Nil Yalter’i bugün görmenin ne anlama geldiğini keşfetmek için Kayıt Dışı sergisi bir fırsat. Küratör Eda Berkmen’in dediği gibi Yalter’in göçmenlik, kimlik, emek gibi konularda ürettiği sözler yenilenerek güncelliğini koruyor.
Son birkaç yıl alanında öncülük etmiş kadın sanatçıları tekrar tekrar keşfettiğimiz yıllar oldu. Salt’ta Gülsün Karamustafa, Arter’de Füsun Onur, İstanbul Modern’de İnci Eviner retrospektif sergileriyle yeniden keşfedildi, geniş kitlelere görünür oldular. Bu sergilerle birlikte “kadınlar da var” demenin ötesinde, akademiden dışlanan, alıcıların yüz çevirdiği, sergileme olanağı bulamayan kadınların aslında günümüz sanat dilini ve yorumlama metotlarını yaratan öncü sanatçılar olduğu açığa çıkmış oldu. Arter’in yeni açılan iki sergisi de üretimlerini ülke dışında devam ettiren Türkiye kökenli iki kadın sanatçının İstanbul’da açılan en büyük sergileri. Eda Berkmen’in küratörlüğünü yaptığı Nil Yalter’in sanatına tematik bir bakış getiren Kayıt Dışı sergisi ile Işın Önol ve sanatçının kızı Mira Friedlaender’in birlikte hazırladıkları Bilge Friedlaender’ın “Sözcükler, Sayılar, Çizgiler” sergisi belli noktalarda birbiriyle paslaşan iki sergi görünümünde.
Nil Yalter çocukluk ve gençlik yılları boyunca resim, tiyatro, dans gibi farklı sanat dallarıyla ilgilendi, Robert Kolej’de eğitim gördü, ayrıca Fransızca öğrendi. Ancak Yalter hayatı boyunca arayışlarının hiç bitmeyeceğini haber verircesine 1965 yılında Paris’e taşındı. Avrupa’nın ve ABD’nin yükselen sanat yaşantısına tanıklık etti, sinematekte saatlerini harcadı, Paris’in en heyecanlı yıllarında olayların içinde oldu. Ki zaten Yalter de her zaman bu yılların hem kendi sanatında, hem de dünya sanat tarihinde ne denli önemli olduğunu vurgular.
Arter’in girişinde sanatçının 1976-2005 yılları arasında çektiği Göçmenler serisinden oluşan bir video yerleştirme yer alıyor. Yalter’in sanat yaşamının neredeyse tamamına yayılan bu seri onun kendi göçmenliğine dair sorgulamalarıyla farklı şehirlerde tanıklık ettiklerinin birleşimidir. Philippe Artieres, sergiye eşlik eden katalog metninde Yalter’in gözlerini anıların mahfazasına benzetir ve “çağımızın görmezden gelinenlerinin, tanınmayanlarının, sesi olmayanlarının belleği” diye tarifler. Artieres’e göre, “Sanatçının gözleri, onların en küçük hareketlerini, en sessiz fısıltılarını, yüzlerinden geçen küçücük bir ifadeyi yakalayıp tutar.” Video yerleştirmeye eşlik eden fotoğraf serisi de Yalter’in bakışındaki detaycılığı ve öznesiyle olan samimi ilişkiyi sergiler.
Yalter 68’i bir militan olarak geçirir. Ancak sanatsal üretimleri de hiçbir zaman “militan sanat” kavramına girmez. Artieres, “Dolayısıyla sanatçının bize önerdiği politik bir sanat değildir -sanatını, bir askerin emre itaat ettiği gibi davanın hizmetine koşmaz -, gerçekliğin kabalığı karşısında hoşgörüsüzlüğü estetize etmez, ancak aynı anda söz almayı, sanatçının pozisyonunu ve toplulukların kolektif bilgisini sorunsallaştıran endişeli bir sanatı gözler önüne serer…” der. Kayıt Dışı sergisinde bunu en net şekilde görebileceğimiz iş de “Deniz Gezmiş” (1972) çalışması. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam kararlarının onaya sunulduğu dönem İstanbul’da arkadaşının evinde küçük bir odada ürettiği işlerde buluntu malzeme, performans ve fotoğraf gibi farklı araçları kullanır. Video röportajımızda da küratör Eda Berkman sanatçının direkt olarak politik bir referansa dayanan bu işindeki üretim sürecini detaylı olarak anlatıyor. Ancak Yalter adıyla ve hikayesiyle militanlaşmaya teşne bu işinde sanat tarihimizdeki en güçlü soyutlamalardan birini gerçekleştirir.
