O’Connor'ın kaleminden şiddetin biçimleri

Amerikalı yazar Flannery O’Connor’ın, Jane Austen’ın yaşadığı dönemden yüz elli yıl sonra inşa ettiği yapıtı Zorbaların Elinde baştan sona erkeklerin dünyasında geçiyor.

Abone ol

Hatice Balcı  balci.hatice@gmail.com

Flannery O’Connor’ın öykülerindeki kişileri anarken ‘’kendi halinde yaşayıp giden insanlar, işte’’ diyemiyorum, o ‘’işte’’ye koygunca yer açsam bile. Yazarın Zorbaların Elinde adıyla yayımlanan anlatısı, daha önce okuduğum ‘’Her Çıkışın Bir İnişi Vardır’* adlı kitapta toplanan öyküleriyle yakın akrabalığını belli ediyor.

Zorbaların Elinde, genç yaşta ölen O’Connor’ın iki romanından biri: Deliliğin sınırlarını çoktan aşmış ihtiyar Tarwater, bebekliğinden başlayarak elinin altında tuttuğu zeki yeğenini (kız kardeşinin torunu) herkesten ve her şeyden yalıtarak büyütüyor. Ona rakamları, okuma yazmayı öğretiyor. Francis küçücük bir çocukken, bitmez tükenmez vaazlarını dönüp duran bir plak gibi onun kafasının içine yerleştiriyor. Çocuğa, günlerini İsa Peygamber’in çağrısına hazır vaziyette bekleyerek geçirmesini öğütleyen Tarwater, Francis on dört yaşına geldiğinde bu dünyadan göçüp gidiyor. Tabii kendisini gömme görevini de küçük Tarwater’ın omuzlarına yükleyerek. Francis’in, Rayber adında bir de genç dayısı (Francis’in annesinin kardeşi) var. Rayber, bebekliğinde Francis’i, sosyal hizmetler görevlisi bir kadınla birlikte İhtiyar’dan geri almaya yeltenmiş, başaramayınca da bir daha çocuğu arayıp sormamış. Tarwater’in öldüğü gün Francis Rayber’ı bulmaya karar veriyor. Eserde, geriye gidişlerle birlikte özünde bu üç karakterin yaşamları taşınıyor bize.

GELECEK UMUTLARI

Jane Austen, romanlarını kaleme alırken sadece erkekler arasında geçen konuşmalardan oluşan tek bir sahneye bile yer vermezmiş. Austen’ın bu dikkatli yaklaşımı, - devrim çağı Avrupa’sının tüm o kuşkuculuğuna rağmen- , kendi kapalı çevresindeki kurallarının yol açtığı bilinemezliğin, göze alamayacağı bir riske dönüşmesinden kaynaklanıyor olabilir. 1964’te kaybettiğimiz Amerikalı yazar Flannery O’Connor’ın, Austen’ın yaşadığı dönemden yüz elli yıl sonra inşa ettiği yapıtı ise baştan sona erkeklerin dünyasında geçiyor. Katı, yalnız, mutsuz erkeklerin…

Zorbaların Elinde, Püren Özgören çevirisiyle raflardaki yerini aldı.

O’Connor Tarwater, Francis ve Rayber’ın benliklerini okuyucuya taşırken şimdiki zaman ile geçmiş zaman arasındaki geçişlere sıklıkla yer vermiş. Üstelik (tıpkı Akira Krusawa’nın Yedi Samuray filmini hatırlatırcasına -yedi değil de çoğunlukla iki ayrı kişinin-), sarsıcı bir olayı veya romanda dönüm noktası niteliğindeki karşılaşmaları, bunların sonuçlarını roman kişilerinin kendi bakış açılarıyla dile getirdikleri geri dönüşler bunlar. Bu takviye tanıklık, tıpkı bir yap-bozun eksik parçalarını yerleştirmek veya bir oda müziği konserinde dinlediğimiz melodinin varyasyonları belli aralıklarla kulağımıza çalındığında yaşadığımız keşif duygusunda olduğu gibi okurun dikkatine sunulan ipuçları barındırıyor. Tüm bu ipucu bolluğunun yanı sıra, anlatıdaki ana karakterlerin her biri kendi gözlerinden, birbirlerinin gözünden ve ayrıca olaylara karışan üçüncü kişilerin gözünden incelenebiliyor. Böylesi bol kepçe geri dönüşlü ameliyat masalarıyla, Milan Kundera’nın Şaka’sı ve Ernest Hemingway’in İsviçre’ye Saygı’sında da karşılaşmıştım. Fakat Şaka’da kasvet sayfalara bu derece nüfuz etmemişti. İsviçre’ye Saygı’da ise, Hemingway bize kendi yaratıcılığının sırlarını fısıldarken, birkaç damla akıtmıştı ondan.

