OHAL Komisyonu endişeli mi, muhafazakâr mı?

İktidar ittifakının çağrısını işlevsizleştirmenin yolu, yurttaşlık haklarından yoksun bırakılan, derinleşen yoksulluğunda bu hakları kullanma olanağı olmayan milyonlarca insana gerçekte kimin endişe etmesi gerektiğini anlatmaktan korkmamaktan geçiyor.

Dinçer Demirkent dincerdemirkent@gmail.com

Parlamento açıldı, grup konuşmaları başladı. Bahçeli uzun zamandır kitle önünde konuşmuyor olsa gerek ki, kendi kapasitesine göre dahi çok öfke biriktirmiş. Terörün ucunu kaçırdı. Zavallı kebapçılar, şu sıralar bayrak kanununa muhalefetten ceza yemezse iyidir. Koalisyon ortağı Erdoğan da geri durmadı, kendi rolünü korumak konusunda mahir bir dünya lideri olarak o da birkaç terörist hedefe saldırdı. Akşamına okullarından çıkan öğrenciler, gözaltına alındı. Sonuçta kimsenin huzurumuzu bozmaya hakkı yok, basketbolumuzu oynayıp evimizde tutumlu eşimizin tanzim satıştan alıp kurutarak sakladığı mangoları tadarak bir keyif yapamayacak mıyız? Reformlarımıza devam edemeyecek miyiz? Sanırım, çok ipucu verdim, Mümtaz Soysal’ın Erim hükümetinin uygulamalarına karşı yazdığı Güzel Huzursuzluk’taki o çok sade, öngörülü ve pek cesur fikrine doğru ilerliyorum.(1) Basitçe şöyle bu fikir: Huzur ve reform arasında sanıldığı gibi pozitif bir ilişki yok ya da daha doğrusu huzur diye anlatılan şey yüzyıllarca jandarma baskısı altında yaşayan köylünün, polis copuyla dövülen öğretmenin, işçinin aleyhine işler. Eğer onlar lehine bir reform programınız varsa siz işte o zaman görün. Öğrencilerin huzursuzluk olarak görülen eylemlerini başına “güzel” sıfatı ekleyerek tanımlayan Soysal şöyle bitiriyor: “Bazılarının huzursuzluğu, sessiz milyonların huzura kavuşturulması için ödenmesi gereken zorunlu fiyat. Türkiye’de de bu fiyat herhalde bir gün ödenmeli.”

Türkiye halkının önünde çok zorlu bir kış var. Gittikçe derinleşen yoksulluk, yaşamımızı tehdit etmeye devam eden pandemi koşulları, dış politikada girişilen maceraların yarattığı riskler ve sürekli çatışma halinde, diken üstünde tutulan, terörize edilen, parçalanan toplum… İktidar koalisyonunun daha ilk haftadan en üst perdeden kurduğu düşmanlaştırma stratejisi, bu en sonuncusunun, yani toplumun sürekli olarak diken üstünde tutulmasının, kendi huzurları bakımından zorlu kışa çare olarak görüldüğünü bir kez daha gösteriyor. Kendi huzurları ile kastım ne? Kimleri kapsar bu kendi? Geniş anlamda bir iktidar blokunu kastediyorum. Siyasal iktidarın, örneğin faiz, kur, asgari ücret, kıdem gibi konularda tercilerini belirleyen sermaye kesimleri, doğrudan siyasal iktidar tarafından fonlanan ve havuzdaki dönüşüyle siyasal iktidarı fonlayan sermaye-çeteleri, medya kuruluşları, tarikat ve cemaat vakıfları bunun içinde. Siyasal iktidarın diken üstünde tutma stratejisi, “bu memleketi muhalefete teslim etmeyeceğiz” sözünün hedefi, kendi huzurunu koruyacak bir çağrıyı, bir seslenmeyi içeriyor. Hamasetin, dinin pazara çıkarılmasının, arkası kesilmeyecek şekilde devlet kurumlarından ve organlarından laiklik karşıtı açıklamaların gelmesinin, terör çemberinin diri tutulmasının nedeni bu. “Biz gidersek” bir endişe, huzursuzluk algısı olarak yayılmak isteniyor. İşte “endişeli muhafazakârlar” afili adıyla yayılan kültüralist fikirler de buna yarıyor, bu afili ismin anası sayılabilecek “endişeli modern” kadar işlevli bir biçimde.

