AKP hükümeti nice NATO zirveleri, AB toplantıları gördü. Liderlerle baş başa, üçlü, beşli ya da aile fotoğrafı verdikleri... Kendi halkına büyüklenen, bölge ülkelerine caka satan yelkenlerini buralarda şişirdi. Ne büyük misyondu; NATO’nun Afganistan seferine, Irak’taki Amerikan işgaline ‘meşruiyet’ katan. ‘Müslüman ve demokrat’. İslam alemi için ‘model ortak’. Arap Baharı’ndan itibaren kendisi de hava üfürdü bu yelkenlere, basabildiği kadar. Şimdi dosta düşmana ayar verme iddiasındaki o yelkenleri bir bir suya indiriyor, Doğu Akdeniz’de, Libya’da, Mısır’da, Körfez’de…
Dışardaki çekilmeyi ve büzülmeyi içeride sınır tanımaz, güçler ayrılığı bilmez, anti-hukuk, anti-insan, anti-kadın, anti-çevre çıkış ve açılımlarla perdeliyor. Her türlü melaneti Allah’ın lütfu sayan fırsatçılıkla ördükleri otoriterizmi totaliterizme çevirmek için limitlerini zorluyor.
Dışarıda mecburiyetten uyum, içeride şehvetle güç gösterisi. Tam zirve öncesi ‘Demokrasi ve hukuk adına bir iki adım at da biz de sana bir güzellik yapalım’ diye Türkiye’ye mesaj gönderen AB’ye önce İnsan Hakları Eylem Planı'yla pas verip ardından HDP’ye kapatma davası açarak, Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nu meclisten atarak ve İnsan Hakları Derneği (İHD) Eş Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan’ı gözaltına alarak yanıt veriyor. Ve daha başka ne skandallarla. Kriz yaratan dış politika dosyalarında büzüldükçe içeriyi tepeleme keyfiyetini muhafaza edebileceğini düşünüyor. Cesaret veren örnekleri az değil.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu önceki gün ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken’le Brüksel’de el sıkıştı ya ne büyük saadet! Şükürler olsun! Sıra saray sakinlerine de gelecek. Kıtlıkta saadet kırıntılardan da çıkarmış!
Aslında bu ilk buluşma tablodaki derin kasveti dağıtmış da değil. S-400 mevzusu hâlâ kördüğüm. Biden yönetimi ortada bir yasa olduğunu (CAATSA) ve siyasetin yaptırımlardan kaçmak için manevra alanının kalmadığını söylüyor. Ankara’nın ara formüllerine bakmıyor, NATO’nun endişelerini gidermeye dönük ortak mekanizma kurulması önerisine yanaşmıyor.
Aynı şey ilişkilerin gerçek zonklama noktası Halk Bank davası için de geçerli. Tekrarlanan yanıt; “Biden yönetimi yargıya müdahale edemez”. Güçler ayrılığının azizliği işte. Belki otoriter sarhoşlukla şunu da mırıldanıyor olabilirler: “Zavallı Biden, yetkisi bile yok.” Bunu vakti zamanında Barack Obama için de demişlerdi.
***
Elbette siyaset hukuktan öteye her zaman kaçacak yol bulmuştur. Muhammed bin Selman’a ‘cinayetin azmettiricisi olduğunu söyleyip de “Müttefiklerimizin liderlerini hedef alan yaptırım geleneğimiz yok, ulusal çıkarlar önemli” diyen yan çizmede olduğu gibi. Fakat Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan kendi yanlış hesapları yüzünden her türlü tavizi vermeye hazır hale gelmişken S-400 ve Halk Bank dosyaları en dikenli haliyle orada asılı kalacaktır. Washington’da dillendirilen ‘sözde’ ortağın Brüksel koridorlarında aniden ‘kıymetli’ ortağa dönüşmesinin hikmeti de burada. Kıvrana kıvrana NATO’ya uyumlanmak. Yani donanma dalaşları ve navtex savaşlarından sonra Yunanistan’la istikşafi görüşmelere dönmek, Doğu Akdeniz’in sularını bir daha köpürtmemek, Kıbrıs’ta iki devletli çözüm diyerek parametreleri değiştirdikten sonra 27-29 Nisan’da Cenevre’de 5+1 formatında masaya yeniden oturmak. Türk-Rus ilişkilerine bir NATO ayarını da şart görüyorlar. ABD’nin Transatlantik İttifakı’nı canlandırma çabasındaki temel saik Rusya’ya boyunun ölçüsünü göstermek. Türkiye’nin ittifaktaki yerini hatırlatmaları boşuna değil.
