Normal İnsanlar: Sosyalist bir aşk mümkün mü?
Sally Rooney Normal İnsanlar’da, İrlanda’daki yaygın sınıfsal eşitsizliklerle yaşamak zorunda bırakılan, sağlık ve barınma gibi temel ihtiyaçlardan yoksun oldukları için sürekli koşturmak zorunda kalan “sıradan” insanları anlatır. Ancak bu insanlar yaşadıkları yoksulluk, kırılganlık ve güvencesizlik nedeniyle sol düşünceye, radikalizme daha çok meyil eden insanlardır.
Bugünü tartışırken 2008 mali krizini mutlaka hesaba katmak gerekiyor. Çünkü o krizden sonra sınıflar arası eşitsizlikler hiç olmadığı kadar derinleşti. Ve bu sınıfsal bölünme 2008’den sonra gelen nesilleri ve anlatıları da kökten değiştirdi. İrlandalı yazar Sally Rooney’nin aynı adlı romanından uyarlanan BBC ve Hulu ortak yapımı Normal İnsanlar, bu bölünmeyi aşk temelinde ele alan etkileyici bir dizi.
Normal İnsanlar, İrlanda’nın kuzeyinde küçük bir sahil kasabası olan Sligo’da geçer. Dizide Marianne ve Connell’ın lisede başlayan ve daha sonra Trinity College’a uzanan aşkları anlatılır. Varlıklı ama sorunlu bir aileden gelen Marianne, akranlarıyla anlaşamayan, çevresince pek sevilmeyen, akıllı, güzel ama “tuhaf” bir kızdır. Dev bir malikânede erkek kardeşi ve annesiyle yaşar. Zamanını genelde kitap okuyarak geçiren bu genç kızın arkadaşlarıyla olduğu gibi ailesiyle de ilişkisi son derece sorunlu ve çatışma yüklüdür. Ölen babası annesine sürekli şiddet uygulayan Marianne’in kendisi de erkek kardeşinin sürekli aşağılamalarına, psikolojik şiddetine maruz kalır. Annesi bu şiddete karşı koymak yerine olan biteni sessizce izlemeyi tercih eder. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, Marianne’in bir de sahip olduğu kültürel ve ekonomik sermaye nedeniyle İrlanda’nın en prestijli üniversitesi olan Trinity College’ı kazanması beklenir. Tüm ailesi orada okuduğu için onun da Trinity’yi kazanması adeta bir zorunluluktur.
Annesi Marianne’in evinde temizlikçi olarak çalışan Connell ise geldiği işçi sınıfının bütün izlerini üzerinde taşıyan “sıradan” ama zeki biridir. Yakışıklı, kaslı ve akıllı olduğu için okuduğu lisede kızların gözdesidir. Sanılanın aksine, sporla ve yakışıklılıkla lisede üzerine yapışan bu popülerliği kullanmaz; aksine, vakit buldukça kitap okuyup bolca yazar. Kalemi kuvvetlidir. Bu yüzden çevresindeki küfürbaz erkek arkadaşları arasında kendini konumlandıramayan, iki arada bir derede kalmış biçare bir delikanlı görüntüsü çizer. Tek amacı, diğer tüm alt sınıfa mensup gençler gibi, iyi bir okulu kazanıp Sligo’dan ayrılmak ve kendine iyi bir gelecek kurmaktır.
