Sevgili bir dostun söylediği gibi, “Tatlı perşembeler olsun” evvela. Her şey çok güzel olsun. Fakat işte adı üstünde “tatlı perşembe.” Herkes herkesten yorulmuş. Yurttaşın ebedi seçmen olarak altın portresi duvara çakılmış... Söylenecek ne kalmış?
Son bir iki haftadır yazdıklarımla ciddi yazı kotamı da fersah fersah aşmışım zaten. Benim biraz farklı bir okur profilim var üstelik. İki hafta oturup ciddi ciddi yazılar yazmışsam, üçüncü haftaya kalmıyor, paniğe kapılıyorlar. “Canın bir şeye mi sıkıldı Sevilay Hocam, canını yidiğim” filan diye mail yazıyorlar. Bunca dert arasında bir “hafiflik” talebi olarak alıyorum bu mesajları. Hayatın ağır yükünü kuş kanadıyla edebiyata taşıyan Italo Calvino’nun, gelecek bin yıl için altı önerisinden biri “Hafiflik”tir. Öyleyse ben bugün de üzerime hafif bir şeyler alayım kuzum. Hava biraz bozuk...
Buyrun bakalım... Burhan Guzu’yu mu yazacağız, yoksa gara guzu Meghan’dan doğma, Harry of Wales’den olma Sussex bebeğini mi? Bunların Erdoğanistanbul Dükalığı’yla bağını da kuracağız elbet.
Burhan Guzu’nun tivitırda sorduğu rivayet olunan, “Beyin göçü diye bir şey çıkarmışlar, benim beynim neden göçmüyor” sorusu hakkında, insan zaten düzenli aralıklarla yazsa yazar yani. Başka da bir malzeme gerekmez. Bir gün yumurta kırarsın üzerine, bir gün salçalı sos hazırlar, fırına sürersin. Çıtır çıtır yazı çıkar her defasında. Ama bir yandan da kim ne yapsın onun beyin göçünü? Geçmişe mazi, Burhan’a “Guzu” deyip geçeceksin. Fakat geçerken günün felsefi yönelimleri çerçevesinde, varoluşsal bir soru da sormak şart. “Beyninin göçmediğinden bir insan nasıl emin olabilir?” Burhan Guzu Beyamca bunu da açıklasın. “Beyamca” dedim ama belki de böyle anılacak kadar bir yaşı yoktur da kendisi biraz erken göçmüştür. Ayy göçmek de nereden çıktı? Allah gecinden versin. “Erken çökmüştür” diyecektim.
Şimdi varoluşçuluk demişken, “Elleşmeyeyim yazıktır, karabatak Şahan Gökbakar kafayı nihayet pustuğu yerden çıkarıp vurmuş buna zaten” dediğim, AKP yavuz genel başkan yardımcısı Ali İhsan da aklıma gelmiyor değil. Geliyor, ne yapacaksın?
Bizim dolaştığımız medya ortamlarında kendisine sık rastlanmayan Ali İhsan Yavuz, İstanbul seçimleriyle birlikte adeta spor salonuna yatırılmış seçim torbalarından çıkmış gibi oldu. Torba cini Aliihsan! Kendisinin önü çok açık. AKP markasının yeni reklam yüzü. Isıl işlemden geçirilmiş gibi bir yüz. Her tür (b)esin değerini yitirmiş, öyle mütemadi bir ifade... Neyse işte, ısıl işlem, çisil işlem... Yavuz arkadaş siyasi tarihimize adını silikon harflerlen bir yazdırdı pir yazdırdı.
Fakat nasıl çil yavrusu gibi dağıttım konuyu. Oysa sadece şu varoluşçu beyanı hatırlatacaktım: “İstanbul’da hiçbir şey olmadıysa bile kesinlikle bir şeyler oldu.” Torba cini, İstanbul seçimlerine bir mana ararken bunu söylemişti. Bu arada bu “Çil yavrusu” nasıl bir yavru acaba ya? Evde besleyebiliyor muyuz?
Ne diyordum? Torba cini dün de, “Raydan çıkan bir şey vardı, YSK kararı ile raya alındı” demiş. Allah'ım sen büyüksün. Yine öyle muğlak ve muallak “bir şey”. Raydan çıkmış! Bunlar da o şeyi kıskıvrak yakalayarak yeniden raya almışlar. Kaybı kabullenmeyi reddetmenin itirafı. Bu “Şey”in keyfini süremesinler inşallah. Şeyleriyle birlikte raylara gelesiceler... Kendilerini Žižek’e havale ediyor ve olay mahallinden uzaklaşıyorum.
YSK kararından bu yana bozulan asaplarımı tamir için yine saraylarda dolaşıyorum. Hafta başında ilk önce şöyle bir Tokyo’ya uzandım. Size daha önce hikayesinden söz ettiğim benim Masakocuk, Japonya’nın yeni imparatoriçesi oldu biliyorsunuz. Sonra işte, gara guzunun bebeği doğunca oradan ayrılıp Buckingham Sarayı’na geçtim. Ne göreyim, bizim Yavuz insanın lafı almış yürümüş oralarda. Vey vey vey... Anlatayım size.
