OHAL günlerinde sanat
15 Temmuz darbe girişiminin ardından pek çok etkinlik iptal edildi. O gece 12 Eylül mağduru Yeni Türkü grubu da sahnedeydi...
Murat Meriç muratmeric@gmail.com
Faili meçhullerin ve kayıpların arttığı 1990’lı yıllar, derin devlet, JİTEM gibi kavramlarla tanıştığımız dönemdi. Okumaya ve yaşamaya çalışırken, duyduğumuz haberler yaşama sevincimizi köreltiyordu. Bugün gibi. Tek bir fark vardı: Bunaldığımızda sanat etkinliklerine sığınıyorduk.
Ankara’da, Gençlik Parkı’nın içinde bir açık hava tiyatrosu vardı. Belediye tarafından düzenlenen etkinlikle izlerdik orada. Murat Karayalçın dönemiydi ve sahne herkese açıktı. Sonra Melih Gökçek geldi, sadece sahne değil Gençlik Parkı da “kapandı”. Bir dönem, içkili lokantalarında Zeki Müren’den Behiye Aksoy’a “yıldız”ların dinlendiği yer, bugün belediyenin korumalarının sadece içki içenlere değil, el ele tutuşanlara bile müdahale ettiği bir yere dönüştü. Gökçek’in gelişi, Ankara’da felaketin başlangıcı oldu.
27 Mart 1994, memlekette dinamiklerin değiştiği gün. Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul’un başına geçtiği, Melih Gökçek’in Ankara’yı “aldığı”, Halil Ürün’ün Konya Belediye Başkanı olduğu gün bu. Sonrasını hepimiz yaşadık, biliyoruz: 22 yıldır bu isimlerle birlikteyiz. Sizi bilmem ama benim ömrümün tam yarısı bu. 22 yaşımda adını duyduğum Recep Tayyip Erdoğan, bugün bu ülkenin başında.
TARİHİN CİLVESİ
Bildiklerimizi anlatmayayım, unuttuklarımızı hatırlatayım: Gençlik Parkı’ndaki o açık hava tiyatrosunda, ‘90’lı yılların ortalarında, Genco Erkal ve Timur Selçuk’u birlikte izlemiştik. Nâzım Hikmet’ten şiirler okuyor, şarkılar söylüyorlardı. Aslında hep bir ağızdan söylüyorduk o şarkıları. O yıllarda “birlikte” olmak önemliydi çünkü, bu kadar içimize kapanmamıştık.
Genco Erkal, yıllarca Nâzım’ın sesi oldu: Şiirlerini, şarkılarını sahneye taşıdı, insanlara onu anlattı. Yakın dönemde, Tülay Günal’la birlikte, “Güneşin Sofrasında / Nâzım ile Brecht” başlıklı bir yeni gösteri sahneye koydu. Ağustos ayı boyunca Kadıköy Lisesi’nin bahçesinde gerçekleşecek olan bu gösteri, OHAL gerekçesiyle ve “güvenlik tedbirleri” çerçevesinde iptal edildi. Tarihin cilvesi olmalı, iptal haberi önümüze düştüğünde, Başbakan Binali Yıldırım, Yenikapı’da Nâzım Hikmet’ten şiirler okuyordu. Neyse ki bu karar, kısa süre sonra geri alındı: Gösteri, sahnede.
ART ARDA GELEN İPTAL HABERLERİ
Herkes bu kadar şanslı değil elbette... 15 Temmuz darbe girişiminin ardından, başta iki uluslararası festival (Aspendos Opera ve Bale Festivali ve Bodrum Bale Festivali) olmak üzere pek çok etkinlik yapılamadan tarihe gömüldü. Joan Baez’den Sting’e bizi heyecanlandıran konserler ve festivallerin iptal haberleri art arda geliyor. Çoktandır alışık olduğumuz bir konu bu aslında. Bir şeyler olduğunda, ilk iptal edilen, başta konserler olmak üzere, sanat etkinlikleri. Müziğin sadece eğlence olarak görüldüğü, kimilerince günah sayıldığı şu dönemde, bu, çok da şaşırtıcı değil elbette. Bir yandan, İstanbul’da, Cemil Topuzlu Sahnesi’ndeki konserler devam ediyor. Hatta Tarkan konserlerinin tarihi yeni açıklandı. Zeytinli Rock Festivali, bu yıl görkemli bir kadroya sahip ancak o da direkten döndü: Edremit Kaymakamlığı, kendi kendine festivali iptal etme kararı aldı ancak kamuoyunun ve organizatörlerin çabasıyla bu ayıp karardan hızla vazgeçildi.