Babasız olan Marianne ve Connell çevrelerindeki diğer insanlar gibi “normal” olma baskısı altında yaşarlar. Normal olma baskısına Marianne boğun eğmez, sınıfta ve dışarıda normal olmanın gerektirdiği bütün yanları aşan bir özgüvene ve lafı gediğine koyan bir birikime sahiptir: Yeri gelir lise hocasına posta koyar, yeri gelir kendisiyle dalga geçen arkadaşlarına. Normal olma baskısından en çok etkilenen ise Connell’dır. Suya sabuna dokunmayan, sesini çıkarmadan yaşayıp giden Connell, Marianne kendisine “Senden hoşlanıyorum” dedikten sonra yelkenleri suya indirir ve onunla heyecanlı bir ilişki yaşamaya başlar. Arkadaşlarının gözündeki olumlu imajını bozmamak için “huysuz”, sevilmeyen Marianne’le ilişkisini gizlemek ister. Hatta bu şartla Marianne’le “çıkmaya” başlar. Normal olanın dışına çıkmamaya özen gösterdiği için Marianne’le çıkmasına rağmen bunu arkadaşlarına itiraf edemez, âşık olduğunu söylediği Marianne taciz edilirken; tuhaflığıyla, fiziğiyle ilgili aşağılayıcı yorumlar yapılırken sesini çıkarmaz. Hatta bu durumu o kadar abartır ki lise mezuniyet balosuna Marianne yerine okulun popüler kızlarından biri olan Rachel’ı davet eder. Bir de üstüne “okul balosuna Rachel’ı davet ettim, ama kızmanı gerektirecek bir konu değil bu” diyerek Marianne’i iyice değersizleştirir. Marianne için bu, bardağı taşıran son damla olacaktır. Bu olaydan sonra Marianne Connell’la görüşmeyi keser, onun bütün aramalarını ve mesajlarını cevapsız bırakır. Ayrıca okula gitmekten de vazgeçer, sadece sınavlarına çalışmaya odaklanır.
İkilinin yolları daha sonra Dublin’de bir kez daha kesişir. Marianne’in “benden daha zeki” dediği ve hatta “sen edebiyat okumalısın” diyerek yönlendirdiği Connell, Marianne gibi Trinity’yi kazanır. Bu andan sonra ikilinin lisede pek göze batmayan sınıfsal farklılıklarının Dublin’de giderek belirginleştiğine tanık oluruz. Sligo’da lisede Connell popülerken Trinity’de Marianne rüzgârı esmektedir. Sahip olduğu kültürel ve ekonomik sermaye ve kendine has sofistike karakteri nedeniyle yine sofistike bir okul olan Trinity’de adından hemen söz ettirmeye başlar. Kendisine ait bir dairede yaşayan, aşırı şık ve tarz kıyafetler giyen, “seçkin ve entelektüel” bir çevre kuran Marianne, Trinity çevresinde bilinen, adına partiler düzenlenen, erkeklerin peşinden koştuğu popüler bir figüre dönüşür.
Connell’ın Trinity’yi kazanıp Dublin’e yerleşmesi ise yaşadığı sorunları ve işçi sınıfına ait yaraları iyice gün yüzüne çıkarır. Varlıklı olmanın, aşırı pahalılığın, kapitalizmin belirlediği bir hayatı yaşamanın kurallaştığı bu şehre taşradan gelen bir gencin ayak uydurması zordur. Connell da bu zorluğu dibine kadar yaşar. Yüksek kiralar nedeniyle hem okuyup hem de çalışmak zorunda kalır, bunun sonucunda da sürekli yetersiz beslenir. Sligo’da hep aynı insanlarla beraber yaşayıp kolayca kabul görmüş biri olduğu için Trinity ve Dublin’in üst kültürüne ayak uyduramaz. Yaz aylarında çalıştığı restoran kapandığı için kirasını ödeyemez ve Sligo’ya, annesinin yanına dönmek zorunda kalır. Dizinin en sarsıcı sahnelerinden birinde, Connell Marianne’e Sligo’ya geri dönmek zorunda olduğunu söyler. Ancak bunu en başta hiç yapmak istemez, çünkü Marianne’in yaşadığı zorluğu anlayabileceğini ve onun evinde kalmasını isteyebileceğini düşünür. Hem gururlu hem de utangaç bir karakter olduğu için bunu olanca açıklığıyla ifade edemez. Ağzından Marianne’e “kiramı ödeyemiyorum, seninle kalabilir miyim” cümlesi bir türlü çıkmaz. Onun yerine, yazın Trinity’de olmayacağını, ev arkadaşı Niall’ın bu yüzden odasını başka birine kiraya vereceğini söyler. Marianne de durumu tam anlamayıp “o zaman eve gidiyorsun yani” diye cevap verir. Connell bunu kibar bir uyarı cümlesi olarak algılayıp “sanırım başka insanlarla görüşmek istersin” diye cevaplar. Marianne de Connell’ın kendisinden ayrılmak istediği gibi yanlış bir algıya kapılır ve “sanırım öyle” diye karşılık verir. Birbirleriyle deli gibi beraber olmak isteyen bu iki insan nedensiz bir “yanlış anlama” yüzünden birlikte olamazlar ve orada ayrılırlar. İlk bakışta “iletişim bozukluğu” gibi görünen bu sahne, aslında ikilinin geldiği toplumsal sınıfların, içinde doğdukları toplumsal koşulların insanın gelişimi üzerinde ve kendini ifade biçiminde nasıl devasa değişikliklere yol açtığını bütün çıplaklığıyla yüzümüze vurur.