Hâlbuki Erdoğan’ın ve Bahçeli’nin seslendiği kesimin endişesi muhafazakârlığından değil, ertesi günü nasıl getireceğinden, evladını okutup okutamayacağından, evinde ısınıp ısınamayacağından geliyor. İktidar ittifakının içinde açıkça yaptığı iktisadi tercihler buna bir çare üretmeyeceklerini, dertlerinin bu olmadığını ortaya koydu. Kendi huzurunu koruyabilmek için yaptığı çağrı, bu yüzden, milyonlarca insanın huzurunu kaçıracak şekilde daha çok yoksulluk, daha çok baskı, daha çok tutuklama, daha çok çatışma demek.

Peki bu çağrı yanıt bulacak mı? Elbette, sadece söylemsel bir strateji olarak kurulmuyor bu. Birçok araç kullanılacak. Bir hafta önce başlayan yasama yılındaki bütün yasama faaliyetinin seçimleri ayarlamaya dönük olacağı açık. Seçim kanunlarında yapılacak değişiklikler, anket şirketlerinin faaliyetlerinin kısıtlanması, yalan haber düzenlemesi, yeni anayasa oyalaması dahil olmak üzere kendi lehine düzenlemeler ve susturma politikasının izleneceğini öngörebiliyoruz. Öncelik bastırma stratejilerinde ama belli bir rıza da üretmek zorunda. Bu rızanın iktisadi tercihlerle yapılmayacağı artık malum. O imkanlar büyük ölçüde tükendi. O zaman sert kültüralist stratejiler (Ayasofya gibi) ve kimi mağduriyet anlatıları devreye girecek. Erdoğan’ın cumhurbaşkanı adaylığı meselesi bunlardan biri. 16 Nisan 2017’de cumhurbaşkanının iki defa aday olabileceğine ilişkin hüküm değişmedi. Anayasa’ya bir geçici düzenleme de eklenmedi. Dolayısıyla Erdoğan’ın adaylığı, kanımca tartışılmaz biçimde anayasaya aykırı. 2007 yılında Abdullah Gül’ün seçimini engelleyen ve 367 kararı adıyla popüler olan Anayasa Mahkemesi Kararı ne kadar anayasaya aykırıysa, Erdoğan’ın 2023 olağan seçimlerindeki adaylığı da o kadar aykırı. Peki bu ne anlama geliyor? Erdoğan’ın bunu kullanacağını tahmin edebiliriz. Erken seçim formülünde elbette devreye girecektir. Fakat asla muhalefet oyuna gelmesin demeyeceğim; muhalefet o gün yaptığı hatayı tekrarlamak istemiyorsa bu defa hakikati savunmalı, Erdoğan’a karşı değil, onu da kendi iktidar alanının içine alacak biçimde.

İktidar ittifakının çağrısını işlevsizleştirmenin yolu, yurttaşlık haklarından yoksun bırakılan, derinleşen yoksulluğunda bu hakları kullanma olanağı olmayan milyonlarca insana gerçekte kimin endişe etmesi gerektiğini anlatmaktan korkmamaktan geçiyor. Pandemi süreci boyunca toplumsal sınıflar arasındaki eşitsizliğin en çok arttığı ülkelerden biriyiz. Bunun sebebi olanların, iktidardan çıkar sağlayanların ve onun aparatı olarak kamu görevlisiyken suç işleyenlerin, bu suçlara gazetelerinde övgüler düzenlerin endişelenmesinden doğal ne var? Örneğin binlerce başvuruyu yıllardır bekleten OHAL Komisyonu üyeleri neden huzursuz olmasın? Yaşam alanlarımıza el koyan beşli çete neden huzursuz olmasın? Huzur ve reform arasındaki bağ işte burada kopuyor. Muhalefet, rejim değişikliğine karşı gerçek bir reform yapacaksa bu huzursuzluğu göze almak zorundadır. Demokrasi, barış ve adalet bu topraklarda kurulacaksa, milyonlarca insanı birbirine bağlayan sınıfsal eksenler ve eşit haklara dayalı anayasal bir demokrasi temel alınmalıdır. Muhalefet ancak böyle bir çağrının odağı olabilirse iktidarın çağrısı boşa düşer.

1- https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1079493 

Tüm yazılarını göster