İktidar propaganda makinesinin uçtaki kesici kısmında vazifeli bir hanım, hiddetle, “YÖK ne yapmak istiyor?” diye sordu, “nereye varmak istiyor” faslına girmeden. “Dün gece bütün öğretim elemanlarına gönderilen yapancı (!) dil barajının yükseltilme isteği ne anlama geliyor? Bu barajı REİS düşürdü. Yeniden yükselterek 28 Şubat’ta ezilen Anadolulu akademisyenlerin önü kesilecek.” İktidarın yakın çıkar çemberindeki zihniyet, ruh hali, insan kalitesi, özlemler ve beklentiler hakkında özlü çıkarımlara imkân veren bu metni tersyüz edip içine dışına bakmak, ruh karartıcı ama verimli faaliyet olur. (Arkasına parantez içi ünlem konmuş şu “yapancı”yı aradan çıkarayım. YÖK yazısında “yabancı” böyle yanlışlı yazılmış. Üniversiteleri idare eden koca kurumun kendi dilini yanlışsız yazma gibi fuzulî işlerle uğraşmasını beklemediğimiz için üzerinde durmuyoruz. Ancak kara propaganda bülteni yazarı hanım durmuş. Birisine bir konuda laf edeceğin zaman başka neresinde açık bulursan oraya da yumruğu indirmeyi öğütleyen yerli-millî düsturlarımıza göre davranmış.)
Akademisyenlerde bugünkünden biraz daha fazla yabancı dil kapasitesi aranmasına şiddetle itiraz eden militan yazarımız, mensubu olduğu davanın ne yollarla savunulduğunu hatmetmiş biri belli ki. Müteakip mesajında, “Dil barajlarını geçenler,” diye haykırdı, “ya batıcı ya fetöcü.” Devamını şöyle getirdi: “Yabancı dil barajı ile yine insanımız doğranıyor. REİS’e rağmen bu yapılıyor üstelik.”
Neresinden girileceğine karar vermenin pek zor olduğu mevzuya bir yerinden dalalım:
- Büyük harfle yazılan “REİS”in artık bütünüyle buyruğu tartışılmaz Führer muamelesi görmesi bekleniyor. “REİS”in herhangi bir alanda aldığı karara o alandan sorumlu devlet kuruluşu dahi karşı gelemez. YÖK buna yeltenmekle suçlanıyor ve “REİS”e şikâyet ediliyor, bizzat onun hışmıyla tehdit ediliyor.
- Dil barajının düşürülmesindeki amaç, “28 Şubat’ta ezilen Anadolulu akademisyenler”in önünü açmakmış. Yani baraj yükselirse önleri kesiliyor, düşerse açılıyor. Yani bu akademisyenler barajı geçecek kadar yabancı dil bilmiyor, kullanamıyorlar. Peki, yürüttükleri kabul edilen mesleği icra edebilmek için bu işi en azından belirli bir derecede yapabilmeleri gerekmiyor mu? Bu önemli değil. Böyle bir soru sormuyoruz.
- Konu üniversitelerdeki öğretimin kalitesiyle ilgiliyken, bunu nasıl sormayabiliyoruz? Yoksa mevzu bu değil mi? Değil. “28 Şubat’ta ezilen” diye tarif edilen akademisyen grubunun konumuyla ilgili. “Bizim elemanlar”la ilgili. Ve dil barajı yükseltilirse bizim elemanların önü kesilecek.
- Eğer “bizim elemanlar”, yükseltilen dil barajını geçecek kadar yabancı dil bilmiyorlarsa ve “REİS”, bu elemanlar geçebilsin diye barajın düşürülmesini emrettiyse, bu durumda öğretim kalitesini umursamıyor, düşmesini göze alarak böyle bir buyruk veriyor demektir, propaganda görevlisi yazara göre. “REİS” üniversitedeki öğretim kalitesini umursamıyor mu gerçekten? Eğer umursamıyorsa bu, üniversiteden yetkin, kalifiye eleman yetiştirmeyi önemsememesi anlamına gelir. Böyle midir? Propagandacımızın mantığını izlersek, böyle olması gerekiyor. Devletin tepesindeki şahıs, üniversite öğrencilerinin doğru dürüst yabancı dil bilen, kendini daha iyi geliştirebilen, bilgisini görgüsünü zenginleştirebilen, dünyada -ve alanında- ne olup bittiğinden haberdar hocalardan ders görmesini umursamaz, sadece “bizim elemanlar”ın yükselip her yere hakim olmasını gözetir, demeye getirmiş mâhut yazar.
- Gelelim sonrasına. Propagandacımız çok net: “Dil barajlarını geçenler ya batıcı ya fetöcü.” Burada birkaç çeşit problemle karşılaşıyoruz. İlki doğrudan ihbarcılık. Çünkü “fetöcü” olmak suç. Basbayağı, “silahlı terör örgütü”yle “iltisak” demek. Bugüne kadar dil barajını geçmiş kim varsa, -tabiî tercihen iktidarın zamanında “fetö” ayakkabısı yalamış mensuplarını emin bir yere saklayıp sakınarak- hepsinin soruşturulması, “iltisaklarının” ortaya dökülmesi, dökülemiyorsa gizli tanıklar icat edilip bunların beyanlarıyla mahkûm edilmeleri gerekir. “Batıcı” olmak şimdiye kadar herhangi bir terör örgütüyle iltisaklandırılmadı. Olsun, onun da günü gelir. Her hâlükârda, bu da, KHK ile okul dışına atılmayı falan getirebilir.
