ABD Başkanı Joe Biden’ın, selefi Donald Trump’ın 2018’de çöpe
attığı nükleer anlaşmaya dönmek için AB’den gelen görüşme teklifini
olumlu karşılamasıyla diplomasinin suları ısınıyor.
İran’ın petrol ve bankacılık sektörünü hedef alan Amerikan
yaptırımlarının kaldırılması için tanıdığı süre bugün doluyor. 1
Aralık’ta meclisten geçen yasa gereği yaptırımlar kaldırılmazsa 23
Şubat itibariyle Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'nun (UAEK)
denetimleri kısıtlanacak. Bu denetimler Nükleer Silahların
Yayılmasını Önleme Anlaşması (NPT) Ek Protokolü çerçevesinde
yapılıyor.
2015’te 5+1 grubunun imzaladığı nükleer anlaşmaya (JCPOA) dönüş
için Biden’ın şartı şu: “İran anlaşmaların koşullarını yerine
getirirse ABD de karşılık verecek.”
Trump yaptırımlara dönünce İran da 5 Ocak 2020'de anlaşmadaki
taahhütlerini askıya almıştı. JCPOA’nın izin verdiği yüzde 3.6
oranındaki uranyum zenginleştirmesi seviyesi yüzde 20’ye
çıkartıldı. Şimdi Tahran’dan geri adım bekleniyor. İran ise “Önce
ABD yaptırımlara son vermeli” diyor. Tahran AB’yi de İran’la iş
yapacak firmaları korumaya dönük telafi mekanizmasını
çalıştıramadığı için eleştiriyor. İranlıların hesabına göre Trump
yaptırımlarının maliyeti 150 milyar dolar civarında. Geçmişe dönük
yaptırımların toplam maliyeti 1 trilyon doları buluyor. Tahran,
Biden yönetimini İran’ın gıda, ilaç ve korona aşısı ithal etmesini
önleyen azami baskı stratejisini sürdürmekle ve Güney Kore gibi
ülkelerde bloke edilen hesapları serbest bırakmamakla suçluyor.
Taraflar oyunu yeniden başlatacak ama topa ilk vuruşun hangi
noktada yapılacağı büyük mesele. Biden, Trump’ın aksi bir yola
giriyor girmesine de paradoksal olarak selefinin dayattığı kurallar
üzerinden oyuna dönmek istiyor.
Ne var ki İran’ın bu koşullara boyun eğmesi için geliştirilen azami
baskı stratejisi başarılı olamadı. Trump o kadar ileri gitti ki
savaş ilanı dışında Biden’ın üzerine koyabileceği bir şey kalmadı.
O yüzden diyalog kaçınılmaz bir seçenek.
Son 3 yılın stratejisi, İran’ın petrol satışlarını sıfıra indirip
para transferi ve yabancı yatırımları önleyerek ülkeyi ekonomik
olarak çökertme hedefi üzerine kuruluydu. Bu baskılar toplumsal
ayaklanmaları tetikleyecek, bunun sonucunda rejim ya yıkılacak ya
da Trump’ın sıraladığı taleplere boyun eğecekti. İranlıların
değerlendirmelerine bakılırsa ülke en zor dönemi atlattı. Covid
19’un getirdiği ağır yüklere rağmen teslim olmadı. Bu arada
ekonominin petrole bağımlılığını düşürme çabası ivme kazandı.
Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’e göre petrole bağımlılık oranı yüzde
20’ye geriledi. (Ambargo petrol satışlarını düşürdüğü için bu oran
yanıltıcı olabilir.)
