'O HAL’den bu hale gazetecilik
Gazeteci ve yazar Roni Nasır Kaya’nın 'OHAL’de Gazetecilik' isimli belgeseli, Sitav Yayınları tarafından kitap olarak da yayımlandı.
Başak Canda
Günümüzde yaygın ifade ve kapsayıcı özelliğiyle medya, tarihsel süreç içerisinde ise gazetecilik temel bir sütun üzerinde yükselir: Haber ve bilgiye ulaşmak. Başka bir ifadeyle, haber ve bilginin topluma ulaştırılması.
Bu tanımdan hareketle modern gazetecilik nüve olarak öncesinde başlamış olsa da Sanayi Devrimi'nin, sanayi toplumunun, bunların yarattığı sosyal kültürel ortamın içinde doğmuş ve şekillenmiştir. Bunu bir yönüyle binlerce, milyonlarca insanın bir arada yaşamasına yol açan kentleşme olgusuyla tanımlamak yanlış olmaz.
Sanayi Devrimi, makineleşme ve fabrika süreciyle sadece metanın seri üretimini değil, her an birbiriyle iletişim halinde olan toplulukları ve bu toplumsallığa denk düşecek bilgi ve haberleşmenin hızla yayılmasını da koşulladı. Gazetecilik ve habercilik, içine doğduğu tarihsel süreç nedeniyle bir yandan sınıfsal bir karakter kazanırken bir yandan da genel kabul gören etik kurallarla yol almaya çalıştı.
Gazeteci, yazar Roni Nasır Kaya tarafından kaleme alınan 'O HAL’de Gazetecilik' kitabı, özgün bir dönemde gazeteciliğin ve gazetecilerin yaşadıkları ‘özel’ sorunlara ışık tutarken, neyi ifade ettiğini anlamak açısından -tabii ki haberciliğin sınıfsal farklılaşmasını unutmadan, sadece genel gazetecilik etiği açısından bile değerlendirilirse- hem dün (1990’lı yıllarda OHAL gazeteciliği) hem de bugün Türkiye’de gazeteciliğin nasıl ateşten bir gömlek haline geldiği yakıcı bir şekilde anlaşılacaktır.
"Gazetecinin temel görevi, gerçekleri nesnel bir biçimde, çarpıtmadan, sansürlemeden aktarmaktır. Gazeteci, demokratik değerlere ve insan haklarına aykırı yayın yapmamalıdır. Haber, yorum ve görüşler; okur ve izleyicinin yayının niteliğini anlayabilmesini sağlayacak biçimde, açıkça birbirinden ayrılmalıdır" şeklinde özetlenebilecek gazetecilik/habercilik etiği, aynı zamanda Türkiye’de gazeteciliğin en fazla yara aldığı yeri de işaret eder.
Bu durum açık ki Tanzimat'la başlayan, Cumhuriyet'le devam eden, çok partili sisteme geçişle süren ve nihayet 12 Eylül Darbesi'yle yeniden kurumsallaşan gazetecilik göz önüne getirilirse Türkiye’de gazeteciliğin tarihinin 'yaralı' ve 'özüne aykırı' serüvenini de ortaya seriyor. Bu yaralı tarihin zirve yaptığı, beyin ölümünün gerçekleştiği süreçtir 1990’ların OHAL gazeteciliği.
Öyle ki Kanun Hükmünde Kararnamelerle nefessiz bırakılan dönem gazeteciliğinin başına gelecekler, sürecin başında brifinge çağrılan etkili ana akım gazetelerin yayın yönetmenlerine, bizzat OHAL Valisi Hayri Kozakçıoğlu tarafından dikte edilen anlayışla duyurulmuştu.
Kozakçıoğlu, Basın Konseyi’nin davetiyle İstanbul’da gazetecilere bir brifing vermişti. Brifingin asıl amacı gazetecilere nasıl haber yapacaklarını dikte etmekti. Şöyle demişti Kozakçıoğlu özetle: "İsveç Milli Takımı, Türk Milli Takımı’yla maç yapınca Türk Milli Takımı’nı tutmuyor musunuz? Terörle mücadelede de aynen öyle, Türkiye’yi tutacaksınız.''
Mesleği tarafsız olarak gerçekleri topluma duyurmak olan gazetecilere, gazete yöneticilerine, süper yetkilerle donatılmış bir vali, nasıl haber yazacaklarını öğretiyordu. Söylediği çok açıktı: “Taraf olacaksınız!” İşte 90’ların OHAL döneminde başlayıp kökleşen ve günümüz OHAL süreciyle katmerleşen Türkiye medyasında halk ya da toplum adına değil, yönetenler adına taraf olma süreci belki o gün başlamadı ama ilk kez bu denli açık açık ifade edildi ve işlevselleşti.