- İhbar cümlesi, yalnız, başka bir mesele daha yaratıyor. Dil barajlarını neden sadece bu ikisi, “fetöcüler” ile “batıcılar” geçebiliyor? Evet, neden? “Bizim elemanlar” niye bu barajları geçemiyor? Daha mı cahiller? Daha mı beceriksizler? Daha mı yeteneksizler? Herhalde koskoca bir insan grubu bütünüyle bu eksikliklerle mâlûl olamaz. O halde? Yoksa iktidarın baştan çıkarıcı menfaat vaatleri yüzünden etrafınıza bir sürü boş beleş tip mi toplandı?
- Propagandacının “elemanlar” hakkında böyle izlenim yaratması ne kadar isabetli, ne kadar haksızlık? Bunu kestiremiyoruz. Ancak bu izlenimi bizzat bu insanlara sahip çıkma iddiasındaki biri yaratınca insan durup kalıyor. İktidara yanaşmış bir akademisyen, yani “bizim elemanlar”dan biri, doğru dürüst çalışırsa ederse, dil barajını niye geçemesin? Bunu anlamak kolay değil. Eğer somutlukla bu kadar uğraşılmıyor da, genel olarak, soyut olarak, ilke olarak, cahil olan kayırılsın gibi bir talep ortaya sürülüyorsa, sanırım bu cehalet tapınmasını tamamı büyük harfli, dediğim dedik REİS düzeni bile zor sindirir. Neysi ki bizler biliyoruz, bu yalnız ve güzel ülkede hiçbir şey soyutta cereyan etmez, ilke uğruna parmak oynatılmaz. Somut şahısların somut menfaatleridir hayatın temel dinamiği.
- Yükseltilen yabancı dil barajı yüzünden “insanımız”ın “doğranması” ifadesindeki edebî tadı teslim etmeliyiz. İnsanın aklına birden çağrışımlar üşüşüyor. Aralarındaki mesafe kayboluyor, virüsler ondan ona, ondan ona hoplayıp zıplıyor. Bu kadar çok virüsün fink attığı yerde akla iyi şey gelmiyor. Bir “kılıç artığı” deyimi, bir de belinde kılıçla minbere çıkmış çakma Şeyhülislâm beliriyor hemen muhayyilede. Allah kelâmı sayılan bütün sözlerin dünyevî iktidarların ayağına serilişini canlandıran cübbeli simge hüviyetinde, minberde durmuş, gerçekleşmesini bizzat imkânsızlaştırdığı hedefine duyduğu ihtiras yüklü hasreti gizleyemeyen ve bu aczi içerisinde kendini saydırmaya çalışan trajikomik emireri geliyor. Sanki birden kılıcını çekecek ve haykırışı kubbeleri dolaşa dolaşa yankılanacak, adaletsizlik ve riyakârlık âlemimizde: “Neyimize lazım ulan bizim, yabancı dil? Kestirtmeyin şimdi kellenizi!”
- YÖK Başkanı çakma din otoritesinin önünde diz çöküp mağfiret dilenir mi? Çünkü bu durumda artık “REİS”in huzuruna çıkamaz. Propagandacımız gösterdi ki, “REİS”in bir maksadı vardır ve kaderi onun iki dudağının arasında olmasına rağmen bu zat, bu maksada aykırı hareket etmiştir. Belki oracıkta boynu vurulacaktır kılıçla. Bu yeni düzende neyin nasıl yürütüleceğini henüz tam bilmiyoruz. Heyhat! Şu işe bakın ki, itaatsizin kellesini kılıçla uçurmak için bile en azından kılıç vurmayı bilmek lazım. Ya bunun için de baraj konursa? Koca kılıcı kaldırıp fiyuuvv diye savurmak ve kelleyi bir anda bedenden ayırmak kolay iş mi? Yolu yordamı var elbet. Ya “bizim elemanlar” bu işte geride kalır ve o barajı da “fetöcüyle batıcı” geçerse? 28 Şubat’ta ezilenin hali nic’olur? Sorarım size!
Mevzular çok, meseleler karmaşık. Lâkin bu karmaşanın pek basit hal çaresi var. Propagandacımız gibilerinin ya asla aklına gelmeyen ya da fıtraten onlara ters bir çare: Sizin elemanlar da doğru dürüst dil öğrensinler, barajları geçsinler, fetöcüyü, batıcıyı geride bıraksınlar. Nasıl?
Olmaz, değil mi? I-ıh. Olmaz. Niye? Çünkü iktidarsan, çalışmazsın. Çalışacaksam ben ne anladım o iktidardan! Değil mi?
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin ucuz-sağlıklı ekmek dağıtmasını engelleyenden üniversite eğitiminin kalitesini gözetmesini bekliyorum. Ben de Batıcı matıcı değil düpedüz şuursuz olmalıyım.
Fetöcü meselesine gelince. Onlar soruları çalıp elemanlarını biryerlere sokuyorlardı, bugünküler bu kadar zahmete bile girmeden her şeye sahip olma peşinde. Evet, en akla gelmeyecek mevzuda bile menfaatinize uygun hadisler bulup çıkarıyorsunuz da, “hep hile yapacaksınız, hep hak yiyeceksiniz” cinsinden bir ulvî laf mevcut olabilir mi yahu, “fetöcü”ye de size de, hepinize yol gösteren? Niye mütemadiyen ahlâksızlık peşindesiniz?