İran’ın Irak’taki milis faaliyetlerine son vermesi, Suriye’deki
güçlerini çekmesi, Lübnan’ı kendi haline bırakması, Yemen’deki Husi
direnişini unutması ve İsrail’in güvenliğine zarar getirecek
faaliyetlerini bitirmesi azami baskı siyasetinde ulaşılması gereken
hedeflerdi. Trump’a göre İran bu koşulları kabul ederek masaya
dönecek; yeni nükleer anlaşma balistik füze programının
sonlandırılmasını da içerecekti. İran’ı çok fena hırpaladılar ama
olmadı. Aksine İran talepleri umursamadığını gösteren tutumunu
sürdürdü. Trump’ın gitmeden bir çılgınlığa kalkışma ihtimaline
İran, 15 askeri tatbikatla yanıt verdi. İran’ın kollarını kesme
hedefi de tutmadı: Suriye’de Elbu Kemal-Deyr el Zor hattı başta
olmak üzere İran bağlantılı milis güçleri İsrail’in korsan
saldırıları karşısında daha az görünür hale gelse de varlığını
koruyor. İran-Amerikan kapışmasının ön cephesine dönüşen Irak’ta
daha sarsıcı gelişmeler yaşanıyor: Türkiye’nin olası askeri
müdahalesine karşı bir hamle olarak gelişse de Haşd el Şaabi’nin
Musul ve Şengal taraflarında konuşlanması ABD’ye karşı oyunun bir
parçası. ABD’nin askeri üslenmede ağırlık vermek istediği
Kürdistan’da Amerikan üssüne roket saldırıları da bu oyunun bir
diğer uzantısı. ABD, İran’la uğraştıkça Haşd el Şaabi de Irak’ı
Amerikalılar için güvenli bir yer olmaktan çıkarmaya çalışıyor.
Suriye ile birlikte çöküşe sürüklenen Lübnan’da da hesap tutmadı.
Hizbullah’ı iktidar halkasından çıkartacak ve silahsızlanmasını
sağlayacak bir türbülans için hava basanlar sonuç alamadı. Biden’ın
terör örgütleri listesinden çıkardığı Husiler de yeni roket
atışlarıyla Suudilere “Yemen’i terk et” mesajı vermeye devam
ediyor.
Geçmişte İran’ı çevrelemek için ortaklığına bel bağladıkları
ülkelerle ilişkiler de tatsız. Türkiye, Irak’ta Sünnilerin hamiliği
kartını çarçur ederken dost sayılabilecek Şii gruplar içinde de
yerini tartışmalı hale getirdi. YPG-SDG uzlaşmazlığı yüzünden
Suriye’de de aranan Türk-Amerikan ortaklığı zemin bulamıyor.
Körfez’de Trump’la çok yakın çalışan Suudi Arabistan, BAE ve
Bahreyn gibi ortaklar Biden’a intibak sancısı çekiyor.
Yine de Biden’den sabırsızlıkla bir adım bekleniyor. Biden, Antony
Blinken (Dışişleri Bakanı), Jake Sullivan (Ulusal Güvenlik
Danışmanı), Rob Malley (İran Özel Temsilcisi), Wendy Sherman
(Dışişleri Bakan Yardımcısı) ve Colin Kahl (Savunma Bakan
Yardımcısı) gibi İran konusuna hakim isimlerle yola çıkınca doğrusu
bu kadar oyalanma öngörülmüyordu. Karar vermekte gecikmesi hem
konunun 2015’ten itibaren biraz daha çetrefilli hale gelmesine hem
de Amerikan iç siyasetindeki hassasiyetlere bağlanıyor. Amerikan
basınına bakılırsa Covid-19 paketinin Kongre’de bloke edilmesi ya
da yönetime atanan isimlerin Senato’dan onay alamaması gibi
ihtimaller Biden’ı ağırdan almaya zorluyor. Mesela Senato Dış
İlişkiler Komitesi’nin Demokrat Başkanı Bob Menendez orijinal
anlaşmaya dönülmesine karşı çıkan Cumhuriyetçilerle birlikte
hareket ediyor. Menendez müzakere masasına oturmadan İran’a büyük
bir taviz vermemesi yönünde Biden’ı uyardı.
Biden’ın gecikmesinde bir diğer neden yol haritasının henüz
şekillenmemiş olması. Politico gazetesine göre Biden yönetimi
içinde orijinal anlaşmaya dönüş ile balistik füze programı ve
İran’ın Orta Doğu’daki faaliyetlerini de içeren yeni bir anlaşmayı
müzakere etme konusunda görüş ayrılığı sürüyor. Ayrıca güven inşa
edici geçici bir ara formül de tartışılıyor. Bu seçenek orijinal
anlaşmaya dönmeden bazı yaptırımların kaldırılmasına karşın İran’ın
yüzde 20 zenginleştirme kararından geri adım atmasını içeriyor.
