Tartışmayı izlemedim. Rahmetli babam gibi yapıyorum böyle durumlarda, kötü bir şey olacakmış hissiyle, sanki seyretmezsem kötü bir şey olmayacak gibi davranıyorum ki belki de bundan olmadı.
Sonra okuduğuma göre, şanlı tarihimizin 21'inci yüzyıldaki bu en önemli buluşturulmasında, ‘kötü bir şey değil,’ hiçbir şey olmamış galiba. Münazaracılar başmüdürün gölgesinde, orta sahada top dolaştırmış, günlerdir tartışılan hakemin, ‘aman başımız belaya girmesin, ne olur ne olur’ soruları karşısında, hiç karşılıklı tartışmanın olmadığı, dünyanın tek tartışma programı olmuş, sanırım.
Ve zaten ben bir ara baktım 20 saniye kadar - bu süre Hitchcock filmlerinin klasik gerilim sahnelerinin süresi- iki taraf da kendileri gergin ama söyledikleri mutedil konuşmalar yapıyordu. Halbuki benim bildiğim konuşmalar, heyecanlı kelimelerin havada uçuştuğu, insanları oldukları yerde sarsan, en azından kendilerini kaptırdıkları, sadece manasına değil, sözlerin akışına düştükleri, o sesin kendi sesimiz olduğuna, hiç olmazsa, o sırada inandıran bir şey olmasıdır. Eh, diyeceksiniz, fabrika mı işgal ediyoruz ya da büyük toprak sahiplerinin çitlerini kırmadan bir önceki an mı yahut bir devlet başkanı daha mı hükümet binasının çatısından helikopterle Miami’ye kaçıyor? Alt tarafı, bir televizyon konuşması! Benim de zaten söylediğim bu. Eğer böyle olmazsa, hiçbir şey değiştiremezsiniz yani fabrikayı patron alır, çitler sapasağlam kalır ve helikopterler emre amade pervane olurlar…
Bir şeyi değiştirmek isteyenler, mutlaka bir şeyleri sarsmak zorundadır. İsterse, değiştirip geleceğiniz nokta, bir miskinlik tekkesinde, ‘insanoğlu kuş misali demin nerede idik şimdi neredeyiz’ mesafesinde olsun, fark etmez. Önemli olan yerli kaya gibi yerinde oturanı yerinden oynatmaktır. Nereye gideceği başka mesele… -Küçükkaya değil yanlış anlaşılmasın, bu lafı bana yaklaşık 35 yıl kadar önce otobüste yer vermemi bekleyen bir kadın söylemişti; ‘Bazı gençler de yerli kaya gibi yerinden kımıldamıyor.’ diyordu-
Herkesin aklında biraz şaşkın şu soru var: İktidar bunu niye yaptı? Neden Ekrem İmamoğlu ile Binali Yıldırım’ın televizyonda tartışmasına müsaade etti? Bir başka anlatımla, ne işe yaradı bu? Ben de doğrusu, bu tarihi televizyon karşılaşması sırasında tarihi bir şeyler bekliyordum. Ya son 12 dakikada - maçın geri dönmesi zor olur bu dakikadaki golden sonra - Binali Bey çekmeceden çıkardığı belgeyi, şöyle bir kameraya tutacaktı - zaten kamera ekibine daha önce ulaşmış olduğundan- ve birden mesela İmamoğlu Bey’in Yeni Zelandalı olduğu ortaya çıkacak, dedesinin, Conk Bayırı’nda küffarla birlikte -eğer askere alınsaydı- atalarımıza saldırmış olma olasılığının altı çizilecekti. Yahut gittikçe Meksika’ya benzettiğim bu ülkede, birisi söylenenlerden tahrik olup, -22 kalibrelik- silahı ile bir suikastta bulunacaktı. Bir şey bildiğimi filan sanmayın tamamen uyduruyorum, bir maç yorumcusu kadar engin -Adana ağzıyla- bilgim var. Sadece olaya bakınca böyle sandım. Yani bu iktidar, saydıklarımdan başka, hangi nedenlerle bu ikilinin yüz yüze, karşı karşıya gelme riskini alır? Nereden çıktı bu münazara temaşası? Ben de muhtemel sizin gibi, kesinlikle bir iş olmalı diye düşündüm ama yanılgım tam da buradaydı. Bir şey olması gerekmiyordu. Yani aslında mesele, zaten hiçbir şey olmamış gibi olmasıydı. Arjantin’de, La Plata’da, diktatörlük sırasında öğrenci olanlarla ‘kayıpları’ konuşuyorduk; ‘Bir sabah okula geliyorduk. Bakıyorduk mesela Pablo yok ama kimse ondan bahsetmiyordu. Hiç yok ve hiç olmamış gibiydi Pablo. Birisinin mate kabı onda kalmış, bir diğerinin kitapları belki ama sanki Pablo, orada hiç olmamış gibi hareket ediyordu herkes.’ Hiç olmamışın dayanılmaz hafifliği bu. Havanın oksijeni faşist. Ondan söz edersen nefes aldırmıyor sana. Eğer söz edersem bir gün sonra da benden söz edilmez korkusu bu. Kendimize bile söyleyemediğimiz fasit bir çemberi dolduruyor faşist. Ruhu ciğerlerimize soluk veriyor, içine çeksen faşist faşist oluyorsun çekmesen soluksuz… Aslında okullar gibi bir şey, geri dönüp baktığında, hiçbir şey öğrenmemişsin gibi geliyor ama ‘teneffüs’ zili çaldığında mesaine koşuyorsun. Terbiye ve talim edilmişiz bolca. Bu yüzden ‘hadi konuş’ dendiğinde, aslında bunun ‘konuşma’ demek olduğunu anlıyoruz. Başmüdür konuşulmaması için müsaade etmiş bize. Bu yüzden en konuşması gereken bile bu kadar konuşuyorsa vay halimize öğretisi bu.
Yani eğer seçilmesine müsaade edilse bile ‘bu mutedil dalgalar’, devlet barajlarından gelen suyu iki kere kestiklerinde, metro üç kere elektriksiz kaldığında hiçbir şeyi aşamaz. Bu yüzden günlerdir öve öve bitirilemeyen, bu ‘öfkesiz’ olmanın marifeti buraya kadar. Öfke iyi bir şeydir. Yıkıcıdır. Bundan sonra yola ancak öfkeler ile devam edeceksiniz. Yoksa bu havanın leş kokusu dağılır mı sanıyorsunuz bayım…