Türkiye’de politika yapıcılar gelir dağılımını bozan mevcut
vergi düzenini itinayla koruyor. Özel tüketim vergisi, ithalde
alınan KDV ve gelir vergisi ile esas parayı toplayan Maliye aslında
tahakkuk eden vergilerin önemlice bir kısmını toplayamıyor, ancak
yine de esasen tüketimi vergilendirerek yola devam
edilebiliyor.
Çarpık vergi sistemi, milyarlarca kazanan şirket sahiplerinin
çok düşük miktarlarda vergi vermesini mümkün kılıyor. Türkiye’de
kurumlar vergisinin toplam vergi gelirleri içinde neden bu kadar az
yer tuttuğunun birçok cevabı var. Bu yazıda nedenlerden sadece
birisine değineceğim. Fakat konunun kamu borç sorunu ağırlaşırken
giderek önem kazandığını belirtmeliyim.
JERSEY'İM CAYMAN'İM CENNETİM
Vergi cennetlerinin izleri daha öncesine kadar sürülebilse de
offshore olarak anılan ve ulus devletlerin düzenlemelerinden azade
görünen para piyasaları oluşumuna II. Dünya Savaşı sonrasında
Bretton Woods sisteminin çelişkileri vesile oldu. 20. yüzyılın son
çeyreğindeki muazzam finansal genişleme dönemi çokuluslu
şirketlerin rekabetinin kızgınlaştığı ve çeşitli düzenlemelerden
kaçınma konusunda sermaye gruplarının giderek ustalaştığı bir
dönemdi. Finans merkezlerinde sunulan özel hizmetler arasına
düzenleme boşluklarından faydalanarak daha az vergi verme,
servetleri gizli hesaplarda saklama ya da bu hesaplara transfer
etme yerleşti. Bugün kendi ekonomik büyüklüğünü fazlasıyla aşan
miktarda, esasen yerleşik olmayan şirketlere kurumsal ve finansal
hizmet temin eden yerlere offshore finans merkezi (OFC)
deniliyor.
Dev şirketleri vergilendirme konusunda kamuoyu baskısıyla
çeşitli Avrupa ülkeleri adım atmaya çalışsalar da alınan mesafe
halen çok yetersiz. Çokuluslu şirketler usta mekanizmalarla
offshore finans merkezlerinde şirketler (uzantılar) kuruyor, fikrî
mülkiyet ve patent ödemelerini buralara aktarıyor, neredeyse hiç
vergi ödemiyor, bu sayede piyasada rakiplerine karşı yeni cephane
biriktirebiliyorlar.
ÇİFTE İRLANDALI HOLLANDA SANDVİÇİ
Vergi kaçırma mekanizmalarından en ünlüsü Apple’ın da bugünlere
gelebilmesini sağlayan
Çifte İrlandalı Hollanda Sandviçi. Bu şemada İrlanda’da yer
alıp, düzenlemelere göre örneğin Bermuda’da görünen bir şirkete
ABD’deki ana şirketin fikri mülkiyet ve patent ödemeleri aktarması
zemini oluşturuyordu. İrlanda’da başka bir şirket dünyanın diğer
köşelerine satışların gelirini toplarken yüksek miktarda telif
ödemesini Hollanda’da aracı şirkete aktarıyordu. Buradan gelir yine
Bermuda’daki şirkete aktarılırken, mümkün olan en az vergi ödenmiş
oluyordu.
Söz konusu işlemlerin küresel ölçekte miktarına dair yeterli
veri bulunmuyor. Ancak Virgin Adaları, Cayman Adaları ya da Jersey
gibi yerler kendi ekonomik büyüklüklerine göre çok fazla miktarda
servetin aktarıldığı ülkeler. Paranın park edildiği ve izinin
kaybedildiği bu yerler yanı sıra, bu merkezlere paranın aktarıldığı
ana kanallar bulunuyor
(esasen Hollanda, Birleşik Krallık, Singapur, İsviçre ve İrlanda).
Yaygın eğilim, başka ekonomik sektörler toplam ekonomik faaliyette
önemli rol oynasa dahi bu ikinci grup ülkeleri de OFC olarak
tanımlamak.
Türkiye’de şirketlerin bu kadar az
vergi veriyor olmasının nedenlerinden birisi offshore merkezlere
aktarımın tüm hızıyla devam etmesi ve buraların olanaklarından
faydalanan şirketlerin peşine düşülmemesi. Kurumlar Vergisi
Kanunu’nun 30.
Maddesinin 7. Bendinde öngörülmüş olsa da offshore ülkeler
Cumhurbaşkanınca (eski rejimde Bakanlar Kurulunca) ilan edilmediği
için isteyen istediği sandviçi düzenleyebiliyor.