Bir süre görüşmeyen ikiliyi daha sonra Trinity’de beş yıllık ücretsiz eğitim ve konaklama bursu kazanırken görürüz. Bu burs farklı sınıflardan gelen bu iki insan için farklı hedefleri gerçekleştirmenin bir yolu olacaktır. Connell için burs kendini gerçekleştirmenin bir yoluyken Marianne için “akıllı ve entelektüel kız” imajını daha da ileriye götürmekten başka bir işe yaramayacaktır. Connell için burs maddi durumunu düzeltip hayata ve geleceğe dair duyduğu korku ve güvencesizliği bir süre ortadan kaldıracak önemli bir araçtır. Hatta bir yerde, “para, dünyayı gerçeğe dönüştüren bir tözdür” der. Connell’ın dönüşüm ve “oluş” süreci bundan sonra giderek hızlanır. Bu burs sayesinde İrlanda’dan çıkıp Avrupa’yı dolaşmaya başlar. Bu ona öyle bir rahatlık getirir ki, Viyana Sanat Tarihi Müzesi’nde sergilenen Ressam Vermeer’in “Resim Sanatı” tablosuna dakikalarca hiçbir şey yapmayarak bakma lüksüne sahiptir artık. Hatta Marianne’i İtalya’daki muhteşem evinde ziyaret bile eder. Marianne Avrupa’nın önemli şehirlerini ve sanat müzelerini zaten çoktan görmüştür. Bu da aslında kültür ve sanata erişimde sınıfın oynadığı role dair önemli bir ipucudur. Sally Rooney’nin de romanda belirttiği gibi, kültür dediğimiz aslında “sınıfsal bir performans”tan ibarettir.
Bu noktada Connell’ın Sligo’dan yakın arkadaşı Rob’ın intihar ettiği haberi gelir. Çoğu arkadaşı Sligo’dan ayrılan Rob bu yalnızlığını kendini içkiye vurarak aşmaya çalışmış, ancak bunu başaramayıp intihar etme yolunu seçmiştir. Bu olayla işçi sınıfının gizli yaraları, travmaları bir kez daha bize gösterilir. Aslında Rob’ın intiharı kapitalizmle birlikte yaşamak zorunda kalıp geleceği elinden alınan gençlerin yaşadığı esarete ve yabancılaşmaya bir göndermedir: 2008 mali krizinden sonra hayatın bir normali haline gelen neoliberal kemer sıkma tedbirleriyle hareket alanları iyice daralan, bunun sonucunda topluma yabancılaşan, yapısal sorunların bireysel başarısızlık olarak algılanması neticesinde ağır psikolojik sorunlarla cebelleşip bu dünyadan iyice kopan, zaman zaman bu sorunları aşan, aşamayınca intiharı seçen geleceksiz gençler. Connell da dizinin son bölümlerinde aynı psikolojik sorunları yaşamaya başlar. Psikologla konuştuğu sahnede, “Farklı bir hayata sahip olabileceğimi düşünerek Carricklea’yı [Sligo] terk ettiğimi hissettim. Ama buradan [Dublin] nefret ediyorum ve şimdi bir daha oraya geri dönemem” der. Bu yabancılaşma hissi, bu yenilmişlik duygusu taşrada bir şekilde hayatını idame ettiren bir gencin, Trinity gibi seçkin bir okulda okuyup Dublin gibi pahalı bir büyük şehirde yaşamasıyla başlayan olumsuzlukların bir sonucudur. Evet, Connell Dublin’de mutlu değildir, ancak Rob’ın intiharından sonra Sligo’ya dönemeyeceğinin de farkındadır, çünkü orada kendisini hayata bağlayacak ve ona bir gelecek inşasında katkı sunacak fırsatlar yoktur. Bu bağlamda Normal İnsanlar, Connell’ı iki dünya arasında sıkışıp kalan, ancak kendisini ikisine de ait hissetmeyen bir “öteki” olarak konumlandırır.
