Notos Öykü’nün yeni sayısında ‘edebiyatımızda roman-toplum’ ilişkisini ele alan bir dosya var. Edebiyat Toplumu Nasıl Bilir? başlıklı dosya Türkiye’nin siyasi ve toplumsal tarihine romanlar üstünden bakan çok ilginç yazılardan oluşuyor. Bunların ilki Zeki Coşkun’un ‘Darbeli Romanlar’ başlıklı yazısı. Roman sanatının toplumsal dönüşümlerle nasıl yakın bir ilişki içine olduğunu vurgulayan Zeki Coşkun söze Türk romanın ilk örnekleri sayılan ‘İntibah’ (Namık Kemal) ile ‘Felatun Bey ve Rakım Efendi’yi anarak başlıyor. Her iki romanın 1876’da yayımlanmış olmaları bir tesadüf değil. Çünkü bu tarih 2. Abdülhamid’in tahta çıkıp Kanunu Esasi’yi ilan ettiği yıl. İlki iktidarla arası hep netameli ve bol sürgünlü, diğeri belki de popüler romancılığımız öncüsü ve devletle de iyi geçinmeyi bilen bu iki yazar da aslında toplumsal çalkantıların ürünü iki imzaydı. Cumhuriyet dönemindeki darbeler içinde ilk büyük travma ‘12 Mart’ oldu. ‘12 Mart edebiyatı’ adı verilen bir dizi eser bu bağlamda üretildi. Çetin Altan, Erdal Öz, Sevgi Soysal, Fakir Baykurt, Füruzan, Pınar Kür, Adalet Ağaoğlu gibi isimlerin yazdıkları Zeki Coşkun’un sözleriyle “eşitlikçi bir dünya, hayat, toplumsal gelişim-değişim için alt sınıfları gözeterek kendileri de değişmeye çalışan şehirli üst orta sınıf gençliğinin kırıma uğramasına karşı bir ağıt-destek, güzelleme”ydi. Bu ağıt ve güzelleme daha sonra gelecek 78 kuşağının temel referans ve beslenme kaynaklarını oluşturdu. O kuşak da 12 Eylül romanlarını yazacaktı.
Hep söylenir, Türk edebiyatı 12 Mart’a hızlı tepki verdi ve etkili eserler üretti. Ama edebiyatın 12 Eylül ile ilişkisi daha zor tanımlanan daha geniş zamana yayılan bir ilişki oldu. Sanki 12 Eylül hakkıyla hiç yazılamamış, anlatılamamış gibi… Aslında biraz gecikmeli de olsa uzun zaman içinde pek çok roman yazıldı, yayımlandı. Zeki Coşkun, bazıları 12 Eylül’den önceki eylemli gençliğin içinden gelen ya da daha önceki ve sonraki kuşaklara ait pek çok yazarın bu konuda ürettiğini hatırlatıyor. İbrahim Yıldırım, Oya Baydar, Ayşegül Devecioğlu, Metin Celal, Mine Söğüt, Ece Temelkuran, Onur Caymaz… Otuz beş yılda elli civarında roman yazılmış 12 Eylül hakkında. Zeki Coşkun bunun ardından çok önemli ve iddialı bir sav dile getiriyor: “12 Eylül romanda tüketilmiştir. Artık yazılan siyasal bir süreçten çıkmış, yer yer tarihsellik taşıyan ‘fantastik-dramatik’ olguya dönüşmüştür.”
Cem Akaş dosyanın sunuş yazısında ‘Kürt kimliğinin’ edebiyat düzlemine nasıl yansıdığı konusunda bekledikleri yazının yetişmediğini söyleyip, bu eksiklik için özür diliyor. Keşke yetişseymiş... Ama Melike Uzun’un kadın kimliğini, Engin Kılıç’ın ütopyaları, Fatma Barbarosoğlu’nun muhafazakar-Müslüman kimliğini, Süreyyya Evren’in Türk hippileri anlatan bir romanı ele aldıkları yazıları pek çok açığı kapatıyor. Dosyanın en güçlü yazılarından bir diğeri ise Zeynep Uysal imzasını taşıyor. Uysal, romanımızın siyasetle ilişkisini, toplumsal eğilimlerle alışverişini özellikle 80’lerin üstünde durarak çok iyi anlatıyor. İlginç saptamalarından biri Orhan Pamuk, Murathan Mungan, Adalet Ağaoğlu gibi günümüz edebiyatının en önemli isimlerinden bazılarının en önemli kitaplarını 80’lerde yayımlamış olmaları. Diğeri ise epey iddialı, Oğuz Atay ve Adalet Ağaoğlu karşılaştırması…
Zeynep Uysal, 80’leri hazırlayan süreçte iki romanın çok önemli olduğunu söylüyor. Biri 1972’de yayımlanan ‘Tutunamayanlar’, ikincisi ise 1973’te çıkan ‘Ölmeye Yatmak’. ‘Tutunamayanlar’ genel kabul gören bir kitap; herkes tarafından Türk edebiyatının temel ve öncü metinlerinden biri sayılan bir roman. ‘Ölmeye Yatmak’ ise 1970’lerin aydın çevrelerini ve siyasi atmosferini çok özel ve etkili bir dille anlatan, Adalet Ağaoğlu sevenlerin baş tacı ettiği, çok önemli bir roman. Zeynep Uysal bu iki kitabı birlikte anarak tartışma yaratabilecek bir yaklaşım getiriyor yakın dönem edebiyat tarihimize. Uysal, her ikisini de Türk edebiyatının avangard örnekleri arasında sayıyor. “Bu iki romanı bir arada anmamın nedeni, bugün edebiyat eleştirisi ve tarihi metinlerinde Tutunamayanlar’a yüklenen avangardlık halesinin gölgesinde aslında pek tartışılmasa da iki romanın birbirine çok yaklaşan anlatısal denemeleri ve bu denemelerin işaret ettiği bireysellik ve toplumsallık algılarıdır (…) Ölmeye Yatmak’ı Tutunamayanlar’la birlikte okumak bize birçok yeni kapı açacaktır” diyor.
Hakikaten Adalet Ağaoğlu’nun oyun yazarı olarak başladığı edebiyatta sonraları bir romancı olarak kendine edindiği sağlam yerin tanımlanması bakımından önemli bir çıkış bu. Dar Zamanlar Üçlemesi’nin bu ilk kitabı (diğerleri ‘Bir Düğün Gecesi’ ile ‘Hayır’) Cumhuriyet kuşağına mensup bir akademisyen olan Aysel’in bir otel odasında 1 saat 27 dakika içinde tüm hayatını, özgürlüğünü ve Türkiye’de kadın kimliğini sorguladığı çok etkileyici bir kitaptır. ‘Ölmeye Yatmak’ serinin diğer kitaplarıyla birlikte 80’lere kadar gelen bir büyük anlatının da ilk adımıdır. Şimdi Zeynep Uysal bu kitaba ve yazarına işaret etmekle kalmıyor, onu edebiyat tarihimizde ait olduğu yere yerleştiriyor. Adalet Ağaoğlu’nun yarattığı o çok güçlü kadın karakterler kadar roman sanatına getirdiği yenilikler ve cesaretli duruşunu da konuşmak gerekiyor.