Nur topu gibi bir Z Kuşağı

Bunu seveceksin, bundan nefret edeceksin, bunu ise sevmekle kalmayıp sevmeyen birine rastladığında derhal cephe alacaksın dedik. Böyle kapalı bir eğitim modelinde nur topu gibi bir Z kuşağımız oldu.

Abone ol

Z kuşağı geliyor dediler. Henüz gelmeden onlardan övgüyle bahsettiler, diğerlerine benzemeyecek farklı olacaklar dediler. Bunlar 21. yüzyılın çocukları, 21. yüzyıla yakışır becerilere sahip olacak, 21. yüzyıla yakışan kişilik özellikleriyle donanmış olacaklar dediler.

Büyük umutlar besledik. Demokrat, özgürlük sevdalısı, evrensel insan haklarına inanan, bunu yaşam biçimi haline getiren, farklılıklara kucak aşan bir nesil bekledik.

Beklediğimizle kaldık, tur bindirmesini beklediğimiz nesilleri mumla aratan bir jenerasyonla karşılaştık!

Şimdi ise bu yüksek beklentiler ne kadar gerçekçiydi onu sorgulamanın zamanı.

Objektif bir bakış açısıyla durumu değerlendirdiğimizde aslında bunların daha baştan beri çok da rasyonel olmayan beklentiler olduğunu acı da olsa itiraf etmek zorunda kalıyoruz.

Sebebine gelince…

Z kuşağından ya da beklentilerin yüksek olduğu herhangi bir kuşaktan beklenen üst düzey bir fiziksel yapıya sahip olmaları değildi. Daha güçlü bir karaktere, kendilerinden öncekilere nazaran ileri düzeyde kişilik özelliklerine sahip olmalarıydı.

Kişisel özelliklere yönelik bu beklentilerin oturduğumuz yerden sadece güzel temennilerde bulunarak gerçekleşmeyeceği ise pekâlâ belliydi. Dolayısıyla temennilerimizin karşılık bulabilmesi adına ihtiyaç duydukları ortamı onlara sağlayabilmeliydik ama yapmadık. Elimizi taşın altına koymadan güzel günler, fevkalade jenerasyonlar bekledik ve hayal kırıklığına uğradık.

Ne yapabilirdik? Ne yapılmalıydı? Kimler yapmalıydı? Niçin yapılmadı?

Bireyin karakter eğitiminin önemli bir kısmı ailede gerçekleşiyor. Ne var ki arzu ettiğimiz; eleştirel düşünme, sorgulama, empati becerisi, demokratik tutum vb. özellikleri çocuklarına aşılayabilmeleri için ebeveynlerin kendileri de bu özelliklere sahip olmaları gerekiyor ki zaten toplum olarak böyle bir seviyede bulunsaydık Z kuşağını dört gözle bekliyor olmazdık.

O yüzden aileyi geçelim, asıl odaklanılması gereken yeri, eğitim sistemimizi değerlendirmeye çalışalım, müfredatlarımızın bu konudaki performansını masaya yatıralım.  

Umutla beklenen jenerasyonu yetiştirebilme adına eğitim sistemimizin dolayısıyla karar alıcıların, müfredatları geliştirenlerin yapmaları gerekenler nelerdi?

Bu sorunun oldukça uzun bir cevabı olacağından daha pratik bir yola başvurabilir, ne yapılması gerektiğindense ne yapılmaması gerektiği üzerine tartışabiliriz.  

Mesela; kalıplara sıkışmış, çocuğa seçme şansı tanımayan, farklılıkları köşe bucak saklayan, düşüncelere ket vurulan bir müfredatla çocuklarımızı yetiştirmede ısrar edilmeyebilirdi.

Edildi mi peki?

Evet, edildi. Hem de nasıl!

Çocuklarımız okula adım attıkları günden itibaren bir kişiyi, Atatürk’ü sevmeye, ona hayranlık duymaya, sevmeyenlere nefret beslemeye mecbur bırakıldılar. Karakterlerinin henüz şekillenmeye başladığı bu yıllar aynı zamanda tercih hakkına sahip olmadan bir kişiyi delicesine sevmeleri gerektiği fikrinin yüzlerine mütemadiyen boca edildiği yıllara denk geldi.

Eğitim hayatlarının henüz ilk safhasından itibaren kendi fikirleriyle değil başkalarının onların önüne koyduğu fikirlerle düşünmeyi öğrendiler. Eleştirel düşünme, merak duyma, sorgulama becerilerini geliştirebilecek bir ortama sahip olmadılar, evden bu becerilerle gelen arkadaşlarının dahi haklarının gasp edildiğine şahit oldular, düşüncelere ket vurulduğunu gördüler ve özgür düşünmenin doğru bir davranış olmadığına tam kanaat getirdiler.

Böylesi baskıcı bir formatta başlayan eğitim süreci ilerleyen yıllarda herhangi bir değişime uğradı mı peki?

Tabii ki hayır!

Her zaman haklı, adil ve mükemmel olanın biz; haksız, kötü ve zalim olanın diğerleri olduğunu öğrenerek eğitim hayatlarına devam ettiler.

Örneğin…

Tüm ülkelerin olduğu gibi bizim de geçmişimizde gerek toplum olarak gerekse devlet eliyle işlemiş olduğumuz günahlar var. Bunları çocuklarımıza öğreterek kendi kültürlerine daha objektif bir bakış açısıyla yaklaşmalarını dolayısıyla geçmişten ders alıp benzer hataları tekrarlamamalarını amaçladık mı?

Bir kez daha hayır!

Onun yerine ne mi yaptık?

Günahlarımızı saklamayı, saklayabilmenin mümkün olmadığı durumlarda ise en zalimce davranışlarımızı dahi çikolatalı sosa bulayıp öylece önlerine koymayı yeğledik. Milyonlarca Ermeni’nin binlerce yıldır yaşadıkları topraklardan sürülmelerinin dahi mantıklı gerekçeleri olabileceğini öğrettik.

Düşündürtmedik, eleştirtmedik. Sorgulatmadık.

Bir an olsun özgürlüğün tadına varabilmelerine müsaade etmedik.

Bunu seveceksin, bundan nefret edeceksin, bunu ise sevmekle kalmayacak sevmeyen birilerine rastladığında derhal cephe alacaksın dedik.

Teknoloji ve internet çağında böylesi kapalı bir eğitim modelini işe koşabilmek kolay değildi ama biz başardık ve nur topu gibi bir Z kuşağımız oldu.

Şimdi ise tanımlayamadığı her farklılığa düşmanca yaklaşan, kendine ait fikirleri özgürce ifade etmek isteyip yanlış olarak değerlendirdiği fikirlerin sahiplerini demir parmaklıklar arasına göndermek isteyen, göçmen düşmanlığından başka hiçbir politikası olmayan bir siyasiyi idol edinen, insanların Atatürk’ü daha fazla sevmesi ve andımızın geri gelmesi gayesiyle yaşayan, vatan sevdalısı olduğunu iddia edip Avrupa’da yaşama hayaliyle yanıp tutuşan bir jenerasyonumuz var.

Böyle eğitime böyle nesil.

Gözümüz aydın…