'Nükleerde mesele enerji değil, silah üretmektir'
Çeyrek asırdan uzun bir zamandır nükleer karşıtı hareketin aktif olarak içinde yer alan Timur Danış, yaklaşık bir yıl önce Suadiye'de 'kitap sokağı' kurdu. 'Akkuyu'dayım, geleceğim' diye not bıraktığı sokağında nükleer enerjiyi, kendisinin binlerce kilometrelik anti-nükleer yürüyüşlerini ve son Akkuyu 'ziyaretinde' yaşadıklarını konuştuk.
DUVAR - Timur Danış'ı bilenler bilir; ama ben onlardan değildim. Türkiye'deki nükleer karşıtı hareketin önemli isimlerinden ve hareket için Türkiye ve Avrupa'da uzun yürüyüşler gerçekleştiren birisi. Onunla yolumuzun kesişmesini sağlayan şey Suadiye camisinin duvarı ile tren yolu arasında kurduğu “Kitap Sokağı” oldu.
Yaklaşık bir yıl evvel Timur Danış'ın Karaköy'deki evini boşaltan kiracıları, arkalarında yüklü miktarda kitap bırakırlar. Timur Danış da bunları alır ve çok yakın bir zaman öncesine kadar varlığını sürdüren ve şu an bulunduğu yere gelmesini sağlayan Kitap Kafe'ye getirir. Kafenin sahibini tanımanın verdiği avantajla kendine bir yer edinip kitaplarını satmaya başlar. Sonra kafede duran ve ilgilenilmeyen kitaplar da bu işe karışır. Ama asıl iş, mahallelinin Timur Bey'e sürekli olarak kitap getirmesiyle oturur.
AKKUYU'DA PUTİN'LE RANDEVU!
Birkaç gün önce Timur Danış tezgahının üstüne “Akkuyu'dayım, geleceğim” diye bir karton bırakıp yola düşer. Onunla konuştuğumuz gün Akkuyu'dan döndüğünün ertesi günüydü. Söylediğine göre Putin daha önce sözleştikleri halde Timur Bey'le randevusuna gelmemiş, Akkuyu'da temeli atılan nükleer santral törenine Ankara'dan katılmıştı. Kendisine hemen “Nasıl geçti Akkuyu?” diye sordum.
“Akkuyu müthiş geçti. Uzun zamandır bu kadar atak bir eylem de yapılmamıştı,” diye anlatmaya başladı Timur Bey ve devam etti:
“Orada temel atılırken, orada tepki vermek anlamlı diye düşündük. Son dakikada telefon görüşmeleriyle Mersin NKP yürütmesi, Tabipler Odası, KESK, Halkevi, EMEP, Dersimliler Derneği, HDK ve Mersin Emek Demokrasi Platformunun bileşeni kurumlar olarak Akkuya'ya gitmeyi ayarladık. Mersin'deki Emek Demokrasi Platformu bir otobüs tuttu. Mersin'de bir parkta buluştuk ve hemen polis durdurdu. Orada kritik olan şu: Polis bir valilik emri çıkarıp gösterdi. Akkuyu'ya her türlü gidişi yasaklıyor. Bunu çok net biçimde tarif etmiş: Çadır kurmak, yürümek, gezmek, piknik yapmak, grup halinde ilerlemek vs. Bir tek denize girmek yasak değil.
“Bunları tartışırken polisle, içimizden bir kadın arkadaşımız çantasından mayosunu çıkardı ve 'ben denize gireceğim' dedi. Polis şaşırdı. O esnada ben de araya girip 'Putin'le randevum var' diye biraz karıştırdım. Biz ön tarafta cebelleşirken o esnada arkadaşımız yürümeye başladı. Bazen bir şey olur, hesaplayamazsınız ama bu arkadan da desteklenir eylemlerde bir tür kitle baskısıyla yolu açarsınız.
“Ondan sonra tam benim tarzım başladı. 'Hadi yürüyelim' dedim. Mersin'in içinde yürümeye başladık. Bizim kiraladığımız aracın bağlandığını öğrendik filan. Yoldayken bir otobüse atladık, belediye otobüsü. Tece mahallesine gidiyor. Mersin'i baştan başa geçen bir araç. Orayı bilmenin avantajı, “hemen atlayalım, hiç değilse şehri aşarız” dedim. Otobüse atladık ama akabinde polis durdurdu; işte kimlik kontrolü filan. Ve ondan tam 8 saat böyle geçti. Biraz gidiyoruz, duruyoruz. Öyle bir hal aldı ki bu gidişat, artık otobüsteki insanlarla da kaynaştık. Otobüsü kaçırıp propaganda yapsan bu kadar etkili olmazdı.
“Artık sona gelmişiz. Otobüs yine durakta durdu. Yaşlı bir kadın binecek. Artık biz 'binme teyze, durduracaklar arabayı' filan demeye kalmadan teyze kartı basınca herkesi aldı bir gülme. Neyse ki bir daha durmadık ama şoförün bir gidişi vardı, görmelisin. Bütün günün acısını çıkarırcasına. Bizim sabah 9'da başlayan yolculuğumuz akşam 7'de bitmiş oldu böylece.
