Madem iktidar da artık “her şey çok güzel olacak” diyor, arabayı atın önüne koşmaktan vazgeçmeli. İşe Sayın Selahattin Demirtaş başta olmak üzere, HDP’li milletvekillerine özgürlüklerini ve Barış Akademisyenleri’ne pasaportlarını geri vermekle başlamalı.
Öcalan’ın sekiz yıl aradan sonra yapmasına izin verilen açıklamanın küçümsenmemesi, değersizleştirilmemesi, yok sayılmaması gerektiğini düşündüğümü önceki yazımda belirtmiştim. Ayrıca, söz konusu açıklamanın doğru açımlanmasına çaba gösterilmesinin hepimizin ödevi olduğu kanaatimi de eklemiştim. Kuşkusuz, barışla ilgili yıllardır yılmadan çalışan kişiler, Hafıza Merkezi gibi STK’ler üzerlerine düşeni bugünlerde yerine getirecektir. Ben de bu sütundan çorbada tuzum bulunsun istedim.
Önce, durumun karanlık olduğunu teslim edelim. Doğru tanı, sağaltım sürecinin başlaması için zorunlu. Gerçekçilik, karamsarlık demek değil. Karamsar olmak da felç olmak demek değil. Niyet okuyarak, tahminde bulunarak, kendimizce çıkarsamalarda bulunarak ancak kumdan şatolar inşa edebiliriz. Kumdan şatolarımız her yıkıldığında da aynı yeis, aynı yılgınlık duyguları üzerimize çöker. Somut gelişmelere bakmalı, somut adımlar talep edebilmeliyiz.
Bakınız son günlerde peş peşe neler yaşandı: Merkez Bankası “ihtiyat akçesi” olarak ayırdığı mali kaynağı, iktidarın kullanımına tahsis etti. Bu adımın “evdeki gümüş tepsiyi satmaktan” veya “para basmaktan” farkı bulunmadığını saygın iktisatçılar belirtti. Bir gazeteciyi sahte plakalı araçla takip edip hastanelik edinceye dek beyzbol sopalarıyla döven saldırganlar mahkemece serbest bırakıldı. İstanbul Valiliği, Kadıköy’de “Her Şey Çok Güzel Olacak” pankartını yasakladı.
Devam edelim: Pasaport tahditi mahkeme kararıyla kaldırılan Prof. Dr. Haluk Savaş’ın ölümcül hastalığının tedavisi için yurt dışına çıkışına izin verilmedi. Lyon Üniversitesi’nden matematikçi Tuna Altınel, Fransa’da konuşmacı olmadığı bir toplantıda “terör örgütü propagandası yaptığı” gerekçesiyle gözaltına alındı. Deniz Yücel, Almanya’da verdiği ifadede İstanbul’da gözaltına alındığı cezaevinde işkenceye maruz kaldığını ayrıntılarıyla anlattı. ODTÜ’de LGBTI yürüyüşü engellenirken, polis öğretim üyelerini üniversite kampüsünde sille-tokat dövdü.
Arkaplan betimlemesine ekleyelim: Bizler burada her gün, her dakika GBT denetiminden bıkkınlık belirtirken, ki haklıdır, Güneydoğu’da Kürt yurttaşlarımız çok daha ağır hatta onur kırıcı koşulları her gün deneyimliyor. HDP’nin kazandığı Cizre, İdil, Silopi ilçe belediyelerinin önüne polisin istenilmeden, zorla getirip diktiği röntgenli arama kapıları bunun en yeni örneği. Cizre Emniyet Müdürü’nün uygulamayı kabul etmeyen, yazılı gerekçe isteyen ve “yasa dışıdır” diyen Cizre Belediyesi Eşbaşkanı Mehmet Zırığ’a “evet, kanuna aykırı davranıyoruz” yanıtı vermesi de o keyfiliğin nişanesi.
Şimdi, Öcalan’ın çağrısına geri dönelim. Öcalan, “onurlu barış”, “demokratik siyaset” diyor ve 2013 Newroz Bildirgesi’ne atıfta bulunuyor. Suriye Demokratik Güçleri’ni (SDG) de Türkiye’nin kaygılarını dikkate almaya davet ediyor. Değinilen 2013 Newroz Bildirgesi, elimizdeki yeni açıklamadan çok daha ayrıntılı ve yapılandırılmış bir metin. Verili durumda, görüşmeye giren iki avukattan Newroz Uysal’ın aktarımına göre, Öcalan’ın kendi kitaplarına erişemediğini, yalnızca İmralı Kütüphanesi’ne başvurabildiğini de kaydedelim.
