Öğretmen yazar İlhan Durusel
Gül Öksüren Melek hem İlhan Durusel’in öykücülük yolculuğunu hem de dert ettiği meseleleri anlamak açısından iyi bir rehber. Öğretmen yazarın okurla imtihanının yarattığı handikapları göze aldığını, karşılaşabileceği sessizlik duvarlarını yıkabilecek inada sahip olabileceğini anlıyoruz öyküleri okurken. İlhan Durusel, okurun nabzına göre şerbet vererek çok okunmak yerine sadık bir edebiyatsever kitlesini hedeflediği, okurunu –öğrencilerini mi demeli yoksa?– nitelikli edebiyatın kendine ait bir yol bulabileceğine inandırdığı için de okunmayı hak ediyor.
Bazı yazarların öğretmenliğin getirdiği mesleki zorunlulukların içerisinde hareket ettiğini düşünürüm. Öğretmen yazar diyebileceğimiz bu tarzdaki sanatçıların mesleklerinin öğretmenlik olduğu ya da öğretici bir üslupla yazdıkları için bu adı aldıkları sanılmasın. Öğretmen yazar, okurlarını öğrencileri yerine koyup onlara ödevler veren, metnin dışındaki alanlara çağıran, kimi zaman sonucu kimi zaman süreci değerlendiren sınavlar yapan bir yazar tipi. Bilge Karasu bu tarzın tepe noktalarını işgal eden bir yazardır mesela. Okuru, okuma deneyimini hakkını vererek gerçekleştirmeye zorlayan, metinlerini ilmek ilmek ören, okurdan da bu ilmeklerin hesabını gizlice ya da açıktan soran bir anlatıcıdır Karasu. Kısacası öğretmen yazar, okurundan talepleri eksik olmayan bir yazar tipidir. Bu anlamıyla son dönemin öğretmen yazarlarından İlhan Durusel’in 2012’de yayımlanan öykü kitabı Gül Öksüren Melek okuru edebi tartışmaların içine çeken, sorduğu farklı sorularla sınav kaygısını körükleyen, “kurtarma sınavıyla” da bir şans daha veren bir kitap.
CANLI BİR TARTIŞMA ORTAMI
Gül Öksüren Melek’in ilk bölümündeki yazma sürecini tartışmaya açarak deneysellik kazanan, metinlerarası göndermeler taşıyan öykülerle hem edebiyatı kuramsal boyutlarıyla düşünmeye hem de yazarla diyaloga girmeye davet ediliyorsunuz. Ardından gelen öykülerse yazarın geleneksel anlatım biçimleriyle ve Türkiye öykücülüğüyle nasıl rabıta kurduğunu gösteriyor bize. Aynı zamanda şiir, öykü, gölge oyunu gibi farklı türler de yine canlı bir tartışmanın içinde değerlendiriliyor.
Kitabın ilk öyküsü “‘K’T’B’”, “bir kitap yazıldıktan sonra kimindir?” sorusunun peşine düşüyor mesela. Okurların, eleştirmenlerin, yazarların ortak sorularından biridir bu. Yazarlar,yayımlandıktan sonra metinlerinin istikametlerini kendilerinin tayin edeceği yolculuklara çıkacaklarını düşünmeye eğilimlidir. Şimdilerde yazardan kitabını anlatması, mümkünse okunur kılacak tüyolar vermesi, dahası kitabını pazarlaması beklense de yazarın zaten inanılmaz bir enerji harcayarak ortaya çıkardığı metin, okurun ve eseri didik didik etmek için bekleyen eleştirmenlerindir artık. Oysa bu durumda bile yazardan hesap sorulur. Kitabını savunması, yeniden yorumlaması, üzerine konuşması istenir. “‘K’T’B’” tam da bu keşmekeşin içinde ilerleyerek tartışmayı yeniden alevlendiriyor.
METİNLERARASI DİYALOGLAR
“Nasıl Bir Mezara Acaba Hamlet?” ve “Gölge Oyunu” başlıklı öykülerse okuru başka metinlere, tartışmalara yönlendirmeleriyle dikkat çekiyor. Hamlet’in ve Karagöz ile Hacivat karakterlerinin şimdiki zamanda gezdirildiği bu öykülerde bir taraftan değişen gündelik hayatın eleştirisi yapılırken diğer taraftan metinlerin evrenselliği üzerine düşünmeye çalışılıyor. Her iki öyküde, okurdan ev ödevini iyi yapmasını istiyor, Durusel. Hamlet’i hatmetmemizin, Karagöz ile Hacivat hakkındaki tartışmaları takip etmemizin zorunlu olduğunu vurguluyor.