Ortağın kendisini değerli hissedeceği ve havuç-sopa siyasetinin teşvik kısmına odaklanacağı işbirliği alanlarını da eksik bırakmıyorlar. Afganistan’dan çıkabilmek için Taliban’la hükümet arasındaki görüşmelere Türkiye’nin ev sahipliği bunlardan birisi. İkincisi Suriye. Blinken Türkiye ile anlaşamadıkları alanları sıraladıktan sonra Suriye ve Afganistan’da ortak çıkarlara sahip olduklarını vurguluyor. Ne kadar anlayışlı! Ortaklıktaki bu tenzilde çok da alınganlığa gerek yok çünkü Erdoğan’ın kendisi Bloomberg’e yazdığı yazıda işbirliğinin yeniden maya tutacağı yer olarak Suriye’yi işaret etmişti. Türk askeri varlığını Suriye ve müttefiklerine karşı değerli gören bir konsept kaybolmadı ve bir noktadan sonra Suriye’nin egemenlik alanından koparılmış parçalarda himaye ettikleri cihatçıların tıynetini de sorun etmiyorlar.
***
Temel dış politika konularında ABD’siz yapamayan AB de Türkiye’yi öngörülen istikamete çekmede kendi rolüne hevesle sahip çıkıyor. Takdir ve tekdir taktiğiyle. Gümrük Birliği’ni güncelleme müzakereleri için Avrupa Komisyonu’na yetki vermek, beş yılı geride bırakan mülteci geri kabul anlaşmasını yenilemek ve askıya alınan üst düzey siyasi diyalogu yeniden başlatmak meselenin teşvik ayağında. Sihirli sözcük pozitif gündem. Gerilimler geride bırakılırsa Türkiye pozitif gündemiyle takdir edilecek! Yoksa sıradaki tekdirdir: İhracat veya ithalata yasaklar, turizm sektörünü baltalayacak şekilde seyahat engelleri, enerji ve altyapı projelerinin finansmanında önem arz eden Avrupa Yatırım Bankası ile diğer mali kurumlarla işbirliğinin kısıtlanması vs. Washington’daki gibi Brüksel’de de yaptırım sopası böylece sallanıp duracak.
Türkiye ile ilişkiler güvene dayalı, itibarlı ve eşit ortaklık hedefinden giderek ticaret ve güvenlik parantezine sıkıştırılıyor. Göçmenlerin önünde bariyer ol!
Rusya’nın önünde set gibi dur!
NATO operasyonlarına katıl! Ucuz asker ol.
Bir de piyasa kurallarından sapma, ekonomik cazibeni koru, borçlarını çevirecek duruma düşme! Kararlarında keyfi değil öngörülebilir ol.
Temel hak, özgürlük, demokrasiye gelince; bu alandaki kötüleşme yaptırımlar değil uyarı ve telkinlerle köşeye sıkıştırma konuları olarak kalsın!
