Öğrenilmiş kötülük, aynı zamanda özenilmiş kötülüktür. Hem başkalarına özenerek yinelenen hem özel itinayla yapılan kötülüktür öğrenilen. Taklittir. Sadece topluluk halinde icra edilir, anonimdir. Ve bir o kadar da şahsidir. Nicedir böyle yaşıyoruz. Son örneği Adalet Ağaoğlu’nun ardından sahnelendi, yinelendi.
Ölüm mutlu ediyor bazılarını.
Birilerinin ölümünden haz duyuyorlar. Pusuda bekliyorlar adeta. Haberi alır almaz harekete geçiyorlar. İçlerinde saklayıp biriktirdikleri kini, öfkeyi iştahla kusuyorlar “ölene rahmet” niyetine. Sevinç çığlıkları eşliğinde müjdeyi dört bir yana yaymak için seferber oluyorlar.
O ana dek bir köşede –pusuda– sessizce gününü, saatini, sırasını bekleyen diğerleri müjdeyle birlikte sahneye fırlıyor. Birbirinden hız ve güç alarak çoğalıp kalabalıklaşan, kitleselleşen cemaatin lanetli küfürlü ezgileriyle düzenlenen gömme şenliği, karnavala dönüşüyor. Sosyal, dijital medyada, her yanda.
Öğrenilmiş kötülük, aynı zamanda özenilmiş kötülüktür.
Hem başkalarına özenerek yinelenen hem özel itinayla yapılan kötülüktür öğrenilen. Taklittir. Sadece topluluk halinde icra edilir, anonimdir. Ve bir o kadar da şahsidir.
Nicedir böyle yaşıyoruz.
Son örneği Adalet Ağaoğlu’nun ardından sahnelendi, yinelendi.
Kendilerince “sol” ezgilerle katılanlar da vardı Ağaoğlu’nu lanetleme karnavalında, Ağaoğlu ve benzerlerinin ihanetine uğrandığını düşünen cumhuriyet–demokrasi adına katılanlar da…
Bütün hayatı dünyayı, toplumu, insanı ve tabii kendisini sorgulamakla geçmiş, bu uğurda onlarca kitap üretmiş, paylaşmış; insan hakları, demokrasi, özgürlük mücadelesinde sorumluluk almaktan; kendisini, hayatını ortaya koymaktan kaçınmamış 91 yaşındaki bir insanın ardından “öldü mü inşallah” lafı edilebildi. Ve aynı minvalde nicesi…
BULAŞICI
Soru sahibinin ve benzer sözlerle ona eşlik eden isimli–isimsiz karnavalcıların, hayatta ne yapıp ne ettiği meçhul. Yine de sahneledikleri tavırlardan, büründükleri ideolojik örtüden, kendilerini dünyada nasıl konumladıklarını anlayabilirsiniz. Diyelim ki 2 Temmuz’da, Sivas’ta “cehennem ateşi” nidalarını savuran başka karnavalcılardan ölesiye korktuklarını söylemiş, onları insanlık-dışı vahşiler olarak görüp lanemişlerdir mutlaka. Hiç tartışmasız bugün de kınayıp lanetleyeceklerdir.
Aynı şekilde bugün Adalet Ağaoğlu’nun ardından küfür yarışına girenlere sorsanız, daha birkaç yıl önce sosyal medyada SuruçtaŞenlikVar başlığı açanları şiddetle kınamışlardır mutlaka.
Peki, şunu soralım o zaman: Çoğu gencecik otuz üç insanın bedenlerinin paramparça edilerek öldürülmesinin, yüzden fazlasının yaralanmasının ardından “bunları gördükten sonra bombayı patlatanı daha çok seviyorum” diyenlerle, 91 yaşındaki bir insanın ölümünü sevinçle karşılayanlar arasındaki fark nedir?
Fark var mı incelenmeye değer ama biliyor, görüyoruz ki, öğrenilmiş kötülük ideoloji-ötesidir. Bulaşıcıdır.
SIRADANIN SIRADANI
Öğrenilmiş ve “hiperuyum”la gönüllü, aktif katılımla yinelenen, yeniden üretilen kötülüğe dikkat çeken ilk isimlerden biri Hannah Arendt’tir. Nazi subayı Otto Adolf Eichmann’ın İsrail ajanlarınca 1960’da Buenos Aires’de yakalanıp ertesi yıl Kudüs’de yargılanmasını konu ettiği, kendisinin “rapor” olarak nitelediği kitabı Arendt, 1963’te yayımlamıştır: Kötülüğün Sıradanlığı. (1)
“Korkunç zalim, cani” gibi imgelerle anılan ve zihinde canlandırılan –gerçekte, sonuçta öyle olan– Nazi subayı Eichmann, içinde yaşadığı toplumun, zamanın düz, sıradan biri görünümünü sergilemiştir duruşmalar sırasında. Gidişata, devletinin, amirlerinin talimatlarına uymanın ötesinde bir şey yapmayan, düşünmeyen “sıradan” biridir. Herkes gibi.
Arendt’in kitabı çok tartışıldı, yazılanları okumayanların da diline dolandı, slogan halini aldı “kötülüğün sıradanlığı”. Öyle ki, daha birkaç yıl önce Soma’da 301 madencinin ölümünü protestocuyu hiç duraksamadan tekmeleyen kişi tarafından yakınlarda ABD’deki polis şiddeti için öğrenilmiş slogan olarak yinelendi kötülüğün sıradanlığı.
Güç–otorite tabiyetine, kötülüğün sıradanlığına ilişkin “sosyal psikoloji” testlerinin en ünlülerinden biri Yale Üniversitesi'nden Stanley Milgram’a aittir. Onu harekete geçiren de yine Eichmann’ın sürekli yinelediği “ben sadece görevimi yapıyordum” savunmasıdır. Deney, güç–yaptırım, ceza–öğrenme ilişkisini konu alır.
Bence bugün anmamız gereken test ise sanat alanındandır.
Sokak sanatçısı Banksy, 2013’te New York’ta gerçekleştirilmiştir: Sanatçı, hayır işleri için ikinci el eşya satan bir dükkandan “kitsch” (niteliksiz, ucuz–sıradan) yağlı boya manzara resmini bedavaya yakın bir fiyata satın almıştır. Manzaraya bir “Nazi subayı” yerleştirip altındaki imzaya kendi imzasını da ekleyerek tabloyu aynı dükkana bağışlamıştır.
Durumdan haberdar olan sanatseverler anında dükkana akın etmiş, resmi görmek için kuyruklar oluşmuştur.
Sonuçta Nazi subayı ve Banksy imzası eklenmiş sıradan manzara tablosu, açık arttırmada 615 bin dolara satılmıştır. Sağlanan gelir AIDS hastalarına, evsizler için insanlar için çalışan kurumlara bağışlanmıştır.
Banksy’nin resme verdiği ad: Kötülüğün Sıradanlığının Sıradanlığı.
***
Görülüyor ki öğrenilmiş kötülüğün sıradanlığı, şu ya da bu nedenle kişilere duyulan hınçla sınırlı değil, bir davranış ve yaşam biçimi.
Zamanımızın bu kahramanlarını izlemeye, incelemeye devam edeceğiz.
(1) Arent, Kötülüğün Sıradanlığı, çev Ö. Çelik, Metis Yayınları, 2009.