El-Nusra Cephesi’nin “yaşamöyküsü”ne devam ediyoruz. Geçen bölümde, örgütün El-Kaide’nin Suriye kolu olarak sınıflandırılmaktan kurtulmak için ittifak-koalisyon şemsiyeleri oluşturup altında kendini saklama gayretlerini görmüştük. Ve örgüt İdlib’de kesin hakimiyeti sağladıktan az sonra, bölgeye TSK gelmişti.
Nusra’cıların bütün gayretlerine rağmen, “El-Kaide’yle ilişkimiz yok, terörist değiliz!” duyuruları inandırıcı olamadı, Rusya uçakları tarafından bombalanma tehlikesini ortadan kaldıramadı. Astana (Ekim 2017) ve Soçi (Eylül 2018) anlaşmalarıyla İdlib’deki bilumum “teröristleri” zaptürapt altına alma taahhüdü veren Türkiye’nin insafına kaldılar. Ankara’nın İdlib’e asker sokma kararından ötürü TSK ile savaşma ya da anlaşma seçenekleriyle karşı karşıya kalınca, mecburen ikincisini seçtiler.
Heyet Tahrir el-Şam’ın sözcülerinden Muhammed Nazzal (Ebu Hattab el-Makdisi), “Türkiye’nin sınırdan girerek yapacağı bir işgal harekâtını uzun bir savunma hattıyla karşılamanın askerî bakımdan mânâsı olacağını düşünen, yanılgı içindedir,” diye açıkladı, örgüt yöneticilerinin düşüncesini. “Bu savunma hattı da [direnişin] bir parçası olur, ama esas büyük, güçlü ve daha önemli kısım, kurtarılmış bölgelerin içerisinde olacaktır. Öyle bir durumda [esas yapılacak iş] budur. Allah saklasın…”
'CANIM, BİZ İZİN VERDİK DE GİRDİLER!'
“Allah saklasın”ı örgüte anlatmaları kolay olmadı. TSK’ya pürüz çıkarmadan, cömertçe alan açma politikasını hazmettirebilmek ve boyun eğmiş görünmemek için, öndegelen birtakım adamları mecburen atıp tuttular.
2017 sonbaharında, TSK askerî varlığının İdlib’e yayılacağı anlaşıldığında, El-Kaide’ci din âlimlerinden Ebu el-Fetih El-Fergali, Ankara’nın kendilerinden Efrin’deki “ateist gruplara” karşı üç yerde mevzi oluşturmak için izin istediğini, kendilerinin de, “mücahitlerin geçmekte olduğu dönemin gerekleri”ni gözeterek bu izni verdiklerini iddia etti. El-Fergali, İdlib’de “Allah'ın kanunlarının belirleyici olduğunu”, burada kimsenin “denetimi ele almaya kalkamayacağını” ileri sürdü.
Muhammed Nazzal da, Ankara’nın, Rusya ile yaptığı anlaşmaya dayanarak değil, HTŞ’nin gösterdiği anlayış sayesinde İdlib’de askerî mevziler (“gözlem noktaları”) kurmakta olduğu izlenimi yaratıyordu: “Açıklıkla kaleme alınmış bir anlaşmanın parçası olarak, Türklere şu Kürt milislerine karşı üç askerî mevzi vermekle, burayı topyekûn istila etmeleri aynı şey mi?” Nazzal, Türkiye’ye tanıdıkları imkânın “kimilerinin öyle göstermeye çalıştığı gibi Astana Anlaşması’nın sahada uygulanması” olmadığını ileri sürüyordu.
Üç askerî mevzi, tam da Türkiye-Rusya-İran arasındaki anlaşmalara uygun olarak, zamanla on ikiye çıkacak, İdlib’in büyük kısmını saracak, örgüt saflarından yüksek sesle itiraz işitilmeyecekti.