SEKS
Marianne ve Connell üzerinden bize anlatılan gerçekçilik, sınıflar arası karşıtlıklar ve kültüre erişim yanında özellikle seksin temsili konusunda da kendini gösterir. Seksin seyri ve çelişkileri iki karakter için de dönüştürücü, iyileştirici ve özgürleştiricidir. Öyle ki, ikili seks esnasında adeta yeniden doğarlar. Gerçekten de seks sahnelerinde, ikilinin diğer insanlarla yaptıkları “sıradan” seksin ötesinde bir sahicilik ve dönüştürücü bir yan görürüz. Bu anlamda seks, ikilinin belki de birbirlerine en çok yaklaştıkları, birbirlerini en çok anladıkları, ilişkilerinin en dolaysız yaşandığı bir eylem biçimi olarak karşımıza çıkar. İçine doğdukları toplumsal ve ekonomik farklılıklardan, sınıfsal bölünmelerden, üzerilerine yüklenen toplumsal rollerden sıyrıldıkları bu anlar, ikilinin aslında kendileri gibi var olabildiği, özgürleştiği bir alan olma özelliği taşır.
Örneğin, Marianne Connell’la yaptığı seks için “diğer insanlarla böyle değil” derken aslında bu dönüşüme işaret eder, çünkü seks esnasında heyecanlı, acemi ve bir o kadar mutludur, duygularını doyasıya yaşar. Diğer erkeklerle yaptığı sekste ise daha çok geleneksel pozisyonları ve pasif kalmayı tercih edip bazen kendisini cezalandırıcı pratikler de dener. Kendisine vurulması istemesi bunlardan biridir. Hatta bir keresinde Connell’la sevişirken ona vurmasını ister, ancak Connell bunu reddedince panikler ve sevişmeyi yarım bırakıp evine döner. Bu panik anı Marianne’in diğer erkeklerle yaptığı seks sırasında denediği cezalandırma pratikleri ve erkek kardeşinin ona uyguladığı şiddet arasındaki derin ilişkiyi daha iyi anlamımızı sağlar. Marianne’in annesi babasının, Marianne de erkek kardeşinin şiddetine uğramıştır. Bu yüzden, her ne kadar zeki ve entelektüel bir kadın olsa da ciddi bir özgüven eksikliği yaşamaktadır, kendini değersiz hissetmektedir, bir türlü ileriye adım atıp dönüşememektedir. Bu özgüven eksikliği, bu değersizlik hissi büyük oranda kadın olmasından kaynaklı bir değersizliğe işaret etmektedir. Kısaca söylersek, Connell’ın yaraları “işçi sınıfı” kaynaklı yaralar iken Marianne’in yaraları “kadın” olmasından kaynaklanmaktadır (1). Bir kadın olarak sürekli taciz edilmiş, aşağılanmış, şiddet görmüş, bunun sonucunda da bedenine yabancılaşıp aşamadığı bir suçluluk ve değersizlik hissiyle yaşamak zorunda kalmıştır.
