Bakkal, önündeki müşterinin, belli ki depreme dair dediği “beterinden esirgesin…” sözü üzerine “daha ne beteri olacak… Büyüklerimizden öğrendiğimiz sözler bunlar ama şimdi boş, yetmiyor,” dedi. Yüzünde öfke, anksiyete, oturmaya başlamış bir keder iç içeydi. Son günlerde pek çok kişide rastladığım gibi ellerinde belli belirsiz bir titreme vardı.
Bu karşılaşma bugünlerde şahit olduğum başka pek çok şeyle beraber bende “herkes biliyor” hissi uyandırdı. İstisnalar maalesef var. Mesela bu sabah metroda yanımda oturan iki kadının konuşmasına kulak misafiri oldum. Deprem bölgesine yardıma koşmaya niyetlenmiş oğlunu, çanta hazırlığı aşamasında nasıl vazgeçirdiğini anlatıyordu arkadaşına. “Oğlum oralarda Suriyeliler insanları yiyor, videolarda görüyoruz, kurban olayım gitme, önce kendi aileni düşün” diye ikna etmişti çocuğu son anda. Bu “zombi mülteciler” hikayesine kendisi de inanıyordu elbette ama anlatımında başka bir şey de beni rahatsız etti. “Ben oğlumu tanırım, nasıl evinde tutacağımı bilirim, benim yavrum beni dinler,” övüncü. Çok minnoş yüzlü, iyi görünümlü bir kadındı üstelik. Elleriyle enkaz kazan Suriyelilerin ve “Arap olduğumuzu anlarlarsa bizi çıkarmazlar diye korktuk, bağıramadık yalnızca ses çıkardık” diyen “normal” vatandaşların hikayeleri her yerdeyken buna inanmayı tercih ediyordu. Çünkü “aile” her şeyin önünde gelirdi. Her biri başka ailelerin evlatları olan başka insanların acılarının da. “Herkes kendini kurtarır olan yine sana olur,” diyordu, “olaylara karışma” diyordu, hayatında belki ilk kez dünya harcına ufak da olsa gerçek bir katkı yapmaya niyet etmiş oğluşunu durdurmayı başarmıştı.
“Herkes biliyor” duygumu koruyorum. Bu büyük felaketin, elbette bin yıllık önyargıları kırmasa da, azımsanmayacak denli büyük bir kitlede muktedire ve sorumlulara yönelik büyük bir öfke uyandırdığını biliyoruz, görüyoruz. Pek çok kişi yazdı: Olanın olduğu gibi gitmesine, beterin daha beteri izlediği bu katliamlar antolojisinin kader diye belletilmesine, bu gidişe dur demeye yol açabilecek şeyse, öfkeyi ve kalan umudu örgütlemek. Ki “örgüt”lenmek lafı bile toplumumuzun yarısından çoğunun tüylerini diken diken ettiğinden, dayanışmak, birbirimize sahip çıkmak ve itiraz etmek diyelim. Halkı kendinden ve benzerlerinden başkasını düşünmeye teşvik suçu.
Bugünlerde çokça konuşulan “normalleşme”ye bir başka yazımda daha ayrıntılı değineceğim. 13. günde hala enkazdan sağ çıkanlar varken, ilk günler iyi kullanılsa binlerce hayatın kurtulabileceğini bilmek insanın ruhunu “Çığlık” tablosuna dönüştürüyor, daha ne normalleşmesi… Mecburen rutine dönmek başka şey, normalleşmek başka. İnsanlar günlerdir artık sağlığından umudu kestikleri yakınlıklarını defnedebilme hakkını istiyor. Ortada 1000’den fazla kayıp çocuk olduğu söyleniyor. Çocuk istismarından organ mafyasına çok büyük tehditler altındaki bu çocukların akıbeti belirsizken, 20-60 arası sayıda kimsesiz çocuğun İHH evlerine yerleştirildiği ortaya çıkıyor. Daha Hiranur Vakfı kurucusunun 6 yaşındaki kızını 29 yaşındaki bir adamla evlendirmiş olmasının, yıllardır süren büyük suçun ifşasına dair dehşet atlatılamamışken, kimsesiz depremzede çocukların tarikat ve cemaatlerin kucağına atılması riski doğuyor ve bu yazıda gayet derli toplu anlatıldığı biçimde Diyanet de aynı esnalarda sorulmamış soruya dair fetvasını yapıştırıyor: “Evlat edinen, evlat edindiği çocukla evlenebilir!”