'İSTESEK ÇIKARIRIZ'
HTŞ kendini öbür cihatçı örgütlerden ayırt etmeye özen gösteriyordu. Nazzal şöyle soruyordu: “Hiç Astana’ya ve Cenevre’ye gidip, oturup, pazarlıklar yapıp imzalar atan, mevzilerinin yerlerini gösteren haritaları ve koordinatları verenle, yurtdışındaki bu toplantı ve konferanslarda ürettikleri şeylerin yolaçtığı zararları asgarîye indirmeye çabalayan Heyet [Tahrir el-Şam] bir olur mu?”
Muhammed Nazzal, Ankara ile vardıkları anlaşmanın kendileri açısından can alıcı kısmını şöyle tarif etmişti: “Türklerin, bulundukları bölgeleri denetim altına almamaları, herhangi bir köy veya şehrin yönetimine karışmamaları”. Bu gerçekçiydi, Ankara buna büyük ölçüde uyuyor. Ancak Nazzal’ın “koşullar”ı sıralarken sarf ettiği bazı ifadeler, olsa olsa fantastikti: “bizim [Türklerin] üzerindeki mutlak hakimiyetimiz, herhangi bir zamanda onları buradan çıkaracak güce sahip olmamız…”
Sözcüsüne bakılırsa HTŞ’ye göre, “Astana Planı’nın uygulayıcısı olarak Türkiye’nin askerî varlığıyla bütün İdlib’e yayılması” halinde “devrimin sonu” gelirdi.
TSK gücünün açık üstünlüğüne karşı zafer ihtimalinin küçüklüğü bir yandan, Ankara ile de arayı bozarlarsa Rusya’nın gözlerinin yaşına bakmadan bombardımana başlaması ihtimalinin büyüklüğü öbür yandan, örgütü sıkıştırdı. İçeriden gelen basınç da örgütten parçalar kopmasına yolaçtı.
EL-KAİDE İLE İLİŞKİ YİNE GÜNCEL MESELE
Huras el-Din gibi radikal gruplar, El-Kaide’ye biattan vazgeçmeyeceklerini ilan edip ayrıldılar. El-Kaide’ye ve Taliban’a biatlı Asyalı militanlar, isyan etmediler, ama El-Kaide’ci eski yoldaşlarıyla çatışmayı reddettiler. Savaşmak üzere geldikleri ülkede siyasî uzlaşmalarla kendilerine kalıcı yer açmaları pek zayıf ihtimal olduğundan, bu militanların HTŞ genel çizgisinden kopup, başka radikallerle birleşip bir nevi “ölümüne savaş” tutumunu benimsemeleri mümkün.
Ankara’nın İdlib’deki etkinliği yer yer hegemonya olarak adlandırılabilir. Doğrudan denetleyebildiği, komuta edebildiği, yönlendirebildiği ciddî bir savaşçı kitlesi var. HTŞ’yi bile ılımlı, uzlaşmacı bulup ayrı baş çeken El-Kaidecileri hariç tutarsak, İdlib’deki grupların zamanla -Rusya hava bombardımanları tehlikesinden tamamen kurtuldukları- bir uzlaşma zeminine çekilmeleri hedeflenecektir. Mümkün mü? Zor.
Nureddin Zengi hareketi HTŞ’den koptu, Ahrar el-Şam ile birlikte Suriye Kurtuluş Cephesi’ni meydana getirdi. Bunlar, Feylak el-Şam ve bazı ufak örgütlerle biraraya gelip Ulusal Kurtuluş Cephesi’ni oluşturdular. Sonra hepsi Ankara’nın eğittiği, donattığı, beslediği, kumanda ettiği Suriye Millî Ordusu içinde fiilen eridiler. HTŞ’nin, egemenlik alanı İdlib’de inisiyatifi Ankara’ya kaptırdığı belli olunca, kurnaz Colani takım elbiselerle sivil siyasetçi adayı pozlarında ortaya çıkmaya başladı. Nusra’nın kaba kuvvetle sonuç aldığı dönem geride kalmış görünüyor. Colani’nin, kendini sık sık Che Guevara’yla kıyasladığı, Suriye başbakanı olmasına yetecek kadar halk desteğini arkasına toplayabileceğine inandığı söyleniyor. Olabilir mi? Suriye Muhaberat’ı, Rusya jeti, İranlı milis, Hizbullah timi, Haşd el-Şabi militanı, ABD SİHA’sı, intikamcı bir eski Ahrar’cı, hattâ belki Türkiye’nin Halepli bir ajanı, kendi örgütünden, ona artık hain gözüyle bakan keskin bir delikanlı… hiçbiri mi ortadan kaldırmaz onu, seçim için adımını atacağı ilk meydanda?