Yalter’in en çok bilinen işlerinden biri olan “Rahime, Türkiye’den Kürt Bir Kadın” kadınlık, göç ve emek temalarının üzerinde çalıştığı referans bir işe dönüşür “Kayıt Dışı”nda. Köyden kente göç edip evlerde temizlikçilik yaparak çocuklarını büyüten Rahime’nin hikayesini anlatır. Video, fotoğraf, resim, yazı gibi farklı medyumlardan oluşan iş Yalter’in sadelik ve soyutlama arasındaki ince yürüyüşünü de simgeler. Dil, sembolik jestler, basit sahneler gerçekliği soyutlamanın araçlarıdır onun için. İki cariyenin aşkını anlattığı Harem videosunda (1979) Fransızca konuşan anlatıcının belli bölümlerine çeviri koymaz mesela. Ya da bir arkadaşının cinsiyet değişim sürecini belgelediği Le Chevalier d’Eon (1978) işinde dönüşümden, makyajdan, kıyafetlerden çok öznenin arzusu dikkat çeker. Bu nedenle fotoğrafların arasına kocaman kırmızı kütleyi oturtur. Sanatına özne olan kişiyi ya da hikayeyi soyutlamak, izleyiciye boş alanlar bırakmak, görünenin derinliklerine inmek Yalter’in sanatının temel çerçevelerini oluşturur.
68’li yıllar Paris’ini tanımlayan noktalardan biri de yeni anlatım olanakları, standart olmayan öğrenme biçimleri ve sanatın ne olacağına dair farklı arayışların olmasıydı. Yalter de sanat hayatı boyunca arayışların peşinde koştu, standartlamayı ters yüz etti. Sergide görebileceğiniz 1965 yılında yaptığı “Yuvarlak Form” resmini 2011’de İstanbul’da bir galeri tekrar sergilemek istediğinde bunun artık dönüştürülmesi gerekir diyerek yanına iliştirdiği videoyla eski işini sorguladı. Foto röportaj denilen medyum yeni yeni keşfedilirken “La Roquette, Kadınlar Hapishanesi” (1974) işinde neredeyse bir belgesel oluşturdu. “Deniz Meslekleri” (1982) çalışmasında videosunu bir toteme dönüştürdü.
Bir noktada Nil Yalter’i bugün görmenin ne anlama geldiğini keşfetmek için Kayıt Dışı sergisi bir fırsat. Video röportajımızda küratör Eda Berkmen’in dediği gibi Yalter’in göçmenlik, kimlik, emek gibi konularda ürettiği sözler yenilenerek güncelliğini koruyor. Ancak daha önemlisi sanatçının farklı medyumlar arasında kurduğu ilişki, sanatına özne olarak aldığı kişilerle kurduğu sahici bağ ve dönemi için çığır açıcı nitelikte olduğu kadar sadelikten de ödün vermeyen form anlayışı günümüz çağdaş sanatının bakması gereken kaynakları işaret ediyor.
Ben bir sanatçıyım
Bosna Hersekli bir Müslüman
Selanikli bir Yahudiyim
Rusyalı bir Çerkezim
Bir Abhazım
Kadın bir yeni-çeriyim
Rum Ortodoksum
Türkiyeliyim, Fransalıyım, Bizanslıyım
Küçük Asyalıyım
Bir Moğol, bir göçebe, bir göçmen işçiyim
Gurbetteyim
Mesaj Benim
Serginin girişinde yer alan Dairesel Ritüeller metninde Nil Yalter hem sanatsal pratiklerinin, hem de kendi yaşamının kısa bir özetini sunar izleyiciye. Hayatı boyunca göçmenlerle, azınlıkta kalmışlarla, ezilmişlerle ilgilenen sanatçının politik bakış açısına dair bir okuma yapabiliriz. Ancak metnin sonunda “Mesaj Benim” der Yalter. Sanatçı olarak kendini meselenin ortasına koyar. Yalter’in benliği, tüm sanat pratiği ve hayatı mesajın, formun ve sanatın kendisine dönüşmüştür.