'BU NE KORKU?'
“Taşucu'na geldik. Biraz yorgunluk attık filan hemen toplandık. 'Taşucu'na geldik ama Akkuyu orada. Buraya kadar gelmişken devam edelim,' dedik. Taşucu'ndan sonra yerleşimler azalır, kırsal bir bölge başlar. Polis yolu kestiyse ne yaparız, şu olursa ne olur diye düşünerek devam ettik yola. Ama esas 'kesmezlerse ne yaparız'ı konuştuk. Yürüyüşe başladık ve biraz sonra polis engeliyle karşılaştık.
“Bizim kimliklerimiz aldılar, bir süre vermediler. Ayaküstü gözaltı; kalkanlar, plastikler filan. Epey bir bekledik ve tam kimliklerimizi geri alırken sirenler filan derken temel atma töreninden dönen resmi zevat geçip gitti önümüzden. Tüm bu engellemenin amacı bizi o heyetle karşılaştırmamak, göstermemekmiş. Sonuç olarak bununla ilgili söylenen şu laf hep kulağımda kaldı: Ya bu ne korku? 20 tane adam sana ne yapacak?”
'ASIL ENERJİ GIDADIR'
Timur Danış, “gelinen noktada resmi, kurumsal yapıları olan durumlarla bu işin çözülemeyeceği dün iyice ortaya çıktı. Yani işlemiyor; basın açıklaması yapmakla filan olmuyor,” diyor. Nükleer konusunda çeyrek asırdan fazla mücadele eden, Nükleer Karşıtı Platform'un kurucularından olan ve hem Avrupa'da hem Türkiye'de binlerce kilometrelik anti-nükleer yürüyüşler düzenleyen Timur Danış'ın nükleer konusunda temel aldığı iki durum söz konusu:
“Benim bildiğim iki şey var bu konuda. Birincisi, nükleer maceranın en yüksek olduğu 1950-60 döneminde, 2000 yılına kadar 4 bin nükleer santral yapılması öngörülüyordu. Projeksiyon böyle yapıldı. Oysa, 2000 yılında kadar 475 reaktör yapılabildi toplamda. Yani olmadı. İkincisi, nükleer meselenin elektrik enerjisi üretmekle bir ilgisi yoktur; nükleer silah yapmakla bir ilgisi vardır. Ve bu çalışma yapılırken o tesis ısı üretir. Başka atıklarla birlikte üretir bunu. Isı da bir atıktır. Halbuki ben meyvelerden, sebzelerden ısınmayı bilirim.
“Artvin'de bir toplantı yaparken kafamıza dut yağıyordu. Türkiye aslında bir meyve cenneti. Asıl enerji gıdadır. “Sizin alternatifiniz ne?” diye soruyorlar. Bu işte. Köye gittim mesela. Soruyorlar, beğendin mi, beğendim; kalacak mısın, kalacağım; odunun var mı, var. Orada odun, başka yerde tezek. Enerjiyi santralize etmeye gerek yok yani.
'BURADA NÜKLEER TOPLUMUN DA TEMELİ ATILIYOR'
“Nükleerde mesele şu: Enerjiyi santralize ederek gücü santralize ediyorsun. Elektriği, uranyumu, termikte kömürü, petrolü alıyorsun, bunu güç oluşturmada kullanıyorsun. Bununla da iktidar oluyorsun. Bugün enerjiyi yönetenler, aynı zamanda dünyayı yönetenler. Ve en tepede de nükleer enerji var.
“Aslında gelişmiş ülkeler korku toplumlarıdır. Radyasyon korkusudur bu. Ektiklerini biçerler, lanetli bir üründür bu. Bugün burada da bir nükleer topluma hazırlık yapıyorlar; çıkmayacaksın, gitmeyeceksin, gelmeyeceksin... Çünkü arkasında bir radyoaktiflik var. Bu radyoaktifliğin korkusu üzerinden bir toplum kuruyorlar.
“Akkuyu'da sırtında kürekle gezen Mustafa Amca vardır, Saka Mustafa. O su işlerinden sorumludur. Gider su kanallarını ihtiyaca göre düzenler, suyu bölüştürür. Ve o hep aşağıdan bu tarafa tuzlu suyun geldiğini görür. Bu ne demektir? Geçirgen, elek gibidir aşağısı. Bir depremle yerle bir olur. Ama orada deprem olmayacağının da raporunu yazdılar.
“Sonuçta karşımızda sınırsız parası ve gücü olan bir yapı var. Yalan üretmekte zorlanmıyorlar. Krizde olan nükleer enerji sektörüne yeniden nasıl ivme kazandırılır, onun derdindeler. Akkuyu bu anlamda onlar için çok önemli bir aşama.”