Buradaki yenilik, yukarıdaki taslağını çizmeye çalıştığım karanlık çatışma ortamında “onurlu barış” çağrısının Öcalan’ın ağzından yeniden duyulmasında. Bildirgedeyse, demokratik haklar, özgürlük ve eşitliği esas alan çözüm isteği; silahlı direnişten demokratik siyasete geçiş; fikirlerin yarışacağı farklı bir mücadelenin başlangıcı; birliktelik, kucaklaşma, helâlleşme; Kurtuluş Savaşı ve 1920 meclisinin ortak kurucu ruhu; çağdaş modernite ve demokratik düzen arayışı; “tek” yerine “biz” kavramı; bölmek, çatıştırmak, ayrıştırmak isteyenlere karşı birleşmek unsurları vardı.
Bu arada, haydi “tesadüfe bakınız” diyelim, Davutoğlu’nun da yeni parti duyurusunu Diyarbakır’da katılacağı bir iftar programında* yapacağı söyleniyor. Davutoğlu sanırım Öcalan’ın 2013 Newroz Bildirgesi’nin “İslam bayrağı altında kardeşlik” bölümüne oynuyor siyaseten. “Allah de, ötesini bırak” sloganında olduğu gibi. Bunun da 2019 Türkiye’sinde alıcısı varsa halen, Sayın Davutoğlu’na çıktığı yolda başarılar dilerim. Özellikle “yeni yolda” diyemedim doğrusu.
Zira bu siyasal İslâmcı zihniyete göre, haşa Kandil filan bir yana, Demirtaş gibi “heyecanlı ve haylaz gençler” yerine sürekli Ahmet Türk, Hatip Dicle gibi “aksaçlılar” aranır, muhatap alınmak istenir, sonra onlar da bir kenara itilir. Bu insanların genciyle, yaşlısıyla tümünün ne ağır mücadelelerden yoğrularak bugün durdukları yerlere geldikleri öğrenilmek istenmez. Hatta onların mücadelesi siyasal İslâmcıların kendilerince yaşadıklarını vehmettikleri ve anlatısını kurdukları “mücadele” ile eşitlenir. “Kavmiyetçi” denilen Türk-Kürt barışı dışlanır, yerine “ümmetçi” bölgesel yeni-Osmanlı hülyası ikame edilir.
Ben bildiğim kadarıyla Kürt değilim. Güneydoğu’da da hiç yaşamadım. Yalnızca yirmi yıllık meslek hayatımın son üç yıl üç ayını Erbil’de geçirdim. Erbil’deki başkonsolosluk görevimde asgari bir fark ortaya koyabilmeyi becerebildimse eğer, bu, Erdoğan’ın o dönem ortaya koyduğu “çözüm iradesi” sayesinde oldu. 2013 Mart ayında Diyarbakır’da okunan Newroz Bildirgesi’ni de Erbil’de dinledim. Çok değil, iki ay sonra “Gezi” başladı. Ben de mayıs sonunda memuriyetten istifa ettiğimden kendimi Taksim’de buldum.
Gezi’den sonra iktidarın şirazesinin nereye, nasıl kaydığını ise hepimiz biliyoruz. Bendeniz de ıskarta hariciyecilikten, sizlerin gözlerinizin önüne kaydım. Tüm bunları da cuma günü raflarda olacak “Gözden Irakta” kitabımda anlatmaya çalıştım. Bunları boş sözlere, yıldıztozu ticaretine Kürtlerin de ama hepimizin de karnının tok olduğunun altını çizmek için anımsatıyorum. Madem Öcalan’a yeniden söz söyleme olanağı tanındı, şimdi sıra Öcalan’a sözünü söyleme olanağı tanıyan iktidarın, yani Türkçesiyle, Erdoğan’ın atacağı somut adımlarda.
Yeni bir öykü yazacaksak birlikte, o ortak yaşam öyküsünün başyazarlarından birinin kim olduğu belli ve o halen Edirne Cezaevi’nde tutuklu. HDP diye TBMM’de temsil edilen yasal siyasi bir parti var. Bu partinin altı milyon civarında oyu bulunuyor. Madem iktidar da artık “her şey çok güzel olacak” diyor, arabayı atın önüne koşmaktan vazgeçmeli. İşe Sayın Selahattin Demirtaş başta olmak üzere, HDP’li milletvekillerine özgürlüklerini ve Barış Akademisyenleri’ne pasaportlarını geri vermekle başlamalı.
*İstifham işaretinin çengeli zihnin ucuna takıldı, anayasa hukukçuları için acizane bir tartışma konusu: Anayasasında “laik cumhuriyet” yazan bir ülkede, iftarın siyasal programı hukuka uygun olur mu?