Bu konulardaki hassasiyetleri gürültünün ötesinde ekonomik çıkarlarının üzerine çıkarırlarsa tanrıları şaşı kalır! Samimiyetsiz ve istismarcı bir ilişki. Karşılıklı tabii. AB, Ankara’nın tutarsızlıklarıyla kendi tutarsızlıklarının devamlılığını sağladıkça AKP yönetimi de nerede uyumlu nerede arızalı olacağını kestirebiliyor. Herkes birbirini çözmüş durumda. Dün Alman Şansölye Angela Merkel diyalogdan yana konuşmasını ‘AB’nin refahı için işbirliği’ vurgusu üzerine kurdu. Türkiye’den ortak değil ‘komşu’ olarak söz etti. Aranan haslet ‘iyi komşuluk’. Hal tercümesi; “Evin içi bizi ilgilendirmez!” Erdoğan’ın aradığı da bu değil mi? Beni ben olarak kabul et, dile ne dilersen.
***
Şirazesini yitirmiş ilişkilere ayar verme arayışı bir cendere halinde AB-ABD ekseninden ötelere gidiyor; Kuzey Afrika kıyılarından İsrail sularına oradan Körfez’e akıyor. Hepsi elzem, birbiriyle ilintili ama uyumsuz. Diplomasi fukarası. Dış politikada yanlış giden ne varsa yeniden akıl, mantık ve ulusal çıkar süzgecinden geçirip kapsamlı bir strateji ortaya koymak yerine tıkandıkça sağa sola sapan, olmadı çark eden bir tepkiselliktir gidiyor. Bu da çok temel bir sorunu büyütüyor: Güvensizlik.
Yunanistan ve Rumlara karşı Mısır ve İsrail’in ortaklığı aranıyor. Fakat ilk hamleden sonra anlıyorlar ki Mısır’la anlaşmak için Libya’daki çatışmayı geriletmek, Suudi-Emirlik ekseniyle yumuşamak, dış ilişkilerdeki Müslüman Kardeşler çıkıntısından kurtulmak da şart. Mısırlılar Libya’ya taşınmış Suriyeli milisleri çekme hazırlığını takdirle not ediyor. Fransızlar bunu ‘cesaret verici’ buluyor. Bir yandan da bu çekilmenin Türk askeri varlığını kapsayıp kapsamayacağını merak ediyorlar. Nihai tutumu ona göre belirleyecekler.
Müslüman Kardeşler’le ilgili önlemler alarak da Mısır’ın en önemli koşuluna karşılama niyetini sergiliyorlar. Kahire ‘yetmez ama evet’ modunda kafa sallıyor. Suudilerin kalbine dönmenin yolunu Yemen’de arayan bir çaba görüyoruz. Cemal Kaşıkçı cinayeti nedeniyle lanetledikleri Suudi Arabistan’ı şimdi ancak Türkiye’nin kurtaracağına dair yorumlar büyük bir sarhoşlukla iktidar medyasında yer alıyor. Suriye’de Ruslarla birlikte ‘devrim’ projesini bozan, Irak’ta Haşd el Şaabi ile Şengal’de karşı duruş sergileyen İran’la hesaplaşmak için Suudilerin Husiler karşısındaki çaresizliğine hitap eden bir arayış görüyoruz. Yemen için Karabağ modelini dillendiriyorlar. Yani bir yandan Suriye’den milis diğer yandan denge değiştirecek Türk SİHA’ları. En büyük teşvik de küresel Müslüman Kardeşler ağından geliyor. Çok tuhaf bir durum. Kahire için Müslüman Kardeşler’in bir kanadını gözden çıkarırken Riyad’ı memnun edecek formül için Müslüman Kardeşler’in bir diğer kanadının tuzağına giriyorlar.
***
Dostların yanına dost, müttefiklerin yanına müttefik eklemek yerine bir komşuya karşı öteki komşuyu kullanma mantığı güdülüyor. Normalleşme arayışının ufuksuz olması bundan. Son olarak iktidar en mahir olduğunu zannettiği al-ver dengesinde elini çoktan kaybetti. Bir kez daha diplomaside kapitülasyonlar devrindeyiz.