Evlatlık çocuğa dinen “nikah düştüğü”nü, bu nedenle evlat edinmenin haram sayıldığını öğrendiğimde küçük çaplı bir şok geçirmiştim yıllar önce. Depremden günler sonra sağ çıkan bebeklerin “ilahi mucize” olarak sunulduğu, mucizelerle büyük oranda insan yapımı felaketin üstünün örtülmeye çalışıldığı ortamda, sabah akşam ağzından ailenin kutsallığını düşürmeyen devletin din kurumunun aklına ilk gelene bakın! Bunca çocuk kimsesizken daima üremeyi, kan bağını, insanlığın değil neslin devamını önde tutmak zaten insani ölçülere göre başlı başına bir sorun. Elbette insan kendi çocuğuna sahip olmak isteyebilir ama 3-4 çocuk büyütecek imkana sahip aileleri bir de kimsesiz çocuğu evlat edinmeye teşvik yerine bunu düpedüz yasaklamak hangi ahlaka sığıyor? Kimsesiz depremzede çocuklara sahip çıkmak isteyen ailelerin yolları elbette uygun denetlemelerle, kıstaslara uygunlarsa hızla açılmalıyken Diyanet neden alelacele bu açıklamayı yapıyor?
İnsanın bir çocuğu değil, zor şartlarda kendisine sığınmış bir yetişkini bile cinsellik çerçevesinde görmesi, bu konuda rıza üretmesi evrensel ahlaka göre çok yanlış. 6 yaşındaki kız çocuğunu evlenilmeye uygun bulmakla evlatlığı evlattan saymamak, kan bağı haricinde ensesti ve istismarı meşru görmek, aynı zihniyetin ürünü.
Bakım verdiği, büyüttüğü, uzun dönem boyunca kendisine muhtaç herhangi bir canlı da insanın evladı sayılır. Evladı evlat yapan tek şey kan bağıysa, toplum toplum olmaktan çıkar.
Daha önce yazmıştım: En çok kadınlardan, kadın gücünden korkuyorlar. Yetişkin kadının kendi arzusuyla evet ya da hayır diyebilme gücünden. Kadınlar için belirledikleri üç rol var: Anne, hizmetçi, cinsel nesne. Üç türlü de rahatça hükmedebilmek için gözlerini küçük kızlara dikiyorlar. Elbette ki tükenmek bilmez bir açlıkla çocuk ve genç kız bedenleri üstünde, aslında “erkek olmayan” her şey üstünde eril tahakküm kurmak istiyorlar. Sadece dile dökülebilenin korkunç sınırı, kız çocukları.
Bu algı başka tür hesaplarla birleşince işte, ortada kayıp çocuklar varken, sayısız çocuk kimsesiz kalmışken çocuklara dair akla ilk gelenin bu olması kan donduruyor, büyük bir tehlikeye işaret ediyor.
Hukukçulardan akademisyenlere, meslek örgütlerinden kadın örgütlerine ve sıradan, vicdanlı vatandaşa dek geniş bir kitlede büyük tepki uyandıran bu fetvaya dair Diyanet bir açıklama yayınladı. Konunun bağlamından koparılarak çarpıtıldığını söyleyerek fetvanın bir kısmını sitesinden sildi. Yine de böyle bir bağlamın var olabilmesi bile sorun ve temelde anlayışın, konuya dair hükmün bu olduğunu biliyoruz.
Laik bir ülkede çocukları din, örf ve adetler değil yasalar korur. Devletin ve yasanın koruması gereken çocukları tarikatlere, cemaatlere teslim etmeyeceğiz. Çocuk istismarına her cepheden dur diyeceğiz. Yalnızca varsa kendi çocuklarımıza değil, elimizden geldiği ölçüde tüm çocuklara ve birbirimize sahip çıkacağız. Normalleşmeyeceğiz. Acının, ezilenin, zorda olanın, çocukların takipçisi olacağız.