HTŞ’nin El-Kaide’yle ilişkisi hakkında akılda tutulması gereken olgu şu: Bu örgütün Nusra kökenli militanlarının gözünde El-Kaide asla düşman değil. Aksine. Şu andaki konjonktür, özellikle TSK’nın ağırlığı ve Rusya jetleri tehdidi bütün bu insanları uzlaşmacı tavırlara itiyor. Ancak kafaca üç-beş sene öncesindekinden farklı, durmuş oturmuş, çoluk çocuğa karışmış kimselerden sözetmiyoruz. Yaklaşık on yıldır savaşan, öldüren, büyük vahşetlerin faili, şahidi veya mağduru olan, üstelik canı birkaç taraftan tehlikede olan cihatçılar, bahsettiklerimiz. Devletlerden destek alabilsinler diye bir vakit biat ettikleri El-Kaide ile ilişkilerini kopardıklarını ilan etmişler; o kadar. Dışarıdan gelenlerin dönecek gidecek yeri yok.
SONUÇ OLARAK
Birleşmiş Milletler 14 Mayıs 2012’de, 6388 sayılı kararıyla, El-Nusra’yı terör örgütleri listesine almıştı. Türkiye bunu iki yıl sonra, 2014 Haziran’ında -bakanlar kurulu kararıyla- benimsedi. Altı ay sonra da Rusya aynı kararı aldı. 2018’in 31 Ağustos’unda Ankara’nın Nusra’yı terör örgütleri listesinden çıkardığı yollu haberler ortalığı sarstı. Ancak dışişleri bakanlığı çabuk davranıp karışıklığa son verdi. “DEAŞ ve El-Kaide bağlantılı tüzel kişi, kuruluş ve organizasyonlar” kapsamında listede yeralan “El-Nusra Cephesi” yerine örgütün güncel adı geçirilmişti. Böylece Heyet Tahrir el-Şam da terör örgütü ilan edilmişti. El-Nusra adı, Irak El-Kaide’si ile bağlantısı sebebiyle El-Kaide bağlantılı örgütleri içeren başka listeye alınmıştı.
Yani Nusra, MİT TIR’ları olayı esnasında ABD ve başka bir çok devlet nezdinde, Sedat Peker Türkmenlere destek konvoyları tertiplerken ise artık Ankara’ya göre de resmen “terör örgütü”ydü. Halen çekirdeğinde yeraldığı örgütler koalisyonu HTŞ veya sadece çekirdeği Nusra, El-Kaide merkeziyle yeraltından ilişki yürütüyor mu, eğer böyleyse bu ne düzeyde, nasıl bir ilişki, bunlar merakla üzerine gidilen konular olmaktan çıktı. Suriye’nin El-Kaide’cileri de ayrılıp, mecburen daha güçsüz örgütler kurmaya yöneldiler. Ancak Suriye’nin siyasî geleceğinde yer kapmak amacıyla, sivil siyasetçi kostümü mahiyetinde üzerine geçirdiği takım elbisenin altında Colani silah ve bombalı kemer taşıyor mu, henüz bilinmiyor. Belki artık beyaz gömlekler gönderilebilir kendisine.
--SON--