Nihayetinde anlaşmaya dönme seçeneği ağır basıyor ama bunun nasıl
olacağına dair strateji hâlâ muğlak. Ulusal Güvenlik Konseyi’nde
Orta Doğu sorumlusu olan Brett McGurk’un içinde olduğu ekip İran’a
karşı şahin bir duruş istiyor. Jake Sullivan zaman zaman bu çizgiye
kayıyor. Rob Malley orijinal anlaşmaya dönülmesinde ısrarcı. En
belirsizleri büyük koltukta oturan Blinken. İran’ın Biden’ı köşeye
sıkıştırmaya yönelik hamleleri de ekipte kızgınlığa yol
açıyor.
Biden’ın çok fazla seçeneği yok. Her şeyden önce azami baskı
stratejisindeki sonuçsuzluk elini zayıflattı. Halbuki aksi
bekleniyordu. Tek koz mevcut yaptırımlar. Biden da bunları tek
seferde elinden çıkarmak istemiyor. Nükleer anlaşmaya dönmekten
yana olanlar bile yaptırımların hepten kaldırılması yerine
kontrollü bir mekanizma öneriyor.
Biden şimdiye dek Trump’ın eski BM yaptırımlarının tekrar
uygulanmasına imkân veren mekanizmanın (snapback) hayata
geçirilmesi kararını iptal ederek bir göz kırptı. Yanı sıra BM
toplantılarına katılan İranlı yetkilileri New York’a gelmekten men
eden yaptırıma son verdi. Ama Tahran bu küçük adımlara kanmadı.
İran siyaseti tamamen yaptırımların kaldırılması koşuluna
kilitlenmiş durumda. Dün 220 vekil aralıkta çıkarılan yasanın
uygulanması çağrısını yineledi.
İran siyasetinin ağır topları ta başından Batılılarla müzakereye
girmenin hata olduğunu düşünüyor. Ayrıca nükleer silah üretilmese
bile bunu yapacak kapasiteye ulaşılması halinde oluşacak caydırıcı
denge sayesinde tüm gerilimlerin sona ereceğini düşünenler var.
Elbette bu İran’ın resmi ve dini pozisyonuna ters bir önerme. Yine
de kritik bir dönemde bunu dillendirenler çıkabiliyor.
Şimdi bir umut hazirandaki seçimlere giderken yaptırımlar kalkarsa
müzakereci kanadın önü açılabilir. Seçim Ruhani-Zarif çizgisini
beyhude gören radikal muhafazakârların zaferiyle sonuçlanırsa
Tahran cephesinde daha da çetinleşecek. O vakit olası pazarlık
konuları da daralacak. Tahran’daki dengelere oynayan bir strateji
geliştiriliyorsa Biden’dan hazirana kadar bazı adımlar
beklenebilir. Tabii bu arada İsrail gibi aktörlerden çatışmayı
kızıştırıcı hamleler gelmezse. Ayrıca İran’ın yüzde 20 seviyesinde
uranyum stokuna öngörülenden daha kısa sürede ulaşması karar vermek
için zamanın daraldığını gösteriyor.
Bütün bir kavga Tahran’dan davranışlarını değiştirmesi beklentisine
endeksli. Belki ABD’nin Orta Doğu siyasetindeki açmazları da bu
tartışmaya dahil etmek gerekiyor. Senatör Chris Murphy 19 Şubat’ta
Foreign Affairs’e “Amerika’nın Orta Doğu Politikası Modası Geçmiş
ve Tehlikeli” başlıklı bir yazı kaleme aldı. “Son 20 yılda Körfez'e
ABD üsleri ve silahları yığarak çatışmaları körükledik ve
otokratları güçlendirdik” diyen Murphy, Amerikan dış politikasını
değiştirmenin vaktinin geldiğini söylüyor. “Petrole karşılık
güvenlik” doktrini üzerine kurulan Amerikan siyasetinin, çıkarlar
değişirken aynen korunmasının mantığını sorguluyor. Askeri
müdahalelerle siyasi hedeflere ulaşma çabasını kibirli bir özgüvene
bağlıyor; Orta Doğu maceralarının sürekli savaşları körüklediğini
hatırlatıyor.
Üzerinde durulmaya değer bir yazı.
Durumun ne kadar patolojik olduğunu anlamak için İran’a karşı
konuşlanmış üsleri saymak yeterli olabilir.