Bunlar güzel gelişmeler ancak uluslararası etkinliklerin iptali düşündürücü. Bu yıl, diğerlerine göre daha sönük bir program vardı önümüzde. Bir sonraki yıl daha da sönük olacağını şimdiden öngörmek mümkün. Dahası, başta iptal kararı veren, sonra hiçbir şey olmamış gibi ya da lütfedermiş gibi bu karardan vazgeçen yetkililer var. Bu, süreci olumsuz yönde etkiliyor.
FELAKETİN İZLERİ
Bir de Sıla meselesi var -ki evlere şenlik! Sanatçı, Yenikapı’da yapılan mitinge katılmayacağını açıkladığı için linç edildi. Şunu görmekten aciziz, sorunumuz bu: Kendi tercihidir ve bunu açıklama hakkına sonuna kadar sahiptir. Terbiye sınırları dahilinde eleştirilebilir ama yaşama ve çalışma hakkı elinden alınamaz. Tahammül sınırlarını zorlamanın mânâsı yok. Şunu unutmayalım: Tahammül olmayan bir yerde, demokrasiden söz edilemez. Sadece mitinge gitmeyeceğini açıkladığı için bir şarkıcının konserleri iptal ediliyorsa, bunda bir sorun var demektir.
Bunlar, bir felaketin ayak izleri gibi: Darbe girişiminin ardından, sanki darbe olmuş gibi ilerliyor hayat: Toplu tutuklamalar, yasaklamalar, iptaller derken önümüzü göremeyeceğimiz bir döneme girdik. Uzun süredir bir karanlıkta ilerliyoruz ama bu, biraz daha farklı. OHAL’in neyi nereden vuracağı belli değil.
DARBE MAĞDURU GRUP
Konser demişken, yazının sonunda, darbe mağduru bir topluluğu anayım: Yeni Türkü! İlk albümleri Buğdayın Türküsü, 1979 yılında çıkmıştı ve 12 Eylül’ün karanlığında kaybolmuştu. Ankaralı bir topluluktu Yeni Türkü ve elemanlarının bir kısmı İstanbul’a göçünce, ikinci perde farklı bir şekilde başladı: “Akdeniz Akdeniz” ve sonrası, bildiğimiz Yeni Türkü. Eski topluluğun izlerini, Ankara’da kalan ekibin kurduğu Çağdaş Türkü’de bulmak mümkün. “Buğdayın Türküsü”, yıllar sonra yeniden yayımlandı ama uzun yıllar “kayıp albüm” olarak bilindi, bulunamadı. Bir 12 Eylül marifetiydi bu ve Yeni Türkü, zarar görmüş mağdurlardan biri olarak tarihe geçti. Burada bitmedi: 15 Temmuz darbe girişimi sırasında, Yeni Türkü, yine sahnedeydi. “Darbe” erken başladığı için konser yarıda kesildi. Bu kez yara almadı belki topluluk ama yıllar sonra yaşanan ve görece “ucuz atlatılmış” bu hadise, yine onları vurdu.
DİRENİŞİN EN ÖNEMLİ AYAĞI
Neyse ki darbe başarılı olamadı. “Darbe”nin arkasına sığınıp ona karşıymış gibi davranmak suretiyle onun yapmak istediklerini yapmak, en az darbenin kendisi kadar kötü. Buna izin vermemek, bir şekilde direnmek gerekiyor. Direnişin en önemli ayağı elbette sanat. Ne olursa olsun konserler sürmeli, etkinlikler iptal edilmemeli. Her şeye rağmen hayat orada yeniden doğuyor, şekilleniyor. Bir araya gelmekten korkmamalı. Korku, her fena şeyin başlangıcı çünkü.