Paul Dirac’ın kuantum mekaniği ile görelilik kuramını başarıyla
birleştirerek anti-parçacığı bulmasının ardından, bunu daha büyük
ölçekte de deneme girişimleri başladı. Bugüne kadar yürütülen,
kapsam alanına oranla en kusursuz ölçülmüş bilimsel teori olduğu
belirtilen, kuantum elektrodinamiği (KED) teorisi, böyle bir
girişimin ürünüdür.
Deney ve teorinin on milyarda bir ölçeğinde uyum gösterdiği bu
çalışmanın emsâli yoktur. Bu, Londra ile New York arası mesafenin,
her seferinde bir saç teli kalınlığı kadar bir hassasiyet ile
ölçülmüş olması demektir!
KED, elektronların birbirleri ile nasıl etkileşimde bulunduğunun
merak edilmesinden hareketle; elektromanyetik alan içindeki her
şeyin nasıl birlikte işlerlik kazandığını açıklayan, birleştirici
bir kuramdır.
Projenin sahibine Nobel getiren bu kuramla ilgili basın
açıklaması yaparken Richard Feynman’ın söylediklerini geçen hafta
yazmıştım; affınıza sığınarak o satırları yinelemek istiyorum:
“Size ne bulduğumuzu açıklayacağım, anlamayacaksınız. Dert
etmeyin, çünkü benim fizik öğrencilerim de anlamıyorlar. Onlar
anlamıyorlar, çünkü ben de anlamıyorum. Hiç kimse anlayamıyor!”
Günümüz itibarı ile, hâlen, her şeyin teorisi olabilmeye en
yakın adaydır bu çalışma. Sonuçlar, doğa kanunlarını atomik ölçekte
tanımlandığı gibi; renk, şekil vb her şeyin birlikte nasıl bir
etkileşim içinde olduğunu gösterir. Biyokimyasal bir süreç olarak
yaşamdan, tabandan aşağı neden düşmediğimize kadar kapsamlı bir
alan. Kuramın en çarpıcı yanı, boş uzayın aslında boş olmadığını,
boşluk olarak tanımlanan bölgelerde kesintisiz bir aktivitenin
olduğunu göstermesidir. Boşluk boş değildir. Bu aktivite sırasında
sürekli olarak madde ve anti-madde yaratılır.
Evren statik değil, dinamiktir: Yaratılışın kesintisiz olduğu
bulunmuştur! Bu yaradılış esnasında akıllara durgunluk veren bir
olay olur: Boşlukta parçacık ve karşıt parçacığın yaratılması için
gerekli enerji gelecekten ödünç alınır ve derhal geri ödenir.
Etkileşim içine giren madde ve anti-madde birbirini hemen yok eder.
Boşluk, ortalama olarak boşluktur. Bu teorinin bizler için en can
sıkıcı olabilecek yanı, maddenin, yaratılış aktivitesinden geriye
kalan bir atık olduğuna işaret etmesiydi. Yıldızlardan yastığımıza
bir çöp evren! Hologram evren kuramını incelemek, günümüzde yaşayan
bazı dâhi zekaların bu yöndeki açıklamalarını takip edip anlamaya
çalışmak önemli sanırım. Kuramların henüz ispat edilmemiş bilgi
alanları olduğunu ileri sürmek bilimsel bir tutum değildir; ayrıca
bu çalışma kuarkların bulunması ile fiziksel olarak da
ispatlanmıştır. Gerçeklik olgusunun tahminimizden çok daha derin,
belki de daha önce hayal bile edilememiş sonsuz bir derinlikte
olabileceğini düşünmeye başlamalı.