Medya aylar öncesinden gara guzu Meghan ile gınalı guzu Harry’nin bebeğinin nisan sonu gibi doğacağını yazıp durmuştu. Oysa nisan ayı biteli kaç gün olmuştu ve şehzade hâlâ ortada yoktu! Dahası, Harry ve Meghan da ortalıkta hiç görünmüyordu. Fakat ne Karaman kuzusuymuş bu gara guzuuu... Sonra çıktı oyunu. Çok akıllı vallahi... Hatırlarsanız, Meghan’ın eltisi Kate, sıfır karınla üç hamilelik geçirip, her doğumun beşinci dakkasında da hiç sektirmeden bebeğini kucağına alıp kocası William of Wales ile birlikte, hastane merdivenlerinde artiz gibi pozunu vermişti. Ortalık zarafetiylen, sıfır karnıylan, ayağında stillettolarıyla bebeğini tüy gibi taşımasıylan yıkılıp gitmişti her defasında.
Peki bu gara guzu Meghan zillisi ne yaptı? Gördüğü her şeyin tam tersini. Karnı burnunda dolanıp durdu. Kocaman karnını hiçbir şekilde medyadan esirgemedi. Fakat doğuma yakın, kedi gibi ortadan kayboldu. Kraliyet ailesinin bin yıllık geleneğini reddetti. Prens ve prenseslerin dünyaya gözünü açtığı hastaneyi doğum için tercih etmedi. Gözlerden uzak bir yerde bebeğini doğurdu. Akıl diye buna derim, strateji diye buna derim. Kate’in on katı dikkat çekti. Özgünlüğünü ve özgürlüğünü korudu. Böyleyken böyle. Bunları boşa anlatmıyorum. Royal bir stratejiyi ortaya koyuyorum. İster alın, ister atın...
Bu arada bu guzular sarayı da terk edip büsbütün başka bir cottage’a taşındılar. Cottage dediysek Sam Amca’nın Cottage’ı değil tabii. Windsor’daki Frogmore Cottage Nereden baksan var yine bizim Çankaya Köşkü kadar. Neyse efendim, yüz yaşındaki Kraliçe Elizabeth geçen hafta kalkıp elli yıllık ayakkabılarını ayağına geçirdi ve hiç üşenmeden bu guzuları cottage’da ziyaret etti! Britiş basını Daily Mirror’larıylan, Daily Horror’larıylan hop oturdu, hop kalktı. “Ne oluyoruz” diye. Zira o gün hâlâ bebekten bir haber yoktu.
Asıl bomba, ünlü radyo sunucusu Chris Evans’dan geldi. Evans programında, “Bugün hâlâ yeni bir kraliyet bebeğimiz bile yokken, burada oturup duruyoruz. Ama gerçekten öyle mi? Ne bildiğimden emin değilim ama sanırım bir şey biliyorum” demesin mi? Kısacası Evans da AKP’den sufleyi kapmıştı. Kraliçe bu guzuların kulübesine ziyarete gittiğine göre, “Kraliyet bebeğiyle ilişkili hiçbir şey olmadıysa bile kesinlikle bir şey oldu!” demişti! Şükür ki YSK kararımızlan aynı gün, 6 Mayıs’ta, “Baby of Sussex’in doğduğu ilan edildi... Allah analı babalı büyütsün. Kendisi bir şehzadedir. Tabii ki saygı duyacağız, tabii ki hakkında yazacağız. YSK kararı mı sandınız?
Arkadaş, bir de ağlaşıp durmuyorlar mı, “Kültürel iktidar olamadııık, olamadııık” diye, illet oluyorum. Oysa Britiş medyası bile, “Beybi Sussex’e ne oldu?” sorusunun yanıtını ararken, AKP ve “torba cini” ile aynı felsefi yaklaşımı kullanıyor. Bu da mı kültürel iktidar değil? Hani şu soft(irikten) power?
Dahası da var. Biliyorsunuz ABD’de Kasım 2020’de başkanlık seçimi yapılacak. Demokrat Parti’den Nancy Pelosi de bu sebeple erken bir uyarı yapmış. Trump’ın sandık sonuçlarına gölge düşürüp başkanlık koltuğunu bırakmayabileceğini söylemiş! Pelosi tek çarenin büyük bir farkla zafer kazanmak olduğunu da belirtmiş. Zira Trump’ın seçimleri az farkla kazanması halinde çamura yatacağını ve gitmeyeceğini düşünüyormuş. Allahım yarabbim ya, öyle mi gerçekten acaba, o da mı seçimle gitmez? Bu Donald Duck, bu acayip akılları kimden alıyor acaba? Aleoveralı, daleoveralı işler sürdürdüğü dünya lideri arkadaşlarından mı?
Fakat bence çevreye, “Seçimle gitmez bu” izlenimi vermek hiç iyi bir şey değil bir lider için. Bu en çok kendine zarar. Hayatınızdaki biri için, “Bu hiçbir yere gitmez” dediğinizi düşünün. Sevgili, karı veya koca değil, gonca gül bile olsa, “Bu kesinlikle yakamdan düşmez” dediğinizde, içinize daral gelir. Zira en cazip sevgili, “gidebilitesi” olandır.
Neyse işte, esas şunu diyecektim. Kültürel iktidar budur. Dünya bizim ağzımıza bakıyor. Somut olmayan kültürel atıklarımız, Britanya’dan ABD’ye, dünya nehirlerinde akıyor...
Bitirirken şunu da söyleyeyim, bu varoluşçuluk AKP’ye necip üstatlarından miras kaldı. Kulaklarına fısıldanmıştı:
“O manayı bul da bul!
İlle İstanbul'da bul!
İstanbul,
İstanbul...”
“Mana bul... Varsa da bul, yoksa da bul” denmiş bunlara. Buldular. Mana, belki biliyorsunuzdur, bazı yerel ağızlarda bahane (mahana) yerine de kullanılır. “Hiç mana bulma” derler, bahane arayana. “Mana”yı buldular, istanbul’u aldılar...
Şimdilik.