısında “iki ayrı kıtada” yaşayan, birbirlerine kavuşamayan bir çifti anlatıyor. İstanbul’un göbeğinde, niyeyse vapura binmek akıllarına gelmiyor ve köprünün yapılmasını bekliyorlar! 1973 yılının 30 Ekim günü köprü açılınca, nihayet kavuşabiliyorlar. O dönem heyecanla yapılmış Boğaziçi Köprüsü şarkılarından biri bu.
Takıntılı aşklar, bambaşka bir mevzu... “Arızalı şarkıların en arızalısı” olarak tarif edebileceğimiz Ümit Besen şarkısını anmanın tam zamanı: “Nikâh Masası”. Hikâyeyi, şarkıyı bilmeyen yoktur muhtemelen ama hatırlatayım: Eski sevgilisine, nikâhına gitmek için yalvaran bir insan söz konusu burada. Kurduğu hayallerin gerçek olamaması üzerine aklı başından uçmuş, “beyazlar içinde” görmek istediği sevgilisi başkasına varınca peşine düşmüş. Zorluyor: “İstersen şahidin olurum senin” cümlesini kuruyor ama işin aslı öyle değil. Şarkının sonunda her şey ortaya çıkıyor… Önce sitemler ediyor, sınıf farkından dem vuruyor, sonrasında da ağzına geleni söylüyor. Sanki oraya gelmek isteyen kendisi değilmiş gibi, bir de arıza yapıyor: “At artık imzanı, git bir an önce!”
Ümit Besen, 1980 yılında yayımlanan “Şikâyetim Var” adlı albümdeki “Tahta Masa” çok tutunca, “masalı bir başka şarkı yapayım” demiş ve ilerlemiş. 1982 tarihli “Nikah Masası”, masalı şarkılar içinde, en meşhuru.
Sezen Cumhur Önal imzalı bir plak, bu bahiste zirvede... Yıllar sonra karşılaşan iki sevgilinin konuşmalarını anlatan “Son Dans”. Konuşan, adam aslında. Başta her şey güzel başlıyor ama sonra işin içine sorgu faslı giriyor çünkü adam, eski sevgilisinin parmağındaki yüzüğü fark ediyor. Sonrasında da olan oluyor... İyisi mi sözlerini yazayım, şarkıyı bulamazsanız bile oradan ilerlersiniz: “Benimle dans eder misin? / Bu şarkıyı hatırladın mı? / Bizim şarkımızdı / Eskisi gibi kollarımdasın ne güzel / Ne olur beni affet, çok pişmanım / Ben sensiz ne yaparım bundan sonra? // Sanki her şey aynı / Başın göğsümde dans ediyoruz / Ben seni hâlâ çok seviyorum // Neyin var sevgilim, rengin soluk, söyle neyin var? / Neden ellerin avuçların soğuk, bu, bu yüzük ne nişanlandın mı? / Anlat, her şeyi her şeyi bilmek istiyorum / O adam genç mi, yakışıklı mı? / Onunla mutlu musun? / Ne şanslı adam Allah'ım! / Doğru söyle, seni seviyor mu? / Sana her şeyi, aşkımızı da unutturdu mu? / Artık ağlamak neye yarar sevgilim / Bütün kabahat benim, seni yalnız bırakmamalıydım / Her şey bitti artık...”
Şarkılarında, karşılık alamadığı sevgilisine beddualar savuran insanlar da var. İsmail YK, “Allah Belanı Versin”de bunu yapıyor. Bir dönem “Ben Sizin Babanızım”la dikkatleri üzerine çeken Barbaros Hayrettin, “Sevgilim Nasılsın?” adlı şarkısında acayip bedduaları art arda sıralanıyor: “Sevgilim sevgilim nasılsın / Burnun kapıya kısılsın / Çok güzel araban var ama / Yolda tekeri patlasın…” Sonrası, bir hayli “yaratıcı”: “Soğuk iç, sesin kısılsın / Köpüklü banyo yaparken / Birden sular kesilsin // Sakin sinirlerin bozulsun / Diskoda hop hop oynarken / Kot pantolonun yırtılsın // Kolyen kopsun dağılsın / Hava atmayı seversin / Cep telefonun kaybolsun…”
Esengül’ün meşhur şarkısı “Taht Kurmuşsun Kalbime”, bambaşka bir hattın temsilcisi. “Bırakamam seni ben / Yanımdan gidemezsin / Seviyorsan benimle / Oturup içeceksin...” dizeleriyle başlıyor, ilerliyor. Müslüm Gürses’ten bildiğimiz Ali Tekintüre imzalı “Senden Vazgeçmem” ya da Orhan Gencebay’ın “Neredesin Firuze”yle yeniden gündeme gelen şarkısı “Ya Evde Yoksan”, aynı hattın takipçisi. “Gelirse dert senden gelsin” dizesini haiz “Seni Sevmeyen Ölsün” de öyle. Nil Karaibrahimgil’in “Gitme Yoksa” adlı şarkısını da buraya katabiliriz elbette: Gitmek üzere harekete geçen sevgilisini uyku hapı içmek, köprüden atlamak, yan komşuları katletmek gibi durumlarla tehdit ediyor...
Çelik, “Al Başını Git” adlı şarkısında tam tersini söylüyor: “İnadı bırak sen, kafamı bozma istersen / Bir sigara yak sen / Ya da çek git hadi çek git buradan // Al başını git bu evden, görmesin gözüm / Usandım, bıktım usandım dırdırından / O köpeği de sakın unutma / Al onu da götür yanında / Kalmasın bir şeyin bu evde, bana da böyle bağırma...”
Yazıyı, birkaç gündür gündemimizde olan uzay meselesiyle bitireyim. Bilen bilir, şakalı bir Alpay şarkısı var: “Neptünlü Sevgilim” Grup A1 tarafından seslendirilen bir şarkı bu. Bizden biri, bir Neptünlü kıza âşık oluyor: “Parlak bir ışık getirdi onu uzaydan yeryüzüne / Görür görmez âşık oldum melek kadar güzel yüzüne / Hangi dilden konuştumsa ah beni anlamıyor / Bir yandan da durmadan antenlerini oynatıyor / Dur kaçma benden güzel kız, seviyorum seni…” Arada, İngilizce konuşma çabası işe yaramıyor. Âşık gencimiz, önce (bir dönem “I kiss you” diyerek internet fenomeni olan Mahir’i kıskandırırcasına) şunları art arda sıralıyor: “Darling, I need you, I want you and I love you…” Sonrasında bir temas hasıl oluyor ancak bu kez de aralarına fiziki şartlar giriyor: “Günler geçip giderken sevgilim sarardı soldu birden / Bu dünyanın atmosferine dayanamıyordu neden bilmem / İster Uranüs’e ister Neptün’e / Sevgilim bekle ben de geliyorum seninle…” Fedakar kardeşimiz, kızımızın da çabalarıyla orta yolu buluyor: “Sonunda o Türkçe öğrendi, ben de Neptünce / Şimdi çok mutluyuz, sevgilimle Neptün’de…”
Arızalı aşkları anlatan şarkı çok. Yazıyı burada noktalayayım, yakında belki yeni katkılarda bulunurum.