Bu bulgulara bilim insanları şaşırdılar da hakiki hakikat
aşıkları, asla usanmayan çöl yorgunları, er meydanlarının bu
devirde tek tük kalmış koruyucuları şaşırmadılar. Lâfın tamamı kime
söylenir bilirsiniz; ben de bilirim ama dilimi tutmayacağım:
İsteyen ayıplasın. Harabeye dönmüş evceğizi, metruk bir tren
istasyonuna iliştirdiği minderi bile kendisine çok görülen bir
Allah dostu olarak değil de ekmeğini bilim yaparak kazanmış bir
bilim insanı, geleceği inşa ettiğini bilerek çocuk yetiştirmiş bir
anne olarak söyleyeceğim:
Tahmin edemeyeceğimiz kadar kısa bir süre içinde gelecekten borç
enerji alınması söz konusuysa; geçmişi, şu an olarak deneyimlemekte
olan bir bilinç var demektir. O halde gelecek dediğimiz aslında
gelecek değildir. Bu bilince de tanıklık eden ve onu kapsayan başka
bir bilinç olmalı. Hoş, bu ikincisine, bir ve aynı/özdeş bilincin
farklı bir mertebesi demek daha doğru olur.
Geçen hafta sözünü ettiğim önemli buluşlarda “buldum, ama ne
bulduğumu anlamıyorum” veya “denklem benim bildiğimden fazlasını
biliyor” diyen ünlü fizikçilere rağmen bilen kimdir acaba?
Mistifiye etmeye gerek yok; duygusal köpürmelere, dengesizliklere
mesnet edilmesin bu açıklamalar. Nasıl mı? Gerek dinlerle, gerekse
felsefe ile sürekli üzerinde durulan teleoloji, ereğe bağlı düşünme
ve yapıp etmeler derin derin düşünülmeli. Enerjinin borç alındığı
gelecek, rastgele bir gelecek değildir. Dinde tevhid, felsefede
kurgul düşünce, özbilinç anlaşılması çok kolay kavramlar
değildir.
Şu anda hissettiklerimiz, bizi ele geçiren duygu durumumuz;
olasılıklar aleminden düşünceyi, hangi tertiple/niyetle çekip
çıkardığımızın göstergesi/âhiretidir. Âhiretimi ben yarattım, ona
nasıl olur da iman etmem? Beni de, kendi sûretinde yaratmamış
mıydı?
Tasavvuf ıstılahına uygun olarak söyleyeyim: Saf bilinç/Lahut;
Faal akıl/Ceberrut; faaliyet alanı olarak Melekut sonra Nasut
burası rüya/hologram. Kaostan kozmosa düşüncenin işleri: düşünürken
yaratıyorum. Düşünce olasılık denizinden çekilerek belirlenim
kazanıyor: madde ve anti-madde. Burası dediğim yer ve şimdi dediğim
zaman bir kalıntı: kısa bir seyir; iç-dış. Zevkimin ve tefekkürümün
şimdilik geldiği mahal, iç dış diyalektiğini; Hz. Musa ve Hz.
Harun’un hakikatini daha derin düşünmeye teşvik ediyor. Akılda
bulmak yeterli olmamalı, kişi bu alemleri kendinde de bulmalı.
Feynman, bunu kendinde bulamadığı için anlayamıyordu. Akıl-bilim
yetmemişti. Dürüsttü ama çok dürüst! Nobel Ödülü elinde “anlamadım”
diyebiliyordu. Ne cesaret!
Seyyid Ali Hamedânî’ye kulak verelim o hâlde:
“Sen âb-ı hayât ortasındasın, halbuki su arıyorsun. Hâzinenin
üstündesin ve fakr-u ihtiyaçtan tek ü pû (sağa sola koşuşturma)
içindesin.”
Maneviyatta hakim olan devirler vardır: aşk, yokluk ve nicesi.
Aşkın da uğruna fedâ edildiği vefâ zamanı gelmiştir belki de.
Vefânın, buradaki, nasut alemindeki anlamıyla yetinelim şimdilik ve
Coelho’nun “Simyacı”sını işitelim:
“Mutluluğun, çölün küçük bir kum tanesinde bulunabileceğini
söyledi. Çünkü bir kum tanesi, yaratılışın bir anıdır ve evren onu
yaratmak için milyonlarca, milyonlarca yıl uğraşmıştır.”
Kulağıma fısıldananı, gönlüme indirileni, bilincime açık seçik
kılınanı; kısaca bildiklerinizi size anlatıyorum.