ÇİFT KAŞARLI TOST
Türkiye’ye yapılan portföy yatırımlar ağırlıkla ana kanallardan
ya da kendileri servetlerin park edildiği (ve izlerinin
kaybedildiği) OFC’lerden geldiğini görüyoruz. Elbette örneğin
Birleşik Krallık’tan gelen her tür portföy yatırımının yukarıda
işaret ettiğim sandviçlerden faydalandığını söylemiyorum, ancak
2019’da Türkiye’ye gelen portföy yatırımların yarıya yakınının özel
hassasiyet gösterilmesi gereken ülkelerden geldiği bir gerçek (bkz.
IMF Coordinated Portfolio Investment Survey Veri Tabanı).
Mekanizmanın diğer yüzünü anlamak için bir yandan da dışarıya
yapılan doğrudan yatırımları göz önünde bulundurmak gerekiyor.
Ülkeden dışarıya yapılan yatırımların OFC’lere ya da ana kanallara
akması,
servet transferinin gerçekleşmekte olduğunun göstergelerinden
birisini sunuyor olabilir.
Burada da aynı çekinceyi eklemeliyim. Örneğin Hollanda’ya
yapılan yatırımların hepsinin nihayetinde şüpheli merkezlere
aktarıldığını söylemek uygun değil. Türkiye şirketlerinin Çifte
İrlandalı Hollanda Sandviçi geliştirecek gelir kaynakları (örn.
fikri mülkiyet ve patent geliri) pek yok. Ancak dışarıya yapılan
doğrudan yatırımın yüzde 65’i OFC’lere ve ana OFC aktarım
kanallarına gidiyorsa orada dikkat edilmesi gereken işlemler söz
konusu olabilir (bkz. yukarıdaki tablo. IMF veri tabanı ile TCMB
Uluslararası Yatırım Pozisyonu arasındaki farklar önemli, ancak
veri toplama zamanı ve değerleme yöntemleri ile ilgili olabilirler
ve argümanı etkilemiyorlar. Tabloda 520 milyon dolarlık yatırımın
gittiği tanımlanmamış veya gizlenen yerler ayrıca merak
uyandırıyor). Parayı OFC’ye “yatıran” şirketin Türkiye’de daha az
vergi ödemesi, ancak aynı zamanda kısa süreliğine ülkeye girişlerle
yüksek faiz ortamından yararlanabilmesi mümkün. Bu sade ve işlevsel
mekanizmaya çift kaşarlı tost diyebiliriz.
Transfer fiyatlandırması gibi yöntemlerle vergi yüklerini
azaltan şirketlerin koruma duvarları aşılmadı. Bu tarz mekanizmalar
bilhassa iz kaybettirmek üzere tasarlandığından daha öteye pek
gidemiyoruz. Lakin, finansallaşmanın ana aktörlerinden olan
devletler (demokratik müdahaleler ve kampanyaların baskısıyla)
kendi izleme kapasitelerini seferber edip bu para trafiğine bir
miktar ışık tutabilirler. Burada da eşgüdümlü bir çaba gerekiyor.
Türkiye’nin bir ya da birkaç ülke ile (örneğin Jersey) bilgi
paylaşımı anlaşması imzalaması, sadece buralara aktarıma etkide
bulunabilir.
Bildiklerimiz şunu söylemeye izin veriyor: Türkiye’nin
zenginleri milyonlarca (bazen milyarlarca) doları bir OFC’ye
yatırım yapmak için kullanabilir, Türkiye’deki yüksek faizden ve
borsa balonlarından faydalanmak üzere dışarıdan “yatırıma”
gelebilir, bir süre sonra pek sıkıntıyla karşılaşmadan çıkıp
gidebilirler. Bu tarz yatırımlar ve para trafiği daha az vergi
ödemek için kullanılabilir. Eksiğiyle gediğiyle kanuni altyapı var
olsa da gereken incelemeler yapılmamakta, adımlar
atılmamaktadır.
Bütün bunları yazma nedenimse Türkiye’nin mali alanının 2018-19
krizi sırasında kısmen ve fakat özellikle pandemide görülmedik
hızla daralmış olması ve daralmaya devam etmesi. Bu sırada, gündeme
alınan ve hızla yasalaştırılacak Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol
Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Teklifi (Esas
No 2/3113) ile bütçeleme sistemini değiştirecek Erdoğan
yönetimi, kamu harcamalarının takibini zorlaştırıyor. Toplam borç
stokunun ve
kamu özel işbirlikleri kaynaklı yükümlülüklerin hızla artışı
arka planında pandemi sonrası toparlanmanın gecikmesi, yeni
vergileri gündeme getirebilir. Oysa, her türlü yatırım ve sosyal
harcama önerisi karşısına dikilen “kaynak nerede?” sorusunun cevabı
kısmen çift kaşarlı tostlarda bulunabilir.