Şaka’da ana karakter Ludvik, onu tanıyan başka başka kişilerce bize gösterilir. Gençlik yıllarında çemberin dışına itildiğini anlayan, gelecek umutlarını yitirmiş Ludvik’in yasına rağmen, senfoniden yayılan çeşitlemelerin her birinde hırslı bir hareketlilik vardır. Genç Tarwater (Francis) ile Rayber ise kendi travmalarını daha çocukken yaşarlar ve bununla baş etmelerini sağlayabilecek desteği Rayber etkili bir biçimde göremezken Francis bu desteğe hiç ulaşamaz. Yine de, İhtiyar’dan farklı olarak Francis ile Rayber, davranışlarının sonuçlarını tartıp açıklayabilme yetisine sahiptirler. Fakat bu yetileri, kendi benliklerinde tekrar tekrar yaşadıkları ve mücadele ettikleri yorucu çatışmalarla açığa çıkabilmektedir.

GÖLGE DÜŞÜRMENİN ÖTESİNDE

Doğadaki biçimleri resmeden tablolarda, nesnelerin üzerine düşmüş gölgeler er ya da geç ilgimizi çeker. Gölgelere yer bırakmayan manzaralar, parlatılmış kesinlikleriyle ne derece yapaylık duygusu yaratırsa; ışığa ulaşamamış ya da korunaklı köşelere çekilmiş nesneler, canlılar ve insanlarla bezeli tablolar da yaşam görümüze o derece merhamet katarlar. O’Connor’ın yapıtında ise daha da fazlası var: Kitapta başından sonuna dek tanıklık ettiğimiz şiddetin biçimleri (psikolojik, cinsel, fiziksel şiddet vb), karakterlerin üzerine gölge düşürmenin ötesine geçerek onların içine işlemiş gibi görünüyor.

Rayber, Francis’in yalıtılmışlığını bir palto gibi taşıdığını düşünür.** Oysa benzer bir yalıtılmışlık, zihinsel engelli oğlu Bishop’la birlikte onun yaşamını da kaplamaktadır. Daha ilk gün, Francis’i iyileştirme isteği ve enerjisiyle dopdoluyken bile ona karşı nefret duymaktan kendini alamaz. Şehre geldikten iki gün sonra Francis evden kaçar; gözünü dört açmış Rayber onun peşine düşmüş, hissettirmeden yeğenini izlemektedir. Francis bir yapının önünde durur. İçeride bir tarikatın kalabalıklara açık toplantısında küçük bir kız vaaz vermektedir. Kızı dinledikleri sırada dayısını fark eden Francis’in yaşadığı büyük şaşkınlık anında Rayber, çocuğa sevgisini, bağışlayıcılığını sunabilecekken bunu yapamaz. Gece karanlığında, eve dönerlerken, yeğeninin peşinden gelip gelmediğini umursamaksızın yürüyüp giderek onu yalnız bırakır. Beşinci günün sonunda, Rayber’ın Francis’e duyduğu nefret, ona karşı beslediği en yoğun duyguya dönüşür. Biz ise sayfalar arasında yorgunlukla ilerlerken, yaklaşan trajedinin seslerini, kuşkuya yer bırakmayacak kadar açık bir biçimde duyarız.

(*) Her Çıkışın Bir İnişi Vardır, Flannery O’Connor, Çev: Tomris Uyar, Nazım Dikbaş, Fatih Özgüven, Metis, Ocak 2011,

(**) Zorbaların Elinde, bkn. syf.101