Nitekim seksi yarım bırakıp eve dönen Marianne’i evde yine kardeşinin şiddeti bekleyecektir. Erkek kardeşinin ona hesap sormasından bıkan genç kadın, onu tersler. Ancak kardeşi onu aşağılamayı sürdürür ve peşinden koşar. Odasına kaçarken burnunu kapıya vurup kıran Marianne, Connell’ı arayıp evine gelmesini ister. Aslında iki aşık aynı gece hem ayrılırlar hem de yeniden birleşirler. Gidip Marianne’ı evinden aldıktan sonra ona bir daha kimsenin dokunamayacağı sözünü veren Connell, aslında Marianne’i bir anlamda yaşadığı yabancılaşmadan kurtaracak ve onun bir türlü gerçekleşmeyen dönüşümünü başlatacaktır. Marianne’i erkek kardeşinin şiddetinden kurtarıp kendi evine götürdüğü geceden sonra ikili arasındaki sınıfsal farklılıklar da giderek kaybolmaya başlar, birbirleri ile parça parça birleşen bağları artık hiç olmadığı kadar güçlenecektir.
SOSYALİST AŞK
Sally Rooney Normal İnsanlar’da, İrlanda’daki yaygın sınıfsal eşitsizliklerle yaşamak zorunda bırakılan, sağlık ve barınma gibi temel ihtiyaçlardan yoksun oldukları için sürekli koşturmak zorunda kalan “sıradan” insanları anlatır. Ancak bu insanlar yaşadıkları yoksulluk, kırılganlık ve güvencesizlik nedeniyle sol düşünceye, radikalizme daha çok meyil eden insanlardır. Sinn Féin’in 2020 yılında yapılan seçimlerde oyların yüzde 24,53’ünü alarak birinci parti olması, ekonomik darboğazdaki ülkede büyük ölçüde radikal bir konut politikası izleyerek özellikle genç seçmenlerin oyunu almadaki başarısıyla açıklanabilir.
Bu temelde Rooney, aşkın kapitalizmle iç içe geçmiş olduğunu, onun öznellik biçimlerinden etkilendiğini ortaya koyarak, aslında sosyalist bir aşkın mümkün olup olmadığını sorgular. Bu noktada şunun belirtilmesi önemlidir: Roman ve dizi boyunca Marianne ve Connell ayrı ayrı değil “birlikte” var olurlar, birlikte oluşurlar. Yani ikilinin dönüşümü ve gelişimi kolektif bir temelde gerçekleşir. Marianne ne zaman kendini değersiz hissetse yanında hep Connell vardır; ona değerli biri olduğunu sürekli hissettirir, bu duyguyu sürekli diri tutar. Ayrıca, istismara uğradığında da yardımına hep Connell koşar: Sligo’da barda erkekler tarafından sıkıştırılıp tacize uğrarken, Trinity’de erkek arkadaşı Jamie’nin zorbalığına maruz kalırken ve erkek kardeşinden şiddet görürken yanında hep Connell vardır. Aynı şekilde, Marianne de Connell için bir toplumsal sığınak işlevi görür, Connell’ın Dublin’de ayakta kalmasının bir sebebi de Marianne’in ona sunduğu bu toplumsal korumacılıktır. Bu bağlamda ikili, Marx’ın o meşhur “Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre” ilkesinin hayat bulmuş halidir. Bundan dolayıdır ki ikisi arasındaki bu kolektif dinamizm dizi boyunca bizi sürekli ele geçirir, aşkın bireysel olmaktan ziyade toplumsal yanlarını bize gösterir. Başka bir deyişle, aşk ikilinin birbirlerini dönüştürme sürecine güç katan, insanların aslında çevrelerinde bulunan faillerce nasıl değiştirilebileceğini gösteren dayanışmacı ve radikal bir aşktır. Diziyi anti-kapitalist yapan da budur: popüler kültürde hep görmeye alıştığımız bireysel anlatı reddedilir, izlemekten bıktığımız sömürü odaklı romantik ilişkilerin, gücü ve bağımsızlığı göz ardı edilen kadın karakterlerin yerine sürekli dönüşen ve çevrelerini dönüştüren karakterlere yer verilir. Bu yolla aslında kolektif ilişki ve dayanışmanın ilişkiler ve insanlar üzerinde nasıl köklü değişimler yarattığının altı çizilir. Connell ve Marianne’in yaraları ve özgüven eksikliği ikilinin dayanışmacı, birbirini dönüştürücü ve özgürleştirici aşkı sayesinde ortadan kalkmaya başlar.