Bir de OHAL’in diğer tür gazeteciliği vardı. Tüm baskılara, ölüm tehditlerine, tehlikesine rağmen gerçeği tarafsız olarak topluma duyurmak. Ancak bu türün takipçileri ne acı ki sadece resmi kurumların ve Olağanüstü Hal’in Kanun Hükmündeki Kararnameleri ile yasal bir kuşatma altında değildi. Aynı zamanda gayriresmi birçok gücün (Korucular, paramiliter güçler, resmi güçlere yakın yasadışı örgütler vb.) baskısı altındaydılar.
Mesleki açıdan ise iki yönlü bir kuşatma vardı. Haberin özgürce yapılışı ve basımı kadar yayımı da tüm bu baskılardan nasibini alıyordu. Roni Nasır Kaya, 'O HAL’de Gazetecilik' kitabında bu tarihsel sürece bir kesitle ışık tutuyor. Yukarıda belirtiğim gibi Kaya’nın kitabını okurken şu temel yaklaşımı hep göz önünde tutmak gerekiyor. Gazetecilik son tahlilde tarafsızlık ya da doğrudan yan yana taraf olmaktır. 90’ların OHAL Valisi ise haberciliği milli takımı desteklemekle eş bir tarafgirliğe indirgiyor, dayatıyor. Oysa habercilik ve gazetecilik taraf olmak değil, gerçeğe ulaşmak ve açığa çıkarmak için vardı. O tarihten itibaren Türkiye’de yaygın medya doğrudan yana değil sistemden yana taraf oldu. OHAL dönemi gazeteciliği böyle doğdu. Gerçeği aktarmak için sürekli isim değiştirdi, haber dilini bıraktı, kimi gün masal anlattı, kimi gün karikatürlere sığındı. Ama asıl olarak sokakta gerçeği aradı ve yaydı. Bu dönem gazeteciliği sadece OHAL kararnamelerinin kısıtlayıcı, sansürcü uygulamalarıyla değil, sokaklarda kol gezen resmi ve gayri resmi şiddetle boğuşarak yol aldı. Bu yönüyle OHAL gazeteciliği satıra karşı kalemin mücadelesidir.
Diğer yandan bir gazeteyi basmak kadar onun dağıtımı da önemli. O koşullarda hiçbir dağıtım şirketinin dağıtmadığı gazetelerin halka ulaşması büyük sorundu. Bu yüzden Bağlar, Xançepek, Melikahmed bir cümle Diyarbakır ve Van, Hakkâri, Batman, Mardin çocuklarını unutmamak gerek. Haberi yapmak kadar yaymak da önemliydi ve OHAL döneminin gerçek kahraman gazetecileri, dağıtımda gönüllü yer alan çoğu çocuk insanlardı.
Bu tespiti yaptıktan sonra ‘Gazetecilik nedir?’, ‘OHAL dönemi gazeteciliğinin zorlukları nelerdi?" sorusuna cevap verilebilir. Kendisi de o dönem gazetecilik yapan ve bölgeyi yakından tanıyan Kaya’nın değerli çalışmasını bu tarihsel perspektiften okuduğumuzda gerçek anlamını bulacaktır. Aynı adlı belgeselin kitabı olan 'O HAL’de Gazetecilik', aynı zamanda geçmişten günümüze gazetecilerin yaşadıklarını, yaşayanların dilinden aktararak tarihsel bir arşiv niteliğinde. Çünkü 1990’ların en katı kurallarından 2000’li yılların AB üyelik süreci ile 15 Temmuz ve sonrası günümüzdeki gazeteciliğin zorluklarının anlatıldığı çalışmada yer alanlar döneminin tanıkları. Diyarbakır’da Veysi Polat, Faruk Balıkçı, Roza Metina, Van’da Adil Harmancı, Hakkâri Yüksekova’da Necip Çapraz, Iğdır’da Murat Akkuş ve son yıllarda sık sık hakkında davalar açılan Oktay Candemir katılan isimler. Belgeselin çekimlerinin yapıldığı sırada görüşmek istediği gazetecilerin gözaltına alınıp tutuklanmaları tam da içeriğini doğruluyor. Bunlardan biri olan tutuklu gazeteci Dicle Müftüoğlu ile Serdar Altan’ın birer mektubu kitabın sonunda yer alıyor.
Son olarak gazetecilik mesleği dünyanın farklı yerlerinde kendine özgü farklılıklar taşısa da nerede olursanız olun kamuoyunda olup biteni çarpıtmadan, eksiksiz anlatmanın gerekliliği mesleki etiktir. Bu da baştan beri belirttiğim gibi tarafsızlık, doğrudan yana yani toplumdan yana taraf olmak demektir. Türkiye’de de gazetecilik, OHAL veya bu hâl altında doğrudan yana taraf olmayı gerekli kılar. 'O HAL’de Gazetecilik' ile Roni Nasır Kaya, gerçeğin yanında yerini almış.