TİMUR DANIŞ'IN 'KARGA'SI
Peki, Timur Danış nasıl oldu da böyle bir hayatın içinde oldu? “Çocuklukta aldığım pozitif etkiler beni bırakmamış,” diyor Danış ve devam ediyor: “Kasabada büyüdüm. Orada zaman geçmez. Çocukluğumdan itibaren zamanı delme çabaları vardı. Ama başta ağabeylerimden etkilendim.
“68'de iki ağabeyim de ODTÜ'de okuyordu. Ben de ilkokul 4'e gidiyorum. Babam doktor olduğundan biz o dönem Adapazarı'nda Akyazı kasabasındayız. Onlar eve bir heyecan getiriyorlardı. Aynı evden iki çocuk ODTÜ'de okuyor, o çok büyük bir zenginlik. Onlar eve geldi mi babam da annem de heyecanlanırdı, tartışmalarla ev canlanırdı. O zaman onların Karga dergisini gördüm. Ondan sonra hep 'gazeteci olacağım' dedim. Bütün o kalın kitapların arasından teksir kağıdına basılmış bir karga kafasını uzatıyor. Bu benim derdimi o kadar iyi anlatıyordu ki.
“Yıllar geçtikçe bunu hiç unutmadım. 80 darbesine kadar tiyatro, sanat, edebiyatla uğraştığım, şiir ödülü aldığım bir dönem var. Bir yandan da politik hareketin içindeyim. 12 Eylül'le beraber kesintiye uğradı. Ondan sonra bir beş senelik iş hayatım oldu; ceketli kravatlı. Türkiye'nin en büyük et ihracat şirketinin genel müdürü oldum bir günde. Çünkü sahibi dayımdı.
“Şirkette çalıştığım dönem çok daralıyordum. Vardır ya hani klasik, her şeyi bırakıp dağ başına yerleşeceğim. 68'de ağabeyim İngiltere'ye otostopla gitti. Evde bir otostop konusu vardı hep bu nedenle. Ben de onun etkisiyle bir gün evden kaçıp 14 yaşındayken otostopla Marmaris'e gittim. Oraya varınca da ürktüm. Baktım kalacak yer filan yok, otel sordum bir, iki çok pahalı geldi. Hani gece olur da sokakta kalırım korkusuyla ürperirsiniz ya, o hisle bir otobüse binip aynı gün geri eve döndüm.
“Yine aynı dönemlerde bir gün gazetede Avrupa'yı otostopla gezen bir kadının söyleşini okudum. Sadun Bora'nın dünya turundan cesaret aldım. Şirket döneminde de kıyıları yürümeyi hayal ediyordum. Şirketten ayrılınca da 2 senede kıyıları yürüdüm. O dönemde de 10 sayı Karga dergisini çıkardım.
ÜÇ YIL BOYUNCA ANTİ-NÜKLEER YÜRÜYÜŞ
“O yürüdüğüm yıllar biraz popüler oldum. Nokta dergisi röportaj yaptı, Tempo kapağına koydu 'Yürüyen adam' diye, Cumhuriyet kapak yaptı. Sonrasında 'çevrecilerle' etkileşimim oldu. 'Kuş cenneti cehennem olmasın' diye Bandırma'ya yürüyüş yaptım. Oradan çevre hareketini tanıdım, Avrupa'daki yeşil hareketi tanıdım. Sonrasında o tanınmışlıkla beraber gazetecilerle iletişimim başladı. Nokta'da ciddi bir gazetecilik deneyimim oldu.
“93'te İstanbul-Ankara arası yürüdüm. 94'te Büyük Türkiye yürüyüşüne çıktım. İstanbul, Sinop, Akkuyu, İzmir, İstanbul; 4 bin kilometre. Onun arkasından 95'te de Avrupa uzun yürüyüşü geldi. Üç sene üst üste anti-nükleer yürüyüşlere çıktım. Oradan dönüşte de Git dergisi başladı. Onun için de Sinop-Akkuyu yürüyüşü yaptım 45 gün.”
Ve sonunda Timur Danış, hâlâ gelecek bir telefonla anında harekete geçmeye hazır olsa da, kitap sokağında tüm bunlardan bağımsız, çocukluğunda delmeye çalıştığı kasaba durgunluğuna yeniden kavuşmuş. Üstelik bu kez onu delmeye de çalışmıyor. “Yürüyüşe başlamam biraz da boşunalık duygusunu yenmekle alakalıydı,” diyen Danış, “Kitap sokağında boşluğa düşecek bir zaman olmuyor. Burada sürekli yapacak bir şey var. Hiçbir şey yoksa kitap okumak var. Uzun bir süre sonra yeniden okumaya başladım,” diyor.
Timur Danış'ın her daim kaynayan çayı, taze simidi, peyniri, zeytini de kitaplar kadar kurduğu sokağın demirbaşı. Şansıma gittiğim gün Akkuyu'dan getirmiş oldu ekmeği yedik. İstanbul'da bulunmayacak bir lezzeti vardı. Kurulması muhtemel nükleer santral bu güzel ekmeğimizi zehir edecek...