POST-KAPİTALİST ANLATILAR
Kapitalist öznellik biçimleri eğitim sisteminden medyaya, maddi ve manevi kültüre kadar birçok kurumu içeren geniş ve karmaşık bir ağ sistemi tarafından yaratılmaktadır. Bu durum aynı zamanda neyin tartışılıp tartışılmayacağını, neyin kabul edilip edilmeyeceğini belirleyen bir hayal gücü ve hegemonya oluşturur. Ancak Normal İnsanlar’da bu hegemonyanın dışında var olan başka bir hayal gücü ve anlatı görürüz. Dizi her şeyden önce, sadece aşk alanında yaşansa bile, eşitlikçi ve adil bir toplum tasarımının hâlâ mümkün olabileceğini gösterir. Marianne ve Connell’ın politik ve zihni gelişim süreci kapitalizmin mottosu haline gelen “bireysel bir başarı hikayesi” olarak değil de toplumsal belirlenimleri aşma ve çevrelendikleri koşulları değiştirme gücü olarak sunulur bize. Evet, insanın çevrelendiği koşulları aşması ancak birliktelikle mümkündür. Dizinin ana akım medyada gördüğü ilgi, bu anlamda, post-kapitalist anlatılar oluşturma inşasına katkıda bulunan bir işlev görmektedir. Dizide siyaset her ne kadar Trinity’deki münazara kulübünde gerçekleşen, faşistlerin düşünce özgürlüğüne sahip olup olmaması, onlara konuşacak bir platform sağlanıp sağlanmaması gibi birkaç küçük sahnede kendini gösterse de ikilinin dört yıl boyunca yaşadığı aşka yakından ve titizlikle dahil edilmiştir. Bu yolla ikilinin aşk temelinde yaşadığı kültürel ve toplumsal değişimler kapitalizmin belirlediği alandan dışarı çıkarılarak politize edilir, radikalleştirilir.
Kapitalizm altında can çekişen, hayatta kalmaya çalışan insanların yaşadıklarını anlatan daha fazla diziye, filme ihtiyacımız var. Kapitalizmin bir “kriz” yaşadığı muhakkak. Bunun işaretleri hayatın her alanında olduğu gibi kültür alanında da kendini gösteriyor. Bu sebeple, post-kapitalist anlatılara, onun dışında bir geleceği hayal etme gücünü yeniden kazanmaya acilen ihtiyaç var. Bununla birlikte, gerekli olan tek bir anlatı ya da vizyon değil, her biri potansiyel olarak başka bir dünyanın kapılarını açan alternatif geleceklerin çeşitliliği. Anlattığımız hikâyelerin, yarattığımız kültürel vizyonların gerçekliğe sızacağını aklımızda tutmalıyız. Post-kapitalist gelecekleri düşünülebilir kılarak kapitalizme karşı çıkabilir bu anlatılar. Eğer post-kapitalist geleceklerin peşindeysek, o halde ne tür hikâyeler anlatmamızın okurları ve politik toplulukları güçlendireceğini düşünmeliyiz. Böylesi bir farkına varış, bizi derinleştirip zenginleştirecektir.
Yeni ve radikal anlatılarla post-kapitalist bir gelecek olasılığını mümkün kılmak için bundan daha güzel bir zaman düşünebiliyor musunuz?
1- Romanla ilgili güzel bir değerlendirme için bkz: Koray Kırmızısakal, (2019), “Çağdaş Öznellik Biçimlerimiz: Normal İnsanlar”, Birikim Güncel, 22 Kasım, https://www.birikimdergisi.com/guncel/9792/cagdas-oznellik-bicimlerimiz-normal-insanlar