Aynı zamanda genelde postmodernizm, özelde ise parodi- pastiş kavramları üzerine düşünmeye çağrılıyoruz bu öyküleri okurken. Pastiş, modern sanattaki parodinin yerine geçmiş ve postmodernizmin temel uygulamalarından biri. Hem pastiş hem parodi, öykünme ya da daha iyi bir ifadeyle, diğer biçimlerin taklidi ve özellikle öteki biçimlerin aşırı kullanımları -aşırma ve biçimsel seğirme- ile ilişkilidir. Ama parodinin işlevi taklit ettiği sanat dalını aşırı bir şekilde yorumlayarak eleştirmekti. Parodideki alaycılık, sanatsal biçimlerdeki aşırılık ve ayrıksılıkların gözler önüne serilmesini hedefler. Gülmenin dönüştürücü etkisini kullanan parodi bir muhalefet silahı olarak iktidarı sallamayı öngörür. Oysa pastiş, Fredric Jameson’ın ifadeleriyle söylemek gerekirse; “Parodinin gizli niyeti, şeytani itkisi, kahkahası ve öykünülen şeyin oldukça komik olmasıyla kıyaslandığında normal bir şey olarak var olduğuna ilişkin gizli duygusu bulunmayan bir tür yansız taklitçilik pratiğidir. Pastiş, boş, mizahi anlamını yitirmiş bir parodidir”. Pastişin edebiyat alanındaki karşılığı ise esinlenme, kolaj ve metinlerarasılık kelimelerinin arkasına gizlenen bir çeşit aşırmacılık olmuştur. Durusel, tam da parodi ile pastişi arasındaki bu ayrımı göz önünde bulunduran, öykülerin meylini parodiye doğru yönlendiren bir yazar. Tam da bunun için öykülerin talep ettiği okumaları yapmazsak, sadece yazarın oyunlarını izleyeceğimiz sıradan bir eğlencelikle karşılaşacağımız uyarısını yapmayı da unutmuyor.
Durusel, “Tek Başına Gazeller” bölümündeki metinlerde imgelere yaslanan öykü üzerine düşünmeye çağırıyor okuyucuyu. Anlatımın daha müphem olduğu bu öykülerde okurun daha çok efor harcaması talep ediliyor. “Nerde Ne?” bölümündeyse hem gündelik dile daha yaklaşan hem de mizahi öğelerin daha fazla kullanıldığı ve ironi dozunun arttığı hissediliyor. Biçim olarak daha az deneysel, retorik bakımdansa daha fazla oyunculuk barındıran bu öykülerde okura kısa bir soluk alma ve kanaat notunu yükseltme vaadinde bulunuyor, Durusel.
TÜRLER ARASINDA YOLCULUK
Kitabın son bölümü olan “Tüyübozuk Hikâyeler”, önceki bölümlerdeki öykülerde yapılmaya çalışılanları kendi içinde barındırma iddiasını taşıyor. İster imgeye dayansın isterse mizaha, ironiye ya da alaycılığa öykünün gücünün hem yaratılan atmosferle hem de kullanılan malzeme arasındaki uyumla arttırıldığını hatırlatıyor bu bölümde Durusel okura. Bu bölümdeki hikâyeler okuru gölge oyunu, şiir, epik, söylence gibi farklı türler arasında bir geziye davet ediyor.
Sonuç olarak, Gül Öksüren Melek hem İlhan Durusel’in öykücülük yolculuğunu hem de dert ettiği meseleleri anlamak açısından iyi bir rehber. Öğretmen yazarın okurla imtihanının yarattığı handikapları göze aldığını, karşılaşabileceği sessizlik duvarlarını yıkabilecek inada sahip olabileceğini anlıyoruz öyküleri okurken. İlhan Durusel, okurun nabzına göre şerbet vererek çok okunmak yerine sadık bir edebiyatsever kitlesini hedeflediği, okurunu –öğrencilerini mi demeli yoksa?– nitelikli edebiyatın kendine ait bir yol bulabileceğine inandırdığı için de okunmayı hak ediyor.