Oğuz Atay: Belki de unutmak esastır!
Oğuz Atay ve Altay Öktem iki yazar olarak karşılıklı sohbet ediyorlar. Atay ''Bu dünya geçicidir. Bu dünyada elde etmek ve korumak bir insanın sadece kısa ömrü için gereklidir. Bunu unutmamalı'' diyor.
Altay Öktem
DUVAR - Çağdaş edebiyatımızın öncülerinden Oğuz Atay’ı 39 yıl önce kaybettik. Atay, bugün yaşasaydı neler söylerdi, o günden bugüne edebiyatımızın geçirdiği evreleri, ülkemizin içinde bulunduğu durumu nasıl değerlendirirdi diye merak ettim, Atay’ı söyleşi için davet ettim. Öğle rakısı eşliğinde memleketi ve edebiyatı konuştuk.
Altay Öktem: Sizinle böyle aynı masada, karşılıklı oturabilmenin verdiği hazzı kelimelerle anlatamam. Tutunamayanlar, sadece edebiyat zevkimin oluşmasında değil, hayatım açısından da bir dönüm noktasıydı. Ama şunu baştan söyleyeyim, bugünün perşembe olması bir tesadüf. Bu buluşmayı özellikle en sevmediğiniz güne denk getirmeye çalışmadım.
Oğuz Atay: Haklısınız, insanlar acıklı sözler dinlemek istemiyorlar. Konuşmaya buradan başlarsak, bana ne senin perşembe günlerini sevmemenden ve ondan sonraki tatsızlıklardan, diyebilirler.
Ondan sonraki tatsızlıklar saymakla bitmez. İki karanlığı karşılaştırmak doğru değil biliyorum ama sizin yaşadığınız dönemin karanlığını özler olduk. Siz yokken, yeni bir orta çağa girdi ülkemiz.
Oğuz Atay: Halkı ve aydın potansiyelini hor gördüklerinden, kendini geliştirmek için parmağını oynatma gereği hissetmeyen kültür gangsterleri gasp ettikleri yerleri bırakmazlar, halkın evrensel ruhuna inanan, onu derinliğine tanımaya çalışan gerçek bir aydın topluluğu bunların yerini almazsa Türk edebiyatının toplumun, çağın çok gerisinde kalacağını söylemiştim zaten.
Aslında edebiyatta, özellikle romanda ciddi bir ilerleme oldu. Hatta edebiyatımızın çağı yakalayacak düzeye ulaştığı bile söylenebilir. En fazla da modern edebiyatın, modern dilin takipçileri bu ilerlemeyi yarattılar. Örnek aldıkları yazarların başında da siz geliyorsunuz. Ama politik olarak gericiliğin pençesine düşünce, 40’lı yılların faşizmi hortlayıp çağın gereçlerini de kullanarak daha şiddetli biçimde başımıza musallat olunca eleştirdiğiniz aydın kesim iyice dağıldı. Geriye savrulduk.
Kişilerin yok olmasıyla ya da toplulukların dağılmasıyla onların ruhu kaybolmaz, bir bayrak yarışı gibi düşünceler ve duyarlıklar kuşaktan kuşağa geçirilir: Bir çeşit kolektif bilinçaltıdır bu.
Umutsuz olmamıza, korkmamıza gerek yok yani.
Oğuz Atay: Asıl korku, herkese ve her şeye boyun eğdirerek bu korkudan kurtulma çabasıdır. Dünyayı bir savaş alanına çevirdikten sonra, her yandan düşman saldırısı bekleyenlerin korkusudur. Bir şehre kapanıp, bütün ülkenin saldırısını bekleyen sarayın korkusudur bu. Sarayı kaleye çevirenlerin korkusudur. Her davranışın devlete yöneldiğini sanan paranoyak yöneticilerin korkusudur. Kültür korkusudur. Matbaadan, şiirden, resimden, felsefeden, hatta dinden korkmaktır bu.
Ama korku bir krallık yarattı sonunda. Edebiyat öncü rolünü kaybetti. Eleştiriye kapalı hale geldik.
Oğuz Atay: Ne zaman? Yeni mi oldu bu? Mesela Divan şiiri de her türlü eleştiriye kapalıdır. Düşünce de her türlü eleştiriye kapalıdır; felsefe yoktur. Tek felsefe bireyin yok oluşudur; vahdet-i vücud’dur. Şiirde divancılar ‘biz’ diye seslenir. Eleştiri çirkini güzelden ayırır; oysa çirkin yoktur. Kapalı sistemdir bu. Batıya olduğu kadar, Doğuya da kapalı bir sistem. Orta Doğu’dur, Kenar Batı’dır. Bizim ‘ilk günah’ımız belki de budur: Kapalı sistem yaratıklarının dış dünyaya karşı beslediği korkudur.
Bu kapalı sistemde hiçbirimiz birey olamıyoruz. Asıl sorun bu galiba.
Türk romanının sorunu da kişiliktir. İnsanın kişilik kazanma savaşının önemini henüz kavramamış olmasıdır. Kendisiyle hesaplaşma diye bir kavramın varlığından habersiz oluşundandır. Bunun için romanımız düzmecedir.
Çok yol kat ettik ama. Sadece Köy romanı/Burjuva romanı ayrımından kurtulup bireyi toplumsal konumundan da koparmadan, her yönüyle ele alan, merkeze oturtan birçok romancı yetişti bu arada. Ama hayatta bunun karşılığını göremedik.
Halka büyük doğrular adına yalan söylemekten kurtulamamaktır sorunlardan biri.
Halk da bu yalanlara inanmaya hazırdır ama. Oscar Lewis’in söz ettiği Fakirliğin Kültürü terimi bu durumu açıklıyor. Siz de Tehlikeli Oyunlar’da fakirlerin dünyasını çok iyi yansıtmıştınız. Sadece ekonomik anlamda demiyorum, kültürel fakirlik yaratarak halkı her yalana inanacak hale getirmek söz konusu olan.
Oğuz Atay: Kesinlikle. Zaten o yüzden fakirliği ortadan kaldırarak fakirliğin kültürünü silmek mümkün değildir. Bir önemli gözlem de: Ruh bozukluklarına en çok bu kültür içinde hoşgörüyle bakılmasıdır. Bu kültür, azgelişmişliğin sonucu değildir. Sosyalist ülkelerde ise -Küba gibi- toplumu organize ederek daha fakirlik ortadan kalkmadan onun kültürünü yok etmek mümkün oluyor.
Bu güzel sohbet için size ne kadar teşekkür etsem azdır. Sizinle aynı masada karşılıklı oturabildiğime hala inanamıyorum. Benim için unutulmaz bir deneyim bu.
Oğuz Atay: Belki de unutmak esastır!
Unutulmayacak şeyler yok mudur peki?
Oğuz Atay: Bu dünya geçicidir. Bu dünyada elde etmek ve korumak bir insanın sadece kısa ömrü için gereklidir. Bunu unutmamalı.
Oğuz Atay’ın konuşmalarında Günlük (İletişim yayınları, 1987) adlı